Kur'ân-ı Kerim'in ve Hazret-i Muhammed'in Cihad anlayışı…

Kur'ân-ı Kerim'in ve Hazret-i Muhammed'in Cihad anlayışı…

(1) Diyesin ki: “Kâfirler, karanlıkta kalanlar/ (2) O taptıklarınıza, tapmam ben, aslâ, zinhâr! / (3) Tapanlar değilsiniz siz benim taptığıma, / (4) Ben tapıcı değilim sizin taptığınıza. / (5) Tapıcı değilsiniz siz taptığıma benim! / (6) Sizin dininiz size, dinim de bana derim.”

109, Kâfirûn (Karanlıkta Kalanlar) Sûresi

“Dinde zorlama yoktur. Ayrı eğri, doğru yol / Tâgût kötü yol…Sen de bu gidişten uzak ol./ Kötülüğe sapmayan, Tanrı’sına inanan/ Sağlam, kopmayan kulpa yapışır, buna inan. / Tanrı’dır işitici / Ve hem O’dur bilici…

2. Bakara Sûresi 256. âyet

Sayın Prof. Dr. Örsan K. Öymen’in Kur’ân-ı Kerîm’i değerlendirme yöntemini şu fıkra çok somut bir şekilde anlatır kanısındayım:

Ham sofu Erenler’e, “ neden namaz kılmıyorsun?” diye sormuş. O bu soruya, “ çünkü Kur’ân da Tanrı “ lâ takrebûssalâte [ namaza yaklaşmayınız]”

Diye buyuruyor, Allah’ın bu buyruğuna uyduğum için namaz kılmıyorum”.

Ham sofu, “ Evet Kur’ân 4. Nisâ Sûresi 43.âyetinde bu sözcükler geçer ama, bu sözlerin hemen arkasından şöyle denilir: “ [her zaman değil] sarhoş iken namaz kılmayın”.., Sen bu buyruğun işine gelen yerini bana anlatıyorsun”. Erenler: “ Vallahi benim okumam yazmam, “lâtakrebûssalâte” sözlerinden sonrasını okumaya elverişli değildir”.

Kur’ân’ın Allah’ı ve O’na İnananı Zulme İzin Vermez.

Yüce Tanrı sözüne şöyle başlar: “ Bismillâhirrahmânirrahiym”… Yani, “ Esirgeyen, Bağışlayan, acıyarak, severek koruyan Tanrı’nın adıyla”…

İslâma inanan her insanın “ Tanrı ve Muhammed Ahlâkı ileahlâklanması” İslâmın olmazsa olmazıdır. Öyleyse İslâma inanlar da, sadece hemcinslerini değil, bütün yaratıkları, esirgemek, bağışlamak, acıyarak, koruyarak sevmek zorundadır. Bu İslâmın olmazsa olmazıdır.

Hazret-i Alî Kur’ân-ı Kerîm’i ve besmeleyi şöyle tanımlamıştır:

- Dört kitabın sırrı Kur’ân’da, Kur’ân’ın sırrı Fâtiha Sûresi’nde, Fâtiha’nın sırrı, Bismillâhirrahmânirrahiym sözcüğünde, Besmele sözcüğü de, onun ilk harfi olan BA harfinin altındaki noktada gizlidir”…

Kur’ân-ı Kerîmi herkes okur. Fakat herkesin gözü de, gözlüğü de, gönlü de birbirinden farklıdır. Onu okuyan Tanrı âşığı şöyle diyor:

- Aşk’ın Kur’ân’ın da Tövbe Sûresi yoktur. Aşk Yolu’nda tövbe, tövbe etmemeye tövbedir. Âşıklar kervanında aşka tövbe eden görülmemiştir.

Âşık Noyan’ın Kur’ân’ın da Tövbe Sûresi yok iken, Sayın Örsan K. Öymen’in Kur’ân’ında Tövbe Sûresi vardır.

