Sayın Örsan Kunter Öymen'e yanıtım
Sayın Öymen Aydınlık Gazetesi’nin 15 Ocak 2015 tarihli nüshasında, “ Kur’an ve şiddet” başlıklı bir makale yazmıştır. Bu makalede; Türkiye Halkı’nın, çok büyük çoğunluğunun [ yüzde doksan demiyorum] inandığı ve besmele çekmeden eline almadığı Kur’ân-ı Kerîm’e saldırılmaktadır.
Sayın Örsan K. Öymen köktenci İslâmın, sık sık uyguladığı terörün Kur’ân’dan kaynaklandığını ve şu sözlerle anlatmaktadır:
“ Avrupa’da ve Amerika’da Hıristiyanlık, Musevilik, Musa ve İsa aleyhinde de birçok yayın yapılır, ancak Hıristiyanlar ve Museviler bu yayınları yapanları katletmezler. Buna dair bir örnek bulmak çok zordur. Bunu sadece Avrupa ve Amerika’daki demokratik yapıya ve ekonomik gelişmişlik düzeyine bağlamak olanaklı değildir. # Latin Amerika, Asya ve Afrika da yüzlerce milyon Hıristiyan yaşamaktadır, ancak bu ülkelerin halklarından da, bu tür terör eylemlerini gerçekleştiren kişiler nadiren çıkmaktadır”.
Demek ki, Hıristiyan ve Musevî dünyasında dinsel içerikli terörün uygulanmamasının, yani barışçılığın nedeni, Tevrat ve İncil’den kaynaklanıyormuş.
İslâmi terörün nedeni ise Kur’ân’mış…
Önce Tanrı’nın Kahhar [Yok edici] Sıfatı’nı esas alan, Cemâl [güzel- güzellik] niteliğini önemsemeyen Tevrat ile söze başlayalım:
İsrail Devleti Tevrat’a dayanan ve laikliği ret eden dinsel bir devlettir. İsrail Devleti’nde, terör ve şiddet marjinal kişi ve gurupların mesleği olmayıp, bir devlet politikasıdır. İsrail toplumunun, en tutucu olanları ve şiddete tapanları ise din adamlarıdır.
Sayın Örsan K. Öymen’e göre Amerika ve Avrupa’da dinsel terör uygulanmamasının nedeni, demokratik yapı veya kalkınma değilmiş. Bu barışçılık, İncil’den ve onun siyasallaşmış şekli olan Hıristiyanlıktan kaynaklanıyormuş.
Bizim bildiğimiz kadarı ile İncil-i Şerif’in metninde bin üç yüz yıldan bu yana tek bir değişiklik olmamıştır. Fakat buna karşın; Fransa’da, 25 Ağustos 1572 tarihinde, bir gecede Saint Barthelemy katliamında, yetmiş bin Protestan Hıristiyan katledildi.
Bu gün elimizde olan İncil-i Şerîf ile, 12,13,14. yüzyılların İncil’i tıpatıp birbirine uyuyordu. Fakat hiçbir haklı sebebi olmayan Haçlı Seferleri’nde yüz binlerce Müslüman; Hıristiyanlık adına değil de namus davasından mı öldürüldü?
Başkan Buş’un oğlu Evangelist Başkan Buş, Afganistan ve Irak Halkı üzerine, din adına ateş yağdırmadı mı? Irak’ta on binlerce kadının ırzına Coniler geçmedi mi?
Biz “ Muhammed Alî Yolunu” izleyenlere göre İnsanlık Tarihi mazlumlarla, zalimlerin mücadele tarihidir. Bu dünyaya gelen peygamberlerin tamamı, mazlumların adına konuşan ve zalimlere karşı ayaklanan insanlardır
Onların, kimisi Hazret-i Muhammed [s.a.v] gibi yoksul, kimisi İsâ gibi babasızdı. Hepsi de çobanlık yapmışlardı. İçlerinde varsıl yoktu. Zalim hiç yoktu…
Onlar Çok kutsal ve saygın bir mücadele sonunda zalimleri yenip adil ve hakça bir düzen kurdular. Fakat kurdukları düzen kısa bir süre sonra zalimlerin eline geçti. Yani sadece zalimlerin adı değişti.
