Doğu Perinçek: "Türk Hakim Kültüründe En Kötü Devlet, Devletsizliğe Yeğlenir."
Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek Asya'da Devlet Birikimi: Uluslararası Çalıştayı'nda konuştu. Perinçek "Türk hakim kültürüne baktığımız zaman, en kötü devlet, devletsizliğe yeğlenir." ifadelerini kullandı.
Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek Asya'da Devlet Birikimi: Uluslararası Çalıştayı'nda konuştu. Perinçek "Türk hakim kültürüne baktığımız zaman, en kötü devlet, devletsizliğe yeğlenir." ifadelerini kullandı. Perinçek'in konuşması şu şekilde:
Asya’da Devlet Birikimi Uluslararası Çalıştayı’na Sunuş
Batı Asya’da Kerim Devlet
17 Kasım 2023, İkinci Oturum
Sayın Başkanı, Değerli Biliminsanlarımız ve Konuklar,
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
"Öncelikle Kerim Devlet, Devlettir"
Kerim Devlet, devletsiz ya da sınıfsız toplumun bir türü değildir. Kerim Devlet de devlettir; her devlet gibi toplumun sınıflara ayrıldığı tarihsel süreçlerde varolmuştur. Kerim Devlet, mülk sahibi sınıfların, Türkçe adlandırırsak beyler sınıfının örgütlenmesidir. Devletin başında kağan ve İslamiyet sonrasında da hakan ya da sultan bulunmaktadır.
Asya Bozkırında, Orta Asya'da, Asya'nın kuzeydoğusu ve kuzeybatısında yapılan kazılar ve araştırmalar, sınıflaşma süreçlerinin daha MÖ 1000'de ve hatta öncesinde başladığını ortaya koymuştur. MÖ 5. Yüzyıla ait mezarlarda tiginlerin Altın Elbiseleri bulunmaktadır. Hsiungnular dönemine ait kazılarda da beyler sınıfının varlığı görülmektedir. Özellikle son zamanlarda Çinli ve Moğol arkeologlar, 2017 yılından bu yana yaptıkları kazılarda ulaştıkları bulguları değerlendirerek, beyler sınıfı ile yönetilen halk kesimi arasındaki sınıfsal çelişmelerin keskinliğine, toplumsal hiyerarşinin gelişmişliğine ve Hsiungnuların çok geniş bir ticaret ağı kurduklarına işaret ediyorlar.
MS 6.-8. Yüzyıllara ait Göktürk Kağanlığı dönemine ait yazılı belgeler, beyler sınıfının çok zengin varlığa sahip olduğunu gösteriyor. Örneğin Kül Tigin'in 4.000 attan oluşan sürüsü, altınları, gümüşleri ve serveti vardı. Orhon Yazıtları, büyük at sürülerine ve zenginliklere sahip olan beyler sınıfının devleti örgütleme süreçlerini anlatır.
Devletsüzlüğün Şerri
Türk hakim kültürüne baktığımız zaman, en kötü devlet, devletsizliğe yeğlenir. Çünkü Devletin kuruluşu, kabileler arasında boğazlaşmaların sonunu getirmiş, kabilelerin birbirlerini yağmalamarına, kadın ve çocuklarını kul yapmalarına son vermiştir.
Bütün bu tarihsel tecrübenin destansı ürünü olan Dede Korkut Kitabı'nın en başında devletin kuruluş ve yükseliş çağındaki koruyucu rolü şöyle özetlenmiştir:
"… devletlü oğul kopsa tirkeşinde tirüdür, devletsiz oğul kopsa ocağınun körüdür; oğul dahi neylesün baba ölüp malı kalmasa; baba malından ne fayide, başta devlet olmasa. Devletsüz şerrinden Allah saklasın kamumuzu."
Tarihsel Konum
Kerim devlet, tarihsel olarak feodal döneme aittir.
Tarih verecek olursak, kökleri MÖ 8. Yüzyılda Sakalara (İskitlere) ve özellikle MÖ 2. Yüzyılda Hsiungnulara kadar uzatılabilir.
Türklerin devletleşme sürecinin başladığı MÖ Birinci Binyıldan Feodal Türk Devletinin ilerici karakterini koruduğu MS 15. Yüzyıla kadar uzanan iki bin yılı aşan bir süreçte gelişti ve Osmanlı Devletinin halk üzerindeki tahakkümünün ağırlaştığı koşullarda tarih oldu.
Coğrafyası
Kerim Devlet’in coğrafyası, Orta Asya ve Batı Asya’dır.
Türk Devlet Geleneğine Aidiyeti
Kerim Devletin tipik örneklerini Türk kavminin devlet geleneğinde görüyoruz. Bedevî Arapların Hazreti Muhammet önderliğindeki Medeniyet Devriminin ilk dönemlerinde, 7.8. yüzyılda da “Kerim Devlet” diye anabileceğimiz anlayışlara rastlıyoruz.