Pozitivist felsefeden beslenen Öymengiller, Atatürk’ün Hakk’a yürümesinden sonra, sık sık tökezler ve sık sık tövbe ederler.

Fakir bunu asla yadırgamıyorum. Çünkü her kap hacmi kadar su alır…

Herkesin bildiği üzere, Tanrı’nın [yani Kur’ân’ın] ilk buyruğu şudur:

“ Oku seni yaratan Tanrı’ının adı ile…/ İnsanı bir pıhtıdan yarattı keremiyle [ 96. Alâk Sûresi 1-2 âyet]” .

Demek ki, İslâmın ikinci şartı okumak ve öğrenmekmiş.

O Salt güzel olan Yaratıcı’nın üçüncü buyruğu da şudur:

(3) Sana ardı kesilmez ödüller var, bilesin.

(4) Sen en yüksek, en yüce bir ahlâk üzeresin.

Demek ki, İslâma inanan herkes “ en güzel, en yüce ahlâk üzere” olmak zorundadır.

Bu da İslamın üçüncü şartı imiş [bu şartları sayfalarca artırmak olanaklıdır]…

Cihad Sözcüğünün Anlamı.

Cihad Sözcüğü, “ Kur’ân-ı Kerîm’de türevleri ile birlikte dört yüz civarında yerde” geçer. “ Bu sözcüğün anlamı, kararlı ve şuurlu [bilinçli] gayret etmek demektir”.

İslâm literatüründe [dil biliminde], bu gayretin bedensel olanına cihad, ruhsal olanına mücahede, fikirsel ve bilimsel olanına içtihad denilmektedir ki, hepsinin kökü cehd’dir. (…) Kur’ân bunu “ Allah yolunda gayret göstermek “ şeklinde” tanımlamaktadır.

Orhan Hançerlioğlu’da bu sözcüğü şöyle tanımlamaktadır: “ Özedeksel [maddi] ve tinsel [manevî] güçleri yüksek bir amaca erişmek için Tanrı yolunda kullanmaktır.

Yukarıda sunduğumuz bu iki tanıma şunu da eklemek gerekir:

Zulme karşı savaş da bir cihattır. Çünkü aşağıda sunulacağı üzere, İslâm Peygamberi, “ zulme sessiz kalanlar dilsiz şeytanlardır” diye buyurmuştur.

Kur’ân’a göre zulüm insanın eseridir. Tanrı hiçbir zaman ve en küçük anlamda bile insanlara zulmetmez [ Bak: 4. Nisâ Sûresi 40. âyet, 10. Yunus Sûresi 44. âyet].

Kur’ân’ın ve İslâmın cihad anlayışı budur.

Bir önceki makalemizde bütün devrimlerin akıbetine İslâm Devrimi’nin de uğradığını ve devrimi karşı devrimin izlediğini sunmuştuk. Hazret-i Muhammed Alî’nin öncülük ettiği devrimi Emevîlerle birlikte karşıdevrim izledi. Allah’ın, zorunluluk olmadıkça, yani savunma durumuna düşmediğiniz takdirde cihada kalkışmayınız buyruğu, bir gelir kaynağı oldu.

Özellikle Halife Ömer’den sonra İslâmı yaymak adı altında, dünyanın zenginlikleri yağmalanıyordu. Örneğin, İran Sarayı’nın ve halkının soyulması sonunda Medine’ye getirilen altın yığınını gören 2. Halife Ömer, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştır. Bunu görenler, “ Ya Ömer neden ağlıyorsun?” diye sorunca, “ bu altınlardan sonra artık İslâm bitmiştir. Ben buna ağlıyorum” diye cevap vermiştir.

Emevi Halifesi Ömer Bin Abdülaziz, “ ben Allah’ın vergi toplayan tahsildarı değilim diyerek yağmaya, soyguna başkaldırmıştır.