Nazım Hikmet Hıristiyanlığın yaşadığı bu değişimi şu sözlerle çok güzel anlatır:
Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu;
bizim kabilenin
büyük sihirbazı neyse
burada o da, bu..
Yalnız,
bizim sihirbaz,
üç başlı mavi şeytanı
Harar dağları ardına kovmak için
para almaz.
Kurbanlık yaban eşekleriyle
yılda iki yük fildişi yığını
kapatır onun
bütçe açığını.
Oysaki, Sa sentete
Papa
bütçesini yaban eşekleriyle kapa-
-tamaz..
Adamcağızın
kara cübbeleri altın işleme haçlı elçileri
ve kısa donları ponponlu askerleri var.
O, onların
onlar onun
eline bakıyorlar.
Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu!
Korporatif bir heyecanla dudaklarını satan
ve yarım lirete yarım saat yatan
cennet İtalya'nın hür vatandaşlarından bir kadın,
Papa bağışlasın diye günahını etin
yarısını verip yarım liretin
satın almış da bir resmini hazretin
başucunda asmıştı bir yere.
Baktım:
ne Azizlerden Jorj'a benziyor
ne Sen Piyer'e.
Onların altın gözlükleri yok
taranmamış
yağlı uzun sakalları vardı...
Bunun
taranmamış yağlı uzun
sakalı yok,
fakat altın gözlükleri var.
Papa XI'inci Pi'yi gördüm TARANTA - BABU!
XI'inci Pi
yumuşak tüylü kara koyunlar otlatan
bir çoban
gibi
taçlı ve taçsız kralların otlağında
ruhları otlatıyor.
XI'inci Pi
ki
bir ahırda babasız doğanın vekilidir,
Meryem'e yakın olmak için
nefsi nefisine edip işkence
her gece
mermer sütunlu bir sarayda yatıyor.
Usta bir başka şiirinde de, şöyle diyor:
“ Ne Anjelüs çanları/ Ne beş vakit ezanı/ Zincirden kurtarmadı/ Yoksul Çalışanları… Ne gökten necat [kurtuluş] geldi/ Ne bir parça merhamet/ Çalışan esirler/ Mûsâ, İsâ, Muhammed…”. #
Kur’ân’ın Hukukla İlgili Hükümleri Nasıl Değerlendirilmeli?
Sayın Prof. Dr. Örsan K. Öymen, Kur’ân’ı, dolayısıyla İslamı tartışmaya açmaktadır. Fakat onun hakkında yeterli bilgi ile donanmamıştır. İslam Hukuku alanında yapılan ciddi tartışmalardan habersizdir. Örneğin On Dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Emekli Sayın Prof. Dr. Dağ’ın ve onun öğrencisi Prof. Dr. Filiz’in, bırakın kitaplarını, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan makalelerini bile okumamıştır. Adlarını yazdığım bilim insanları özetle şöyle diyorlar:
Kur’ân’ın hukukla ilgili buyrukları indiği zamanla, o günün toplumunun kültür yapısı, gelenek görenekleri ile ve bazen da indiriliş sebebi ile sınırlıdır. Örneğin kadının tanıklığı ile ilgili bir âyeti yorumlarken, bu ayetin ne sebeple geldiğine bakmak ve onu o olayla sınırlamak gerekir.
Fakir’de aynı görüştedir. Nitekim, Kur’ân 41. Fussilet Sûresi, 44. âyette şöyle denmektedir:
“ Biz, Kur’ân’ı yabancı bir dil ile göndermiş olsaydık, onlar [yani Mekk’e halkı] kesinlikle derlerdi ki, “ onun âyetleri niçin açık bildirilmedi? Bu ne? Dil yabancı muhatap Arap”.
