Kırca, İşçi Partisi’ne üye oluşunu, yasaklılığını ve yeni çıkacak kitabını anlattı
Akşam gazetesinden Zeynep Bakır’a konuşan Levent Kırca, neden İşçi Partisi’ne üye olduğunu, yandaş medyadan nasıl dışlandığını, yeni kitabı ‘Önüm Arkam Sağım Solum Dönek’i ve Atatürk Cumhuriyet’inin geri geleceği yolundaki umutlarını anlattı. İşte o röportaj:
Geçtiğimiz hafta TRT’de yayınlanan ‘Olacak O kadar’ programı izlenme rekorları kırdı. Büyük Ortadoğu Projesi’nin konu alındığı skeçte, eşbaşkanın yapmak istediklerini canlandıran Kırca’nın tiplemesi hem çok güldürdü, hem de hükümete sert eleştirilerde bulundu. Biz de programın muhalifliğini konu ederek Levent Kırca’nın evine konuk olduk. Sorumuz şu: “Hükümeti bu kadar eleştirdiniz üstelik devletin kanalında, sansüre girer misiniz?” Cevabı netti: “Başbakan bizzat aradı, “Levent Bey biraz ağır kaçmadı mı?” diye sordu. Ben de olacak o kadar dedim.”
Bir dakika… Olaylar böyle gelişmedi… Bu başka bir zamanın, belki geçmişin belki de uzak bir geleceğin haber girişi… Uzun zamandır ‘Olacak O Kadar’ programı da, Levent Kırca da yasaklı.
Biz, Levent Kırca’nın evine İşçi Partisi’ne üye olduğunu öğrendiğimiz için gittik. Buyurun yılların legal muhalifinin, illegal muhalifliğe geçişinin üzerine önemsiz gibi görünen minik bir söyleşisi… Konudan sıkılırsanız yan sayfada kanayan başka bir ‘öteki’ yara var…
- İşçi Partisi’nin bir gün devletin başına geçeceğini söylediğinizi duyduğumda açıkçası güldüm, komik geldi. Olmayacak şeyleri düşünmek insanı güldürür ya… Sizin cümlenizin altında yatan şey neydi?
Umut! Atatürk ve tayfası Samsun’a minicik bir gemiyle giderken de insanlar, “Olmaz o iş” diyordu. Birinci basamaktasın diye merdiveni çıkmayacak mısın? İnançsız insan olmaz. İnsan ölüm döşeğinde bile “Acaba yırtar mıyım, hâlbuki bugün iyi de uyandım, kahvaltıda reçelle ekmek yedim” der. Yaşamın kendisi umutsuz olamaz. Umutsuzluk üzerine dizayn edilmemiştir. “Mahvoldum” dediğin yerde bile filizlenen bir şey görürsün. Ben üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum.
- Ne yapacaksınız partide?
Ben haber almak istediğim zaman Ulusal Kanal’ı izliyor, Aydınlık Gazetesi’ni takip ediyorum. İnandığım başka bir yayın organı kalmadı. Bunların hepsi İşçi Partisi’nin uzantısı… Aydınların, geleceği görebilenlerin toplandığı bir yer. Öyle akıllı bir gençlik var ki… Türkiye Geçlik Birliği mesela… Ben onların eylemlerine katılırım, onlar adına oyunlar oynuyor, hasılatı onlara bırakıyorum. Çünkü berrak su onlar, kirli denizde ne işim olur.
- “Ya oradasın, ya buradasın” gibi bir şey mi var artık? Her şey keskin ve net, peki ya sessiz kalmak, bir yere üye olmamayı tercih etmek hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ya Türkiye Cumhuriyeti’nden yanasın ya da onun karşısındasın. Bu kadar kesin. Sessiz kalıyorsan karşı taraftasın demektir. Sanki her şey yolundaymış gibi sessiz kalmayı, “Ben ilgilenmiyorum” demeyi anlamıyorum.