Hıristiyan doğu bilimciler ve onun etkisinde kalan bizim aydınlarımız, nedense, sürekli olarak İslâmın yaşadığı bu geriye dönüşe, yani irtica’a bakarak İslâm hakkında karar veriyorlar.

Hazret-i Muhammed [s.a.v]’in Cihad Anlayışı.

O’nun asla silahlı savaş yanlısı olmadığına ilişkin binlerce hadis ve birçok sünnet vardır. Biz burada, hadislerinden birkaç örnek vereceğiz:

• Resûlullah, “ Cihadın en erdemlisi hangisidir?” diye sorulunca zulmeden sultanın yanında doğru sözü söylemektir”. Diye buyurmuştur.

• Peygamberimize göre en büyük, yani en kutsal savaş [Cihad-ı Ekber] nefse karşı verilen savaştır…

• Düşmanla buluşmayı istemeyin, fakat buluşunca dayanın artık.

• Barış yapılmış kavme ait birisini, savaş açmadan öldüren kişiye Allah cennetini haram eder [ Gölpınarlı, s. 177].

• Savaş [yane Cihad] dörttür. [Bunlar] iyiliği buyurmak, kötülüğü yasaklamak, dayanma gereken işlerde dayanıp sabretmek, kötü kişiyi sevmeyip, kötülüğünü reddetmek [ Gölpınarlı, s.145].

Görülüyor ki, Hz. Peygamber sadece savunma savaşına izin vermiştir. O, “düşmanla buluşmayı istemeyin. [Ama] buluşunca da savaşın” buyurarak saldırıdan yana olmadığını açıkça ilan etmiştir.

Hazret-i Alî [k.v]’nin Savaş Anlayışı.

“ene [ben] Kur’ân-ı nâtıkım [ ben konuşan Kur’ân’ım]” diyen ve “ eti, kemiği ve rûhu” Allah’ın Sevgilisi ile bir olan Hazret-i Şâh’ın, Hz. Muhammed’den farklı düşüneceğini söylemek saçmalık olacaktır.

Mısır Valisi Malik bin Harise gönderdiği emirnâmede şunları buyurmuştur:

• Savaş sırasında düşman barış önerisinde bulunursa, düşmanın hile yapmak istediği kanısında değilsen, barış önerisini kabul et.

Demek ki Alî’ye göre kural olan savaş değil barışmış ve savaş düşmanın saldırısının ürün imiş.

• Düşmanlarla daha önce bir anlaşmaya armış isen, sakın nedensiz yere kan dökme ve önerdiğin söze bağlı kal.

Esasen, “ nefsine egemen olman, en büyük güç ve kudrettir” “ Nice kan vardır ki, onu dîl [söz] döker”. “ mazluma yardımcı ol, zâlime düşman ol Vb. Vb.” diye buyuran bir insanın kan dökücü olduğunu söylemek iftira etmekten başka bir şey değildir.

Acaba Kur’ân Bu konuda Ne Buyurur?

Cihad Zalimlere ve Zulme Karşı Yapılmalıdır.

Hz. Muhammed’in peygamberliğinin 5 veya altıncı yılında inen 25. Furkan Sûresinin 52. âyeti açıkça cihadı, düşünceye karşı düşünsel savaş olarak tanımlamaktadır:

“ O halde Kâfirlere, sen, asla boyun eğme…

Kur’ân’la aç büyük cihad bütün gücünle”...

4.Nisâ Sûresi 75. âyet şunu buyurmaktadır:

“ Nasıl olur da Allah yolunda savaşmayı ve: “ Ey Rabbimiz!... Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtarılıp özgürlüğe kavuştur ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder” diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmayı ret edersin.

8 Enfal Sûresi 39.

“ Ve artık zulüm ve baskı kalmayıncaya ve [insanların] kulca yönelişleri bütünüyle yalnızca Allah’a adanıncaya kadar onlarla savaşın…

Bu iki âyet açıkça savunma savaşlarına izin vermektedir. Eğer halk “ bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar” diye feryat ediyorsa, çekinmeden savaşmayı buyurmaktadır. Zulme karşı savaştan kaçınılmayacağını emretmektedir.