Demek ki Kur’ân’ın buyrukları ilk muhataplarının durumuna göre yorumlanmalıdır.
Bu nedenle, Kur’ân-ı Kerîm’in hukukla ilgili buyruklarının zamanla sınırlı olduğu sonucuna varmak Tanrı Buyruğu’na uygun düşecektir.
Sayın Öymen Makalesi’nde erkeğin kadına karşı yapması gerekenleri tanımlayan âyetlere, hırsızlığa verilecek cezayı saptayanlara Vb. gönderimde bulunmakta ve bunların şiddet içerdiğini anlatmaya çalışmaktadır. Oysa bu buyruklar feminizm cereyanının tarih sahnesine çıkmadığı bir zamanda yaşayan insanları hitap eden âyetlerdir.
Adeta Sayın Öymen; Hz. Peygamber’i, “ neden uçağa binmeyi salık vermedi” diye eleştirmektedir.
Bir bilim insanı, koşulları göz ardı ederek muhteşem bir yapıtı yıpratmaya çalışıyorsa, bilimselliğine eksiklik getiriyor demektir.
Hazret-i Muhammed Devlet Kurmuş Bir Devrimcidir.
Sayın Prof. Dr. Örsan K. Öymen, Kur’ân’dan bazı âyetleri eksik almış ve buradan hareketle, “ Kur’ân şiddeti öneriyor” demiştir.
Örneğin; 8. Enfal Sûresi 60, 65, 66. âyetlere gönderimde bulunmuştur. Bu âyetlere bakınca orada öldürme buyruklarının verildiği, insanların savaşa tahrik edildiği sonucuna varılır.
Ama bu âyetlerden önce 56, 57 ve 58 âyetlere bakmak gerekir. Çünkü bu âyetlerde neden savaşmak gerektiği anlatılmaktadır.
56. âyet kendileriyle bir anlaşma yapmış olduğun halde (…) dönenlere gelince demiştir.
57 Onları savaşta karşısında bulursun, arkalarından gelenler için öyle bir yıldırıcı ders ver ki belki berikiler aklında tutar.
58 Beri yandan, eğer kendisi ile anlaşma yapmış bulunduğun bir topluluğun ihanet etmesinden kaygı duyman için ortada makul sebep varsa sen de buna karşılık olarak onlarla yaptığın anlaşmayı boz. Çünkü Allah hainleri sevmez.
Şimdi Sayın Öymen’e ve okuyucuya soruyorum. Hangi devrimci hainleri gül demeti ile karşılamıştır? Fransız Devrimcileri mi?, Bolşevikler mi? Kemalistler mi? Başkan Mao mu? Hangi devrimci?...
Devrim oyun değildir. Devrimci de oyuncakla oynayan bebek değildir. Gericiliğe hoşgörü gösterenleri bağışlayan devrimci sadece kendi kellesi ile değil, yoldaşlarının kellesi ile de top oynuyor demektir.
Hepsi de devrimci olan peygamberler içinde sadece Hz. Muhammed, öncülük ettiği devrimin zaferini görmüştür. Yalnız bizim Peygamberimiz devrimci mücadelesinin meyvelerini toplamıştır. Eğer kendisine saldıranlara, “ öteki yanağını de çevirse “ idi, öncülük ettiği devrim yarım kalacaktı.
Sayın Öymen 3. Nisa Sûresi 34. âyete de gönderimde bulunmaktadır. Ne diyor bu âyet?
“ Allah’a ve Elçisi’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerini ayaklarının kesilmesi (….) yalnızca bir karşılıktan ibarettir”.
Kimler cezalandırılacak?
Allah’a veya Elçisi’ne karşı savaşanlar…
Allah’a ve elçisi Muhammed’e karşı savaşanlar kimlerdir?