- “Politik değilim, sadece sanatla ilgileniyorum” diyenler…
Hayatın kendisi politiktir, doğada bu var. Politik görüşü olmayan bir tek insan yoktur. Korkak vardır sadece.
- Herkes sizin kadar cesur değilse…
Bak bu ayrı. Göze alamayanlar arasında devlet memurları, işçiler, kıt kanaat hayatını döndürenler var. Peki ya toplumun vitrini olan, entelektüelim, aydınım diyen okumuş insanlar… TRT’de ya da özel kanallarda dizisi olduğu için “Düzenim bozulmasın şimdi” diye susan insanlar? Sessiz kalanlar, yandaş olmaya bile cesaret edemeyen korkaklar, aradan kaynamaya çalışıyorlar. Hiçbiri arkadaşım değil. Somut olarak da artık görüşmediğim bir sürü insan var.
- Yandaş olmak… Bazıları da “köprüyü geçene kadar…” değimiyle bakıyor olabilir mi?
Bir ırmak bendini aşıp taşıyor. İlk sıradaki evler heyecan yapıyor, “Bu su bizi de götürecek” diye… İkinci sıradaki evler, “Aman daha birinci sıradaki evler var ben kendimi sağlama aldım” diyerek umursamaması bana hiç insancıl gelmiyor. Taşan su ılımlı İslam’a doğru gidiyor. O su, ikinci sıradaki evi de içine alacak, farkında değil. Sanıyor musun, yandaş olanlar kendilerini garanti altına alabildi. İlk fırsatta onlar da silkelenecek. Bunun farkına varamayanların Almanya tarihini okumalarını öneririm.
- Yandaşlık konusunda Sezen Aksu sembolik bir isim oldu… Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?
‘Azınlık’ isimli bir oyun oynuyorum Türkiye’nin her yerinde, büyük salonlarda… Oyunda bir takım slaytlar gösteriyorum. Bazıları büyük alkış alırken, bazıları da yuhalanıyor. Yuhalananlardan biri de Sezen Aksu… Bu aralar “Çok pişmanım” dediğini duydum. Bir süreliğine ben de yandaş olsam, “Çok pişmanım” dersem bana da inanırlar mı acaba?
- Sinan Çetin de ‘Çanakkale Çocukları’ isimli bir film çekti, izlediniz mi filmi?
İzledim, izledim. Çanakkale Çocukları diyor ama inanma, kendi çocukları... Karısını ve çocuklarını oynatmış, tabi onlar da oynayamamış... Cumhuriyet düşmanı, Atatürk düşmanlığı yapan bir film... O, seyirciye oynuyor. Hatta seanslar iptal ediliyormuş, öyle duydum. İzlediğimde salondaki tek seyirciydim, altmış iki yaşındayım, ilk kez “Yuh” çekme hakkımı kullanmak istiyorum. O da Sinan’a ve bu filme olsun.
KIRCA SOYADI İSTENMİYOR
- Şimdi siz harbi harbi yasaklı mısınız?
Yasaklı olduğuma dair yazılı bir belge yok. Devlet, kanala mektup yazıp; “Kardeşim bundan sonra Levent Kırca ile çalışmayacaksınız” demiyor, demez. Keşke yapsa o zaman kahraman olurum. Bunlar el altından yapılıyor. Kanallar böyle şeyleri takip eder. Levent Kırca’yla çalışmak şu dönem riskli bir konu der ve keserler. Hatta el altından telefon, ima edici bir söz gelir. Konuya müdahale eden biri çıkar sessizce. Oğlum da aynı durumda.
- Oğlunuz da mı yasaklı?
