Nükleer tehdit ve küresel sorumsuzluk

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz yazdı

Nükleer tehdit ve küresel sorumsuzluk

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelinmişti. Almanlar teslim olmuştu. Japonların da savaşa devam azmi kırılmış ancak henüz teslim olmamışlardı. Bu şartlarda 24 Temmuz 1945 günü Almanya’nın Potsdam şehrinde Cecilienhof Sarayı’nda toplanan konferansta ABD Başkanı Truman, Sovyet lider Stalin’e Rus tercüman vasıtasıyla “Benzeri olmayan tahrip gücüne sahip yeni bir silah (a new weapon of unusual destructive force)” geliştirdiklerini ve başarıyla test ettiklerini söylemişti. Bu cümleden tam 13 gün sonra ABD, Japonya’nın Hiroşima şehri üzerinde ilk nükleer bombayı patlattı.

YENİ BİR YOK OLMA SÜRECİ

İnsanlık tarihinde böylece ilk kez, sadece kendi türünü değil, tüm canlıları insan iradesi ile yok edebilecek bir silahlanma süreci başladı. Yerküre üzerindeki canlılar ilki 445 milyon yıl ve sonuncusu 65 milyon yıl önce olmak üzere bugüne kadar 5 kez kitlesel yok olma (extinction) süreci yaşamıştı. Her biri doğal nedenlere dayalıydı. Bu kez insan iradesine dayanan yepyeni bir süreç başlamıştı. Hiroşima’yı Nagasaki takip etti. Soğuk Savaşta en yakın nükleer silah kullanım riski 1962 yılında Küba Füze krizinde yaşandı, ancak kullanılmadı. ABD yönlendirmesinde gelişen 11 Eylül Sonrası Terörle Mücadele Dönemi de (GWOT) nükleer silah kullanılmadan kazasız atlatıldı. Bu süreçte Atlantik sisteminin Asya, Ortadoğu ve Afrika coğrafyasında yarattığı hegemonik yıkım ve ihtirası hiçbir güç nükleer silahlarla dengelemeye çalışmadı. Ta ki 8 Ağustos 2008 Osetya krizine kadar. O tarihte, Rusya ilk kez taktik nükleer silahları sahaya sürdü ve Gürcistan’daki Amerikan oldubittisine izin vermedi.

BÜYÜK GÜÇLER REKABET SİSTEMİ

20 Ocak 2018 günü küresel güç sistemi yeni bir evreye girdi. Amerikan Savunma Bakanı J. Mattis terörizm ile mücadelenin yerini artık büyük güç rekabetinin aldığını ilan etti. Rakip güçler ABD ve karşısındaki Rusya ile Çin’di. Avrasya Adasının kuzey ve doğu sahillerini dolayısı ile batı Pasifik ve Arktik Okyanusunun çoğunu kaybeden ABD, küresel hegemonyanın kaçınılmaz el değiştirmesine seyirci kalamazdı. Paradigma değiştiriyordu.

NÜKLEER HAMLE

Bakanın bu açıklamasından kısa süre sonra 2 Şubat 2018 günü Beyaz Saray, “Nükleer Silahlar Durum Değerlendirmesini (NPR-Nuclear Posture Review)” yayınladı. Bu rapor ile Trump Yönetimi gelecek 30 yılda 1,2 trilyon dolarlık yeni silahlanmayı gerektirecek nükleer yeteneklerin geliştirilmesini hedefliyordu. Bu yetenekler içinde en önemli olan nükleer saldırı denizaltılarından (SSN) atılacak cruise (gezginci) füzelerinin (SLCM) ve balistik füze denizaltılarından (SSBN) atılacak yeni tip balistik füzelerin (SLBM) düşük şiddette nükleer savaş başlığı ile donatılmasıydı. Bu direktiften neredeyse tam bir yıl sonra geçen hafta başında (28 Ocak 2019) ABD Ulusal Nükleer Güvenlik İdaresi (NNSA), balistik füze denizaltılarından atılan Trident füzeleri için düşük güçlü nükleer başlık (W76-2) üretmeye başlandığını deklare etti. Bu füzelerin yıkım gücünün Hiroşima’ya atılan nükleer bombanın üçte birine denk geldiğini belirtelim. Burada Amerikalı iktidar çevrelerinin temel kabullenmesi, savaşın stratejik eşiğe geçilmeden taktik nükleer silahlar ile kazanılabileceğiydi.