Kerim Devletin Türk geleneğine özgü oluşu, Kutadgu Bilig'de de dile getirilmiştir:
"Eğer dikkat edersen, görürsün ki,
dünya beylerinin en iyileri, Türk beyleridir.
Tanım
Kerim Devlet, Türk kavminin feodal çağında, halk üzerinde hafif devlet ve hafif ordunun teorisi olarak özetlenebilir. Orta Asya'daki devlet geleneği, Atlıçoban kültüründeki köklerinden kopmamıştı. Büyük servet birikimi yoktu. Meta üretimi çok gelişmemişti. Kabile toplumunun eşitlikçi ilişkileri bütünüyle dağılmamıştı. Bu toplumsal ekonomik koşullarda devlet ve ordu, Firavunların Mısır'ı, Atina, Roma, Çin ve Bizans benzeri büyük servetlere ve aşırı eşitsizliklere dayanan devletler gibi toplum üzerinde ağır bir yük oluşturmadı. Devlet ile toplum, hakan ve beyler ile halk arasındaki ilişkide daha eşitlikçi özellikler vardır. İşte bu toplumsal-ekonomik kuruluş, Kerim Devlet kuruluşuna da temel oldu.
Yazılı Kaynaklar
Kerim Devletle ilgili yazılı kaynaklar, MS 6. Yüzyıl ile 15. Yüzyıl arasındadır:
Birinci Göktürk Kağanlığı döneminden kalma Bugut Yazıtı, MS 6-7. Yüzyıl.
İkinci Göktürk Kağanlığı dönemine ait Orhon Yazıtları, 8. Yüzyıl.
Orhon Uygur Kağanlığı dönemine ait Kara Balasagun Yazıtı, 9-10. Yüzyıl.
Yusuf Has Hacib'in 1069-1070 yıllarında yazdığı Kutadgu Bilig.
Kaşgarlı Mahmut'un 1074’te yazdığı Divanü Lügat-it Türk.
Nizamülmülk'ün 1086-1092 yıllarında yazdığı Siyasetname.
Şeyhoğlu Mustafa’nın 1401 yılında kaleme aldığı Kenzü'l Küberâ ve Mühekkü'l Ülemâ (Büyüklerin Hazinesi Âlimlerin Mihenk Taşı) adlı kitabı.
Sözlü olarak çok eski tarihlerden gelmekle birlikte, elde bulunan Dresden ve Vatikan yazmalarının 16. Yüzyılda yazıya geçildiği tahmin edilen Dede Korkut Kitabı.
Ebülgazi Bahadır Han’ın 1659 yılında yazdığı Şecere-i Terâkime ve 1663-1664 yıllarında yazdığı Şecere-i Türk.
6-7. Yüzyıl Bugut Yazıtları’nda
Birinci Göktürk Kağanlığı dönemine ait Soğd ve Sanskrit Brahmi dilleriyle yazılmış Bugut Yazıtlarında, Göktürk Kağanı Mukan Kağan ve oğlu Tatpar hakkında yazılanlar, Kerim Devletin ilk ipuçlarını veriyor. Kerim Devlet, halkı doyuran ve koruyan devlettir. Yazıtta şöyle deniyor: “Mukan Kağan halkı besledi. Şimdi yine siz, İlahî Maga Tatpar Kağan da yedi şehre hükmediniz ve halkı besleyiniz.”
8. Yüzyıl Orhon Yazıtları’nda
Orhon Yazıtları'nda devletin varlık nedeni, işlevi ve halkla ilişkisi çok özlü anlatılır. Devlet, zor gücüyle toplum üzerinde itaati sağlar. Devlete itaat eden, bodun denen bağımlı halk "işi gücü vererek" beyler sınıfını zenginleştirirler. Ancak devlete sahip olan hâkim sınıfın kendisine bağımlı halka refah sağlama sorumluluğu da vardır. Kerim Devlet Teorisinde devletin zor gücü, halkın işini gücünü vermesi için itaati kabul ettirmek yanında halkın yaşam koşullarını sağlamak işlevini de yerine getirir.
İkinci Göktürk Kağanlığı döneminde Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin adına dikilen Orhon Yazıtları’nda devletin örgütlenmesi ile bodunun, başka deyişle Kağana bağlı olan halkın yaşam koşullarının sağlanması hep birlikte anılır. “Örgütsüz Göktürkü düzene sokarak hüküm süren Kağanlar, devlet örgütünü yönetir, hukuku ve kurumları düzenlerler." Bu süreç, Bilge Kağan’ın ağzından şöyle özetlenir:
"Yokluk içindeki yoksul halkı hep derleyip topladım. Yoksul halkı zengin kıldım. Az halkı çok kıldım. Yoksa bu savımda yalan var mı? Türk beyleri ve bodunu bunu işitin! Türk bodununun dirilip devlet tuttuğunu buraya taşa vurdum."