Çünkü Kırca soyadını taşıyor. Bir kanala proje götürüyor, diyorlar ki; “Güzel proje ama lütfen adını ve yapım şirketini değiştir. Proje başkasının gibi olsun, sen arkadaki adam ol, biliyorsun durumları.” Bu ne demek? Oğlum bana oyununda bir metin yazdırmak istiyor, “Adımı kullanma” diyorum. Böyle şeyler işte…
- Size güzelleme yapıyormuş gibi düşünmeyin ancak şu da bir gerçek, konu ettiğiniz skeçlerin manasını anlamazken öğrendiğim ilk şey muhalif olmamam gerektiğiydi… Hükümette kim olursa olsun muhaliftiniz. Bugünkü muhalif parti CHP’den daha iyi çalışıyordunuz belki de…
Muhaliflik konusunda gerçekleri sizin gibi gençlerin ağzından duymak güzel, işte bu umuttur. Televizyon kimin olursa olsun iktidara göre çalışır. Her hükümetin kendine göre yasakları vardı. Kimi daha toleranslıydı kimi çok katı bugünkü hükümet yani… Bazısı der ki “Biraz dikkat et” diğeri “Bu yayını kaldırıyoruz”.
- Eskiden sansüre girdiğinizde işler nasıl yürürdü?
Koltuğumun altında dosyayla ben de sansür kuruluna girerdim. Birlikte izlerdik programı. 5 parodi keseceklerse üzerine tartışır 2’sini kurtarırdım. Şimdi bu mümkün mü? Şimdi muhatap bile olmuyorlar. “Ayağında topu kaç kere sektirecek” programlarından yer kalmıyor zaten hiçbir şeye…
- Olmasın mı yani o tür programlar, bu da kısıtlayıcı değil mi?
Bak, bir otobüs var. Başı sonu belli durakların, 20 tane. Biz 16’ncı duraktayız. Her seferinde bir sonraki durağa daha hızlı gidiyor. 20 durakta otobüs durduğunda top sektirdiğimiz günlere ağlamak yok o halde. Şunu herkes kabul etsin. Biz gelişmişliğini ispatlayabilmiş bir ülke değiliz. Her yanımızdan sorun akıyor. Sanat insanları eğitmek zorunda! İstanbul’da yaşayanlar ya da aydın gençler hiç dudak bükmesin. İstanbul’dan 50 metre uzaklaştığında kendin gibi insanlarla karşılaşamıyorsun. Türkiye’nin eğitim gerçeğine bir bak. İşte o yüzden sanatçılarımızın, okur-yazarımızın, basınımızın daha duyarlı olması, ayaklanması, bir konuya işaret etmesi gerekiyor. Bunu kabullenmek, üzerine düşünmek bu kadar zor mu?
ÖZGÜRLÜĞÜNÜZÜ KAYBETTİĞİNİZDE GERİ ALAMAYACAKSINIZ
- Peki, siz kendi kişisel hayatınız için endişeleniyor musunuz?
62 yaşındayım. Üzerine 15 daha koy… Eh o kadar daha yaşarım. Hepi topu 15 yıl daha belki… Benim inancım, duruşum, söylemim senin için. Çok şükür aç değilim, açıkta değilim, yandaş olsam daha çok kazanırım, ama ne için? Ülke karşılığında 15 yıl lüks içinde yaşamak için mi? İşçi Partisi’ne gel, ciddiyim sen de gel. Türkiye Gençlik Birliği gibi inançlı Atatürkçü gençliğe katıl. Tüm gençler bunu yapsın. Kendi geleceğiniz için bunu yapın. Özgürlüğünüzü kaybettiğinizde geri almanız şimdikinden daha zor olacak.
- Sandık en demokratik alan öyle değil mi?
Tabii. Yüzde elli elli durum. Cehaletten kurtulur, tek yürek olursak ancak... Geçen gün gazetede okudum. Okulda öğrencilerin sağ omzuna yaptığı iyilikler, sol omzuna kötülükleri asacaklarmış. Bir şey yapılmazsa şimdi eğitim alan öğrenciler, senin çocukların da karşında duracaktır. Sistem aydın adam ister mi? İstemiyor işte! Yıl sonunda ‘Önüm Arkam Sağım Solum Dönek’ kitabımda tüm bu konuları daha derinlemesine anlatıyorum.
- Bir yayınevi buldunuz yani çıkaracak?
Taslak değil artık, kitap çıkmak üzere… Bizimkiler taslaklara, notlara karışıyor.
ulusalkanal.com.tr