Gericiler,… Zulüm düzenini değiştirmek istemeyenler… İslâm dili ile söylersek, cahiliyeyi yaşatmak isteyenler…
Hangi devrimci gericileri bağışladı ki Yüce Allah ve Hz. Muhammed bağışlayacak.. Giyotini Müslümanlar mı, yoksa Hırıstiyan anne ve babadan doğan Fransız Devrimcileri mi icat etti?
İstiklal Mahkemeleri’nin idam ettiği vatan hainlerine, göz yaşı dökmemiz mi gerekir?
“ Şeri’at Var Şerî’at’tan İçeri” . / İslâm Vardır İslâm’dan İçeri.
Sayın Öymen yirminci yüzyılın ünlü düşünürü Edib Harâbî Baba Erenler merhûm şöyle der:
Şer’i şerif inkar olunmaz amma
Şeri’at var şeri’at’tan içeri
Tarikatsız Allah bulunmaz amma
Tarikat var tarikattan içeri
Gördüğün şeri’at şeri’at değil
Gittiğin tarikat tarikat değil
Hakikat sandığın hakikat değil
Hakikat var hakikattan içeri. #
İslâmı dinini IŞİD veya El- KAİDE’den öğrenmek ne kadar hatalı ise, İlhan Arsel, “ Özel Kürt Medresesi”nden yetişen Arif Tekin’den veya Pozitivistler’den öğrenmek de o kadar hatalıdır.
İslâmı “ nefsini bilenlerden”, yani Kâmil İnsanlar’dan öğrenince hataya düşmezsiniz.
Bakın Edib Harâbi Babaerenler bu konuda şunları söylemektedir:
Hakk [Tanrı ] kendini halka bildirmek için
İnsanı kendine timsâl [misal- örnek-simge] eyledi
Kur’ân-ı Nâtık’ın [Konuşan Kur’ân’ın- yani insanın] tefsiri için
Kur’ân-ı samit’i [ konuşmayan- yazılı olan Kur’ân’ı] inzâl eyledi #
Aslında, Edib Harâbî Baba’ya bu sözleri söyleten; Konuşan Kur’ân [Kur’ân-ı Nâtık] olan Hazret-i Alî’dir. Çünkü o bir kaç rubaisinde [dörtlüğünde] şöyle buyurur:
“ Senin ilacın sende [fakat bunu sen] bilemiyorsun.
Tedavin (illetin) senden olduğu halde [bunu] göremiyorsun.
Sen kendini çok küçük bir cisim ( Cism-i sagiyr) sanıyorsun.
Oysa koskoca evren içinde dürülmüş senin.
Sen doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği bulunan yüce bir kitapsın # ki;
Gizli olan her şey O’nun harfleri ile meydana çıkmaktadır.
Ve sen varlıksın. [Ama] duyguları olan varlıksın.
Sende var olan şeyler tanım ve sayıma gelmez #
Senin dışarıya [ hiçbir] gereksinimin yok…
Evren adlı kitapta gizli olan her şey
Ortaya çıkar sende… #
Demek ki, asıl olan yazılı metinler değil insanmış… Fakat her insan değil, sadece “Kâmil olan” insanmış. Yüce Tanrı boşuna demedi ki: “ Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye.
Bu nedenle yazılı Kur’ân’ı okurken, onun okuyandan okuyana göre değişebileceğini de göz önünde tutmak gerekir.