RUSLARIN NÜKLEER DRONU

Bu gelişmeler yaşanırken Rusya, 12 Ocak 2019 günü 1000 metre derinlikte hareket edebilme yeteneğine sahip, nükleer takatli ve 2 megaton nükleer patlayıcıya sahip insansız sualtı araçlarını (torpedo drone) Pasifik Okyanusunda karakola başlatmaya hazır olduklarını medya üzerinden dünyaya ilan etti. Bu son derece dikkat çeken hamle, ABD’nin Rusya’yı 8 Aralık 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Silahlar (INF) anlaşmasına uymamakla suçlayarak anlaşmadan çekilme ile tehdidine bir cevap gibiydi.

INF ANLAŞMASI’NDAN ÇEKİLEN ABD

Başkan Trump 2018 Ekim ayında Rusya’ya 1 Şubat 2019 tarihine kadar süre vermiş ve aksi takdirde anlaşmadan çekileceğini deklare etmişti. ABD, anılan tarihte çekilme sürecini başlattıklarını ve çekilme işleminin Rusya’nın ihlale neden olan 9M729 orta menzil nükleer füzelerini imha etmediği sürece 6 ay içinde tamamlanacağını duyurdu. ABD’nin bu çıkışının temel nedeni Rus füzesinin menzilinin 500 kilometreyi aşması ve testlerine devam edilmesi iken Rusya’nın bu hamlesinin temel nedeni de Romanya ve Polonya’ya yerleştirilen Aegis ABM füze sistemlerinin varlığıydı. 32 yıl önce imzalanan anlaşma ile karşılıklı olarak 500 kilometre ile 5500 kilometre arasındaki karadan karaya atılan 2692 füze imha edilmişti. Bu anlaşma ortadan kalkarsa Avrupa kıtasına bu füzeler yeniden konuşlandırılacak. Batı Avrupa kamuoyu bu silahların yeniden topraklarına getirilmesi kendilerini tekrar stratejik nükleer hedef haline getireceğinden kesinlikle karşı çıkacaktır. Ancak Polonya ve Romanya gibi sonradan olma Orta ve Doğu Avrupa Atlantikçileri, bu silahlara kapılarını açacaktır. Diğer yandan önümüzdeki 30 yılda 1,5 trilyon dolara varacak yeni faturaya karşı ABD içinde de büyük bir muhalefet mevcut. Bu durumun Pasifik havzasında da mevcut hızlı silahlanmayı daha da artıracağı aşikardır.

HİNDİSTAN’IN HAMLESİ

Bu gelişmeler paralelinde diğer dikkat çeken olay Hindistan donanmasında yaşandı. İlk kez bir Hindistan nükleer balistik füze denizaltısı (SSBN) Hint Okyanusunda tam yüklü karakol grevini tamamladı. Bu durum artık Pakistan ya da Çin’e karşı Hindistan’ın stratejik ikinci darbe yeteneğinin kanıtı oldu. Buna karşı hamle olarak Pakistan’ın dizel elektrik denizaltılarındaki nükleer ikinci darbe yeteneğini geliştirmesini beklemek sürpriz olmaz.

NÜKLEER SORUMSUZLUK MU?

ABD’nin bir yıl önceki NPR raporu sonrası dünyanın nükleer denge terazisinin ayarı bozuldu. Maalesef ABD yetkilileri artık kara harekatı ile savaş kazanılamayacağını zira insan kayıplarının içerdeki siyasi baskılarını karşılayamayacaklarını biliyorlar. Ancak salt bu nedenle de hegemonyayı kaybetmek istemiyorlar. Bu nedenle ABD’de pek çok karar verici artık taktik seviyedeki nükleer savaşın kazanılabileceğini düşünüyor. Ama ciddi bir hata yapıyorlar. Özellikle denizde nükleer silahlar kullanıldı mı, taktik seviyeden süratle stratejik seviyeye çıkabilir. Örneğin atmosfer dışına çıkmasa bile bir Amerikan denizaltısından atılan Tomahawk füzesinin nükleer olma potansiyeline karşı Rusya veya Çin’in nükleer balistik füze ile karşılık vermeyeceğini kimse garantileyemez. Bunu kontrol edebilecek bir mekanizma yok. O halde bu büyük sorumsuzluğu başlatma sorumluluğu kime ait olacak?

Aydınlık