Yine Orhon Yazıtları’nda Bilge Kağan, devletin görevini, başka halkları itaat altına alarak iş ve güçlerinden yararlanma, kaynaklarına el koyma, barışı sağlama, hukuku düzenleme, devlet kurumlarını oluşturma ile kendi bodununu zenginleştirme arasındaki bağı bir devlet kuramcısı söylemiyle şöyle anlatır:
"Çıplak halkı giyimli, yoksul halkı zengin kıldım. Az halkı çok kıldım. Güçlü devleti olandan, güçlü kağanı olandan iyi kıldım. Dört bucaktaki halkları hep bağımlı kıldım, düşmansız kıldım. Hepsi bana itaat ettiler. İşi gücü verirler. Bunca hukuku ve kurumları kazanıp…"
9. Yüzyıl Kara Balasagun Yazıtı’nda
745 yılında Göktürk Devletini yıkarak hakimiyetini kuran Orhon Uygur Devleti dönemine ait yazıtlar da, Kerim Devlet anlayışını dile getiriyor. Kara Balasagun Yazıtı’nın Çince Yüzünde, Alp Bilge Kağan şöyle anlatılır:
O, bir esirgeyici ve koruyucu idi. Kendi halkını himaye ve müdafaa ederdi.
Yazıtın Türkçe (Eski Uygurca) yazılı yüzünde ise, Alp Bilge Kağan’ın oğlu Kutluğ Kağan için şöyle yazılmış:
“Kuluçkadaki yumurtalarını muhafaza eden bir tavuk gibi tebasını koruyordu.”
Türk Tarihinde Devlet Teorisinin Özel Yüzyılı
Türk kavminin tarihinde 11. yüzyıl, feodal devletin kuruluş ve yükselişinde parlak bir dönemdir. MÖ 8. yüzyılda Sakaların (İskitlerin) devletleşmesiyle başlayan bu süreç, Hsiungnulardan, Sienbeilerden, Göktürklerden, Uygurlardan geçerek Karahanlı, Gazneli ve Selçuklularda en olgun aşamasına geldi. 11. yüzyıl, Türklerin devlet kuruculuğu ve uygarlık tarihinde bir doruk olarak görülebilir. Nerdeyse 2.000 yıllık bir zamanı kapsayan bu süreçte Türkler, Atlıçoban kültürüyle ve komşu ülkelere akınlarla elde ettikleri zenginlikler sonucu sınıflara bölündüler ve devletler kurdular. Ne var ki feodal beyler sınıfı ile Orhon Yazıtları'nda Karabodun diye anılan halk arasındaki sınıfsal çelişmeler, aşırı boyutlarda olmadı. Meta ekonomisi Yunan ve Roma'da insanı da alınır satılır hale getirecek ölçülerde gelişmişti. Oysa Türklerin feodal tarihinde üretim esas olarak köle emeğiyle yapılmadı. Köleler ve cariyeler, saray hizmetleriyle sınırlı kalmıştı. Özetle Türklerin kabile toplumundan feodalizme geçiş sürecinde ağır sınıfsal tahakküme temel oluşturacak bir toplumsal-ekonomik yapı görülmüyor.
Bu koşullar, Kerim Devlet diye anılan devlet kurumlaşmasının da koşulları oldu. Devlet, huzur ve barışı sağlayarak insanların hayatlarının ve mallarının güvencesini oluşturuyor, ayrıca üretimin ve ticaretin gelişme koşullarını güvence altına alıyordu.
11. yüzyıl Devlet Teorisi açısından da özel yüzyıldır. Farslar ve Türkler devlet birikimlerini teoriye yansıtan büyük eserlerini bu yüzyılda ürettiler.
Olay, 10. yüzyılda Farabî'yle başlıyor, İdeal Devlet'ini 910-912 yılları arasında yazıyor. Firdevsî Şahname'yi 1004 yılında bitiriyor. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig'i 1069-1070 yılları arasında yazıyor. Nizamülmülk'ün Siyasetname'yi kaleme alış yılları ise 1086-1092'dir. Devlet Teorisinin Asyalı büyük kurucularının 11. yüzyılda buluşmalarının nedeni ise, Türklerin devlet pratiğinin 11. yüzyıldaki büyük atılımıdır. Farslar da, bu büyük atılıma karşı, Firdevsî’nin kaleminden kendi devlet geleneklerini canlandıran Şahname’yi yazdılar.
Kerim Devletin Halkı Zenginleştirme Görevi
Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, denebilir ki, Kerim Devlet teorisinin en kapsamlı, en sistemli ve en edebî eseridir.
Yusuf Has Hacib, Devleti Kerim Devlet olarak şöyle tanımlar:
"Bu ili [devlet örgütünü] yönetmeye çok er at ordu gerek
Er at beslemeye çok mal servet gerek
Bu malı almaya bir gerek zengin bodun
Bodunu zengin kılmaya kurum ve yasa kodun."