O Yüce Kitabı Said-i Kürdî veya Nursî de okuyor, “ İlim Kenti’nin [İslâm Dini’nin] kapısı olan Alî”’de. Tıpkı, İncil-i Şerif’ten aynı sonuca ulaşamayan Goethe ile, XI'inci Pi gibi…
Sayın Öymen Hazret-i Alî cengaverliği ile ünlü bir insandır. Bu nedenle ona Şîr-i Yezdân [Allah’ın Aslanı] denilir. O İslâm Devrimi’nin gerçekleşmesi sırasında Zülfekâr adlı kılıcını elinden düşürmemiştir. Onu yenen bir insanı analar doğurmamıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber onun hakkında şu buyruğu vermiştir:
- Alî’den üstün yiğit, Zülfekârdan üstün kılıç yoktur…
Yiğitler şahı Alî; Hz. Muhammed Hakk’a yürüyünceye [Vefat edinceye] değin kılıcını kınına sokmamıştır. Çok zalimin kanını dökmüştür. Fakat İslâm iktidar olunca, bütün gericiler susturulunca, Kılıcını kınına sokmuştur ve otuz yıl boyunca onu hiç kullanmamıştır.
Hz. Ali Nehcü’l- Belâga adlı eserde, bu dönemi şöyle anlatır: “ Otuz yıl boyunca boğazıma kemik saplandı; gözüme diken battı sesimi çıkarmadım”… Ali gibi bir yiğit İslâm devriminin hatırı için, halife oluncaya değin, kılıcını kınından çıkarıp, kendisini savunmaya bile kalkışmamıştır. Hakları birer birer çiğnenirken sesini çıkartmamıştır.
Onun on üçüncü yüz yılda devamı olan Hacı Bektaş Velî ise, Zülfekarı değil, Tahta Kılıcı kullanmıştır. Çünkü zaman tahta kılıçla mücadele zamanıdır.
Sakın tahta kılıcı küçümsemeyin… Tahtadan yapılan o kılıç atom kadar etkilidir. Hacım Sultan onu, granit bir kayaya vurmuş, o kaya ikiye bölünmüştür.
Bir başka örnek:
Muaviye’nin anası Hind Hz. Peygamberimizin amcası Hazret-i Hamza’yı şehit ettirdi. O kutsal insanın cesedine hakaretlerde bulundu. Kulaklarından gerdanlık yapıp boyuna astı. Hz. Muhammed Mekke’yi ele geçirince Hind’e dokunmadı. Amcasının acısını yüreğine gömdü… Onun kocasına makamlar verdi.
Beni Umeyye [Emevi] Ailesi’nin mensupları, İslâmiyeti kabul eden kölelere akıl almaz işkenceler ettiler, bu işkencelere birçok köle dayanamayıp şehit oldu. Fakat Mekke’nin fethinden sonra Emevi Ailesi bireylerine dokunulmadı.
Sayın Öymen İslâm, dünyanın bütün devrimcilerini yaptığını yapmış ve devrim için sınırı aşmadan zor kullanmıştır.
Bu çok doğal bir tutumdur. Çünkü devrimin ebesi şiddettir. Devrimci şiddetin günahkarları devrimciler olmayıp, devrimcileri şiddete zorlayan gericilerdir.
Bakın Hazret-i Ali, Mısır Valisi Malik bin Haris’e gönderdiği emirnâmede şunları buyurmuştur:
Savaş sırasında düşman barış önerisinde bulunursa, düşmanın hile yapmak istediği kanısında değilsen, barış önerisini kabul et.
Demek ki Alî’ye göre kural olan savaş değil barışmış ve savaş düşmanın saldırısının ürün imiş.
Düşmanlarla daha önce bir anlaşmaya armış isen, sakın nedensiz yere kan dökme ve önerdiğin söze bağlı kal. #
Sayın Öymen,
Bir sonraki makalemde İslâmın cihat anlayışı üzerinde de duracağım.
Sözlerimi şöyle noktalayacağım:
Bütün dinler, Musevîlik te dahıl, mazlumların zalimlere karşı başkaldırısı olduğu için kaynağında barışçıdır ve özgürlükçüdür. Dinleri zalimleştiren Tanrı ya da Peygamberler olmayıp, dünya çıkarlarının kölesi olan, parayı, malı, makamı put haline getiren zavallı insan müsvetteleridir. Uzun oldu Fakir’i bağışlayın. Saygılarımla
Şakir Keçeli
ulusalkanal.com.tr