• Kur’ân İslâma İnananlara savaşı buyurmaktadır. Ama bu savaş saldırı savaşları olmayıp savunma savaşlarıdır:

2. Bakara Suresi’nin aşağıda yer alan buyrukları bu yargımızı açıkça kanıtlamaktadır:

( 190 ) Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşın, ama (amacınızı aşıp) saldırganlık yapmayın, doğrusu Allah saldırganları sevmez…

Kur’ân kime karşı savaşılacağını ikircikğe yer vermeden açıklamaktadır: - -Size karşı savaş açanlarla savaşın…

Peki onlarla savaşmayıp ta teslim mi olalım?

( 191 ) ….. Onlar size savaş açmadıkça Mescîd-i Harâm civarında onlarla savaşmayın, ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün hakikatı inkar edenlerin cezası böyle verilecektir.

( 192) Ancak vazgeçerlerse (siz de bırakın) unutmayın ki Allah çok affedicidir.

( 193 ) O halde zulüm ve baskı kalmayınca ve yalnızca Allah’a kulluk edinceye kadar onlarla savaşın; ancak vazgeçerlerse [bilinçli olarak] zulüm işleyenlerin dışındakilere karşı tüm düşmanlıklar sona ermelidir.

Bu tür savaşlara savunma savaşı, meşru müdafaa adı verilir ve bu gün yürürlükte olan hukuk bu savaşlara suç yükleyemez.

• Cihad Hakk’ı İnkar Edenlere Karşı Yapılır..

9. Tevbe Sûresi’nin 123. âyeti şöyle der:

“ Hakk’ı inkar edenlerle savaşın”.

Aynı Sûrenin 73. âyetinin buyruğu da şöyledir:

( 73 ) Ey Peygamber!.. hakkı inkar edenlerle ve münâfıklarla yılmadan savaş; ve onlara karşı kararlı ve ödünsüz davran ki, [ pişman olup tevbe etmezlerse] varacakları yer cehennemdir, ne kötü duraktır orası.

• Ütopik Olmayan Her Devrim gibi, İslâm Devrimi de kendisini Korumuştur.

İslâm dini gerçekçidir… O Hint fakirizmine de; “ bir yanağına tokat inmişse öteki yanını da çevir” diyen Hıristiyan mistisizmine de benzemez. Bu nedenle istisnai hallerde savaşa izin vermiştir ve hatta bu savaşı kutsal saymıştır.

İslamın kutsal saydığı savaş, yani cihat, öncülük ettiği devrimin yerine oturması ve güvenlik içinde yaşaması için yapılır. Amaca ulaşılınca savaşı hemen durdurmak gerekir.

Tevbe Sûresinin aşağıda yer alan âyetleri bu yargımızı desteklemektedir:

( 11 ) Ama [yani bütün bu azgınlıklara karşın] yine de tevbe eder, salâta katılırlar ve arınma için gerekli yükümlülükleri yerine getirirlerse onlar artık din kardeşleriniz sayılırlar.

( 12 ) Fakat bir anlaşma yaptıktan sonra antlarını bozarlar da dininizi karalamaya kalkarlarsa, o zaman, [kendi] antlarına saygısı olmayan bu sadakadsizlik simgesi kimselerle savaşın…..”

• Kur’ân-ı Kerîm Nefse Yönelik Uğraşıları da Cihad [Savaş] Olarak Nitelemiştir.

22.Hac Sûresi 78.âyet

“ Ve Allah’ın davası için, O’nun yolunda gösterilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin……”

29. Ankebut Sûresi

Ama davamız için üstün gayret gösterenleri, Bize varan yollara kesinlikle yöneltiriz….”

