Bir kaç ay önce, yakın bir akrabamdan iki adet mektup çevirisi geldi. Anlaşılan yıllarca bir çekmecede duran Osmanlıca yazılmış (yani Arap harfleri ile Türkçe olarak) mektuplar, latin harflerine çevrilmiş böylece mektubun neyle ilgili olduğunu öğrenebilmiş olduk. Bu yazının giriş bölümünden sonra mektubun çevirisi olacak, son kısımda ise bazı yorum ve politika önerileri olacak.
Mektup tarihe ışık tutabilecek seviyede önemli bilgi içermiyor. Aile içi yazışmalar. "Aman oğlum terli terli su içme, at arabalarına dikkat et, şu akrabam nasıl?, bunlar selam söylüyor, şuralara gittik" vs. günlük hayata dair yazışmalar.
Mektupları yayınlama sebebim bana bazı konuların ilginç gelmesi. Öncelikle, kullanılan dil bana ilginç geldi. Yani 120 yıl içinde Türkçe ifadeler nasıl değişmiş konusu ilginç. Diğer ilginç gelen konu ise mekanlar. Mektuplaşan aile üyelerinin kimi Mekke'de, kimi Yemen'de kimi İstanbul'da. Yani bugünün Türkiye'si ile benzetme yaparsak, misal Eskişehir'de görev icabı memurluk yapan bir ana-baba olsun, bir oğlu İstanbul'da üniversite okuyor olsun, diğer oğlu Antalya'da askerlik yapıyor olsun... Bunlar telefon ile görüşüyor olsunlar... Buna benzer bir aile durumunun 120 yıl önceki hali.
Mektupların tarihi 1903 ve 1904. O dönemin hayatının akışına uygun olarak telefon yok, mektup var. Mekke'de memuriyet yapan Asaf ve karısı Zehra var. İstanbul'da askeri okulda (denizcilik) okuyan küçük oğulları Haydar var.Yemen'de askerlik yapan ve anlaşılan pek de askerlik hayatından memnun olmayan ve pek mektup da yazmayan büyük oğulları Hakkı var. İstanbul'da anlaşılan başka aile üyeleri de var. Misal, Zehra Ana'nın kız kardeşleri Nazire ve Sadiye gibi. Mektuplar Mekke'den İstanbul'a gelmiş yani Ana-baba'nın küçük oğullarına yazdığı mektuplar.
Mektuplara geçelim: (Parantez içindekiler çevirmen açıklamaları. İmla hatası gibi gözüken bazı yerleri orijinalliği bozmamak için özellikle değiştirmedim)
***
Siyah mektub - Validesi Zehra’dan
Nuru didem yavrum Haydar'cığım
Geçen hafta postayla bir kıta mektubunu aldım. Cenabı Hakka teşekkürle okudum. Tarafımdan sual ederseniz cümlemiz sıhhat ve afiyet üzere olub sizlerin