Görüldüğü üzere, devleti örgütlemek için zengin bir halkın gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Devlet kurumları ve yasalar ise, halkı zengin kılmak içindir.
11. yüzyılda Karahanlı Devleti'nde büyük mülkiyet ve zenginlik hem iktidarın kaynağıdır hem de iktidar sahiplerinin amacıdır.
Yusuf Has Hacib, kitabında devletin hâkim sınıfının "hazineyi büyütme" ve "mal toplama" görevini belirtir. Kutadgu Bilig, özel mülkiyeti devletin varlığı için zorunlu görür, ancak özel mülkiyetin halkın sırtında ağır bir yük oluşturması durumunda devlet için ciddî tehlikeler doğacağına da dikkat çeker. Bu açıdan Yusuf Has Hacib'in Devlet Teorisi, Kerim Devlet teorileri içinde seçkin bir yere sahiptir.
Kutadgu Bilig’in, halk sınıfları içinde özellikle tarımcılar ve hayvan besicileri hakkında övücü sözleri dikkat çekiyor:
"Tarığçıların (çiftçilerin) elleri geniş olur."
"Hayvan yetiştirenler, dürüst insanlardır, gizli kapaklı tarafları yoktur, hiç kimseye de yük olmazlar."
Nizamülmülk, Türk Devletlerinin Kerim Devlet geleneğini sürdürür. Padişah, toplumda huzuru sağlamakla, ülkeyi bayındır kılmakla, yoksulları doyurmakla sorumludur. Siyasetname, en başında daha ilk fasılda, Padişahın yapacağı işleri belirlemiştir: Yeraltı su yolları açtırmak, ırmaklara kanallar yaptırmak, köprüler inşa ettirmek, toprağı verimli kılmak, hisarlar ve kentler kurmak, yüksek yapılar yaptırmak, kentleri düzenlettirmek, medreseler ve görkemli konutlar yaptırmak… Hükümdar, bu işleri başararak "kubbede hoş bir seda bırakır ve sevap kazanır."
Nizamülmülk, Padişahın fakirleri doyurmasına örnek olarak Tuğrul Bey'i verir. Sabah geziye çıktığı veya ava gittiği zaman yanında yiyecek yüklü 20 katır bulunmaktadır.
Nizamülmülk'e göre çok mal biriktirmek, melikin yıkılacağına işarettir. Firavun suda boğulduğu zaman, mutfağında halk için iki zayıf koyun bulunuyordu. Cihanda cömertlikten ve ihsanda bulunmaktan daha iyi bir iş yoktur.
Halk, topluma ekmek ve tuz hakkı tanıyan, halkı hoş tutan, tebaanın gönlünü alan yöneticileri tutar.
Nizamülmülk'ün vergi sistemi de Kerim Devlet anlayışıyla açıklanabilir. Üretimi tahrip edecek ağırlıkta vergi alınmamalıdır. Vergi, lütufla ve iyi sözle toplanmalıdır. Vaktinden önce istenmemelidir.
Zulümle Hüküm Süremeyen Devlet Anlayışı
Kerim Devletin sınıf hakimiyet sistemini Yusuf Has Hacip olsun, Nizamülmülk olsun, Kutadgu Bilig, bütün çıplaklığıyla ortaya koyarlar. Kutadgu Bilig’de şöyle yazıyor:
"Kul kendi seçimi dışında hizmet eder;
iş görmezse beyden dayak yer.
hür insana hür muamelesi yap, kulu da kul gibi kullan."
Yusuf Has Hacib, beylere şöyle öğüt verir:
Avam halk görgüsüz olur; ilişkilerinde de
ne töre ne de usul vardır.
Fakat yine bunlarsız iş olmaz;
onlara iyi davran, fakat arkadaşlık etme.
Kutadgu Bilig, halkın beylere itaat görevini saptamakla birlikte, zalimlerin uzun süre beylik yapamayacağını ve halkın zulme dayanamayacağını da vurgulamıştır. Yusuf Has Hacib, beyler sınıfına halkla ilişkisinde sopa siyaseti yanında havuç siyasetini öğütler:
"Zalim kişi uzun süre beyliğe sahip olamaz;
zalimin zulmüne halk uzun süre dayanamaz
zalim memleketine [devletine] uzun süre hükmedemez
Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar.
Siyasetname'de de, Devletin güvenliği her zaman önceliklidir. Ancak bu güvenlik, tek başına devletin silahlı gücüyle sağlanmaz. Nizamülmülk, üretim yapan reayaya, diğer halk sınıflarına ve kölelere insaflı davranılması esasını devlet yönetiminin temel ilkeleri içinde vurgular. Siyasetname'deki hikâyelerin çoğunda, ezilen sınıflara merhametli, adaletli, şefkatli davranılması öğüdünü görürüz. Hükümdarlar, kumandanlar ve beyler, bu özellikleri sayesinde halkı itaat altında tutarlar. Nizamülmülk, bu ilkesini çok özlü ve cesur bir dille ifade etmiştir:
"Küfr ile belki amma zulm ile paydâr kalmaz memleket."
Nizamülmülk'e göre adaletin uygulanması için mutlak surette İslam olmaya gerek yoktur. Onun Devlet Teorisinde adalet, mertebe olarak İslamdan üstündür.
Kerim Devletin Töreye, Hukuka Bağlılığı
Töreye bağlılık, Türk Devlet geleneğinin temelindedir.
Yusuf Has Hacib, bu devlet geleneğinin köklerini Turan Padişahı Alper Tunga’ya, Şahname’deki adıyla Afrasiyâb'a dayandırır: Kılıç vurup düşmanın boynunu biçmiş, ilini ve halkını törü yoluyla düzene sokmuştur."
Divanü Lügat-it Türk’te Kaşgarlı Mahmut’un aktardığı atasözü, Hukuka bağlılığın devlete bağlılıktan önce geldiğini vurgular:
"İl kalır, törü kalmaz."
Günümüz Türkçesiyle: "İl (Devlet) bırakılır, törü bırakılmaz."
Yine Kutadgu Bilig'de hükümdarın ili düzenlemesi ve barışı sağlaması aynı kalıpla şöyle anlatılıyor:
İlini yönetti düzenledi zenginleştirdi budunu
Kurt koyun ile su içti o devirde."
Geleneğin köklerini yine Orhon Yazıtları’nda buluyoruz. Göktürk Devleti'nin Bumin ve İstemi Kağan tarafından kuruluşu, hukukun ve kurumların düzenlenmesi ve halkın huzuru arasındaki bağ şöyle vurgulanır:
"İleride -Doğuda- Kingan dağlarına kadar, geride -Batıda- Demir Kapı'ya kadar halkları yerleştirmişler. İkisinin arasında örgütsüz Göktürkü düzene sokarak öylece hüküm sürerler imiş. Beyleri de halkları da barış ve düzen içinde imişler kuşkusuz. Onun için ili [devlet örgütünü] öylece yönetmişler kuşkusuz. İli yönetip hukuku ve kurumları düzenlemişler."
En önemlisi, Kutadgu Bilig'de vurgulandığı üzere, Törenin hükümdarı ve beyleri de bağlamasıdır. "Beylik kanun [törü=hukuk] ile ayakta durur." "Beylik çok iyi bir şeydir, fakat daha iyi olan yasadır [törüdür] ve onu doğru uygulamak gerekir."
Törü, "halkın hakkıdır." Halk "kanun [törü] himayesinde sevinç içinde yaşamalı"dır. Kutadgu Bilig'in hukuku "halkın hakkı" olarak saptaması, çok ileri bir anlayışı ifade ediyor. Böylece hukuk beylerin hâkimiyetini düzenlemenin ötesinde, keyfî yönetime set çekiyor ve halka korunma güvencesi sağlıyor.
Kutadgu Bilig, İngiliz Kralının 1215 tarihindeki ünlü Magna Carta Fermanı'ndan 145 yıl önce Türk devletlerinin hukukla (Törü) bağının çok daha ileri bir anlayışa dayandığını belirtiyordu. Magna Carta Fermanı'nda hukuk, hükümdarın ihsanıydı, Türk Devleti'nde ise Kutadgu Bilig'de belirtildiği üzere "halkın hakkı"ydı.
Törü, zulme karşıdır: "Törü su gibidir; zulümse ateş gibi her şeyi mahveder." Zulüm ateşini söndürmek, hükümdarın görevidir. Yasa önünde bey ve kul eşittir. Kutadgu Bilig’in kahramanı Hükümdar Kün-Toğdı, yasa önünde eşitliği şöyle dile getirir:
"Ben işleri doğruluk ile hallederim;
insanları bey veya kul olarak ayırmam.
Kanun [törü] karşısında benim için hepsi birdir;
hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz."
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’te hakana ve beylere şöyle seslenir:
Ey hakîm memlekette uzun süre hüküm sürmek istersen,
kanunu [törüyü] doğru yürütmeli ve halkı korumalısın.
Kanun [törü] ile ülke genişler, dünya düzene girer;
zulüm ile ülke eksilir, dünya bozulur.
Halk kanun [törü=hukuk] himayesinde sevinç içinde yaşamalı,
parayı görerek hizmet edenlerin de yüzleri gülmeli.
Bu iki zümre beyden memnun olursa
memleketi [devleti] ve idaresi düzene girer, bey huzura kavuşur
Herhangi bir bey halka kanun [törü] vermez
halkı korumaz ve halkın serveti kapanın elinde kalırsa;
O halkın içine ateş atmış olur; memleketi [devleti] bozulur
ve hiç şüphesiz beyliğin temeli yıkılır."
Paylaşmacı Komutan
Yusuf Has Hacib, ordunun etkin olmasında kumandanın yeteneklerine büyük önem verir. Kumandan seçkin olmalıdır. "Çok çevik, sert, tecrübeli" kişilerden seçilmelidir. "Cömert, cesur, alçakgönüllü, sofrası açık ve soğukkanlı" olmalıdır:
"O bütün malını askere dağıtmalı,
birçoklarını dost ve silah arkadaşı edinmelidir.
Kendisine bir at, giyim ve silah ayırması yeterlidir;
meşhur olup dünyaya nam salmak ona yeter.
Çoluk, çocuk ve karım diye mal toplamamalı,
mülk ve bağ bahçe edineceğim diye gümüş yığmamalı
O bütün arzusunu kılıcıyla istemeli
vurup almalı, vermeli ve böylece şöhretini büyütmeli
Silah arkadaşlarını yedirip içirmeli, giydirip kuşatmalı,
onlara çok at ve koşum, köle ve cariye ihsan etmeli
Böyle olursa etrafına mert yiğitler toplanır ve tatlı canlarını
feda ederek cesetlerden dağlar ve kayalar yaratırlar.
Kerim Devletin Erdemli Yönetimi ve Erdemli Toplumu
Kutadgu Bilig, Kerim Devletin erdemli bir yönetime sahip olması gerektiğini çok etkili ve edebî bir dille anlatır. Yönetim memurlarını iyi kişilerden seçmelidir. Devlet memurları, doğru, dürüst ve cömert olmalıdır. Bey, işi, işin ehline, işe yarayana, işi bilen kişilere vermelidir.
Bey iyi olursa, halk da daima ona itaat eder,
iyi ve güzel tavır ve harekete sahip olur.
Beyler iyi kişileri kendilerine yakın tutarlarsa,
kötüler de işlerinde iyi hareket etmeye mecbur olur.
Beylerin etrafını kötüler çevirirse,
memlekete tamamen kötüler hâkim olur."
Kutadgu Bilig, devlet yöneticilerine halka iyilik yapma sorumluluğu yükler. Bu iyilik, beyliğin kaynağında başlar. Hükümdar şöyle der:
"Beylik bana kötülük ile birlikte gelecekse,
istemem; o beylik senin olsun."
Yusuf Has Hacib, Ögdülmiş'in ağzından hükümdara şöyle seslenir: Boduna (halka) kanunu [törüyü] uygula ve iyi bak (…) Onları zorlama, zorlarsan memleket [devlet] için felaket olur.
Yusuf Has Hacib, bodunun zenginler, orta kişiler ve yoksullardan olduğunu belirttikten sonra, hükümdara "her şeyden önce" yoksulları korumasını öğütler.
Hükümdar da iyilik edenin Tanrı'dan iyilik bulacağını vurgular. Devlet yöneticilerine buyruğu iyilik yapmalarıdır:
"Bugünden itibaren sen dışarda halka şefkat
göster ve onun dertleriyle meşgul ol.
(…)
Kötülük istersen, git kötülük yap, fakat şunu da bil ki,
bu kötülüğün karşılığı bir gün seni inletecektir."
Kutadgu Bilig'de "Halkın zenginliği beyin zenginliğidir."
Yusuf Has Hacib, hükümdarın ve beylerin iktidarlarını ayakta tutmaları ile halkı zenginleştirmeleri arasında bağ kurar. Bilgili olan beyler, "halkın zenginliğini kendilerine kalkan" yaparlar.
Kutadgu Bilig'de beylere verilen öğüt, kendi yararından önce halkın yararını düşünmeleridir:
"Kendi yararını arama, halkın yararını düşün;
Senin yararın halkın yararının içindedir
(…)
Memleketin faydasını kendi çıkarınla uzlaştır
(…)
Kendi yararını düşünme, halkın yararını düşün."
Kutadgu Bilig'de hükümdarın halkı koruma görevi, edebî bir dille anlatılır. Yusuf Has Hacib'in erdemli yöneticisi kendi nefsinin "boynunu vuran" kişidir. Kutadgu Bilig'i okurken Nesimî'lerin, Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş Veli'lerin, Hataî'lerin köklerini de keşfetmiş oluruz:
"Sen halkı belâdan zulümden koru, iyilik yap;
elinle ve dilinle halkı sevindir.
Sağlığında her şeyi iyilikle karşıla;
Malın ve servetin varken, paylaştır ve yedir.
(…)
Bu dünya için kendini ateşe atma;
vücuttan öcünü al, nefsin boynunu kopar.
Sen bu dünyanın beyisin, ona kul olma;
o seni bırakmadan, sen onu dul bırak.
(…)
Ölümü unutma, ona karşı silah yoktur;
pusudan çıkar gibi bir gün çıkar karşına.
Ne kadar kaçarsan kaç ölüm seni yakalayacaktır;
ne kadar kalırsan kal ölüm seni alıp götürecektir.
(…)
Başkasının malını alma ve kan dökme;
ölüm döşeğinde insan bu iki günah yüzünden inler.
(…)
Ey hükümdar cimri olma, cömert ol cömert;
cömertliğin adı ebedî kalır, ölmez.
Askere, ata, orduya ve mala güvenme;
ordunun, bu altının, gümüşün sana faydası olmaz."
Kutadgu Bilig, devlet yöneticilerinin ihtişam ve şatafat içinde yaşamalarına karşı doğanın hükmünü hatırlatır. Şu beyitlerde, Yunus Emre'leri besleyen geleneği buluyoruz:
"Ey devletli hükümdar, saraylar ve köşkler yaptırma;
kara toprağın altında evin hazırdır.
Yüksek, geniş ve süslü sarayların burada kalacak,
sen de inleyerek karanlık toprak evde yatacaksın.
Niçin bu altından, gümüşten hazineyi topluyorsun;
senin hissene düşecek şey iki parça bezdir.
(…)
İpek sırma ile örtülen vücudun
kara toprağa serilecektir, ey hakîm
Seni avutan zevklerinle avunan vücudun
kara yerin altında gizlenip sırt üstü yatacaktır.
Sarsmayan, rahvan, küheylan attan inip
acizlik içinde eyersiz bir ağaca bineceksin.
(…)
Harama karışma, zulüm etme,
insan kanı dökme, düşmanlık besleyip kin gütme.
Şarap içme, fesattan uzak dur, ondan kaç
bunlar daima mülke ve saltanata zarar veren şeylerdir.
Eğer devamlı ve ebedî beylik istiyorsan,
adaletten ayrılma ve halk üzerinden zulmü kaldır."
Kutadgu Bilig'de, bir yandan hükümdarın ve beylerin zenginliklerini geliştirmelerine hizmet eden devletin gelişmiş bir teorisini buluyoruz; öte yandan zenginliğin aşağılandığına ve mülksüzlüğün kazandırdığı erdemlerin yüceltildiğine tanık oluyoruz. Bu çelişme, eşitlikçi kabile geleneklerinin bütünüyle tasfiye edilmediğini gösterir. Şu dizeler, sanki yoksulların dilindendir:
"İnsan zenginleşirse aşağılık olur;
alçak gönüllülük ancak yoksullukla mümkündür.
Çıplak doğmuş olan insan çıplak gidecektir; dünya malını
toplamak neye yarar, tekrar bırakılacak olduktan sonar.
Fakir ölürse, zahmetlerinden kurtulur; zengin ölürse
malını bırakır, fakat onun vebalini birlikte götürür.
Eğer başka bir tedbir ve çare yoksa
Bütün malını ve hazineni, hepsini dağıt.
(…)
Malını insanlara dağıt, yedir ve içir;
mal seni kullanacağına sen onu kullan.
(…)
Geride kalması yazılı malı niçin topladın;
ihtiyacından artan malı niçin başkalarına dağıtmadın?
(…)
Bir insan dünyaya tamamen sahip olsa bile,
sonunda dünya kalır; onun kısmetine ancak iki bez düşer."
Pir Sultan Abdal da 500 yıl sonra aynı temayı işliyordu:
"Yalan dünya yalan dünya
Yalan dünya değil misin?
Muhammed'i bir top beze
Saran dünya değil misin?"
Yusuf Has Hacib, açgözlüyü etkili bir dille eleştirir. Onun yoksul ve zengin tanımı ahlâkî değerlerini yansıtır:
"Gözü aç olan bütün dünyayı elde etse bile
ona zengin denilmez, denilemez.
Yoksul derler, yoksul olan kimdir;
yoksul, istediği kadar zengin olsun, açgözlü olandır.
(…)
Gözü aç insan, kara toprağın tozu
gözüne dolana kadar mala doymaz."
Kutadgu Bilig'in cömertlik tanımı zenginlere göre değildir. Cömertlik, halk için can feda etmektir:
"Cömert derler, cömert kimdir;
cömert canını feda ederek insanın hakkını verendir.
Gümüş dağıtmak cömertlik değildir
cömert halk için canını feda eder."
Emeğin Değeri
Kutadgu Bilig, insan emeğine ömürden daha büyük değer verir: Hangi işe çok emek sarf edilmiş ise insan onu sever ve onu her şeyden aziz tutar:
"İnsan ömrünü hangi şeye sarf ederse,
o şey sevimli can kadar kıymetli olur.
Ömür aziz değil, emek azizdir;
bu emeğe sarf edilmeyen hayata yazıktır."
Kerim Devletin Paylaşmacı Önderleri
Türk devletlerinin feodal yükseliş döneminde, genç feodal devletin önderlerinin kabile toplumundan kalma paylaşmacı geleneklerden henüz bütünüyle ayrılmadıklarını görüyoruz.
Ünlü tarihçi Beyhakî, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'i şöyle anlatır:
"Tuğrul günlerce zırhını ve ayakkabılarını çıkarmamış, uyuduğunda kalkanını yastık diye kullanmıştı."
Gazneli Mahmut'un babası Emir Sebük Tegin, en düşük rütbeli askerleriyle yoldaş ilişkileri için sıradan bir asker hayatı yaşardı. "Elinde bir elma olsa on kişiyle birlikte yemeyi arzu ederdi."
Cengiz Han, Moğollara yemeğe buyur etmeksizin bir başkasının yanında herhangi bir şey yemeği yasaklamıştı. Bir kimsenin yoldaşlarından daha fazla yemesini de yasaklamıştı.
Afganistan'daki Ludî Hanedanı'ndan Sultan Behlül, eline geçeni askerlerine dağıtır, hazine biriktirmezdi. Bir tahta oturmadı ve kumandanlarının huzurunda ayakta durmalarına izin vermedi. Askerlerine kardeşi gibi davranırdı.
Hindistan'ı fetheden Türk Hakanı Babür, askerleriyle aynı zorlukları paylaşır, savaş sırasında yaşanan kıtlık anlarında yemeğini adamlarıyla paylaşır, kazandaki yemeği kepçeyle dağıtır ve kendisine pay bırakmaz. Babürname'de kar ve tipide sıcak yerde kalmayı kabul etmediğini, halkın zorluklarını ve acılarını paylaştığını anlatır.
Fatih Sultan Mehmet'in babası II. Murad, gazi geleneğini canlandırdı ve sarayda değil çadırda yaşardı.
İslam devleti de gençlik döneminde kurduğu ticaret uygarlığının sınıflaşma süreçlerine önderlik etmekle birlikte, eski kabile toplumunun paylaşmacı geleneklerini de kısmen korudu. Burada örnek olarak, Hz. Muhammed ve IV. Halife Hz. Ali gösterilebilir. Ethem Sancak kardeşim, onların hayatını çarpıcı örneklerle çok güzel anlatıyor.
Taberî'nin anlattığına göre, Sistanî kahramanı Yakup Bin Leys, işrete dalan Abbasi Emiri Tavk'a karşı kazandığı zaferin nedenini, çizmesinin içinden dökülen ekmek kırıntılarını göstererek şöyle açıklıyordu:
"İki aydır bu çizmeleri çıkarmadım ve yediğim ekmek bunların içindedir. Nerde kaldı bir yatakta yatayım. Öte yandan sen oturup ayş u işrete daldın. Bana bu şekilde mi savaşmayı arzuluyordun."
Kerim Devlet Mirası
Orhon Yazıtları'nda Hakanın görevi olarak vurgulanan, "halkı zengin kılma" sorumluluğu Türk devlet geleneğine yerleşmiştir ve dünyaca ün yapmıştır. Toylarda Hakanın ve beylerin malları yağmalanır. Hakanın ve beylerin sofralarının zenginliği, aynı zamanda onların iktidarının gücünü oluşturur.
Bu gelenek, feodalizmin yükseliş dönemi boyunca devam etmiştir. 1330'larda Arap gezgini İbn Battuta Kastamonu beyliğinde tanık olduğu bu göreneği şöyle tasvir etmiştir:
"Her gün ikindi namazından sonra sultanın kabul resminde bulunması adettir. O zaman yemek getirilir, kapılar açılır, şehirli göçebe yabancı misafir kim olursa yemeğe oturmaktan men edilmez."
Kerim Devlet anlayışının Osmanlı Devleti'nin yükseliş dönemindeki yazın hayatında da varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
Âşık Paşazade'ye göre Osmanlı sarayında "ikindi vakti nöbet ururlar ki, halk gelip yemek yiyeler."
Bu konuda 14. yüzyılda yaşamış olan Şeyhoğlu Mustafa'nın 1401 yılında kaleme aldığı kitabı dikkat çekiyor. Germiyanoğulları ve Osmanlı saraylarında kazandığı devlet tecrübesini Kenzü'l Küberâ ve Mühekkü'l Ülemâ (Büyüklerin Hazinesi Âlimlerin Mihenk Taşı) adlı eserinde yazıya döken Şeyhoğlu, Kerim Devlet ilkelerini edebî bir üslûbla dile getirmektedir.
Son iki yüzyılın Millî Demokratik Devrim tarihimize baktığımız zaman,
Halkçılık, Devletçilik ve Devlet Sosyalizmi doktrinlerinin 19. Yüzyıl sonlarından beri benimsenmesi, anlamlıdır. Kerim Devlet Geleneği, Namık Kemallerin Genç Osmanlılarında, İttihat Terakki’de ve Atatürk önderliğinde yeniden canlanmıştır. Çünkü Kerim Devlet, yalnız genç Türk feodallerinin ideolojisi değildi, halkı da etkilemişti. Türk halkındaki “Devlet Baba” kavramı, aslında Kerim Devlet anlayışının halktaki izdüşümüdür.