5 Maide Sûresi 35. âyet:

“ Ey iman etmiş olanlar!... Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa eresiniz.

47. Muhammed Sûresi 4. âyet:

“Hakikatı inkar edenlerle savaşınız ama direnişleri kırılırsa bağışlayın”.

61. Saf Sûresi 11. âyet

“…… Allah yolunda malınız ve canınızla gayret gösterirsiniz bu sizin kendi iyiliğinizedir”.

Tanrı Kur’ân’da da buyurduğu üzere, “ her şeyi zıt yaratılmıştır”. Yani Yüce Allah, her hangi bir şeyi zıttı [çelişkisi] ile birlikte yaratmıştır. Kur’ân’ın bu buyruğunu F. Engels, “ doganın diyalektiği “ diye tanımlamaktadır. Madem ki her şey, kendi çelişiği ile birlikte yaratılmıştır, öyleyse iyiliğin de bir çelişiği olmak gerekir. İyiliğin karşıtı da kötülüktür.

Sınıflı topluma geçişten bu güne iyilikle- kötülük veya zalimlerle mazlumlar sürekli kavga halindedir.

Bu kavgaların sonu yok mudur?

İslâmın şeklinde kalanlara göre: Cennet’te, ne zalim ve ne de mazlum olacaktır… Tabii zalim mazlum çelişkisi olmayınca ebedi barış olacaktır.

Biz Bektaşîlere göre ise, âşıkların ve abdalların yolu olan Bektaşîlik, bütün insanlık tarafından özümsenirse ve yaşam kılavuzu olursa, sonsuz barış yaşanacaktır. Çünkü, Bektaşîlik eğitimi sonunda, bütün insanlar, kötülüğün kaynağı olan nefsi yok edecektir…

Sosyalistlere göre: Sınıflar ortadan kalkınca, bu dünyada insanlık cenneti yaşayacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Tanrı ve O’nun Tebliğcisi olan Hz. Muhammed doğanın kuralını gerçekçi biçimde yorumlamış ve savunma savaşlarına, sınırları da aşmamak koşulu ile izin vermiştir…

Neden Bu Konu Üzerinde Duyarlılık [hassasiyet] Gösteriyorum?

Yetmiş altı yaşına geldim. Bu yetmiş altı yaşın elli beş yılını; bu vatanda yaşayan insanların; özgür ve mutlu olmaları ve de ataları Hacı Bektaşlar, Mevlânalar, Yunuslar, Şeyh Bedrettinler gibi insanlığa paha biçilmez armağanlar sunmaları için harcadım… Söylemesi çok ayıp bir hayli de bedel ödedim.

Elli beş yılın sonunda görüyorum ki, bu gün dünyanın en rezil bir yönetimi ile yönetiliyoruz.

Üstelik, bu yönetim, Hacı Bektaşların, Mevlânaların, Yunusların, Mustafa Kemalların torunları tarafından ısrarla desteklenmektedir.

Bu çarpıklığı, bu yanlışı açıklayacak onlarca, belki de yüzlerce neden vardır elbette.

Bana göre bu onlarca nedenin başlarına, Türkiye Aydınının [aslında aydın değil de okumuşunun demek gerekir] İslâm dini düşmanlığını koymak gerekir.

İslâm Dini ile İrtica arasına bir duvar çekmemesini, her ikisini de bir sepete atmasını koymak gerekir.

Türkiye’nin devrimcilerinin bir bölümü vatansızlığı marifet sayarken, öteki bir bölümü de dinsizliği marifet saymaktadır.

Oysa bu halk çocuklarını:

Annem beni yetiştirdi bu illere yolladı

Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal etmem saldırmazsan düşmana

diye diye büyüdü. Sen onun elinden vatanını, Allah’ını alıyorsun, sonra da halkın desteği ile devrim diyorsun.

Bu kafa ile sen her zaman sadece çam devirirsin.

Saygılarımla

Şakir Keçeli

ulusalkanal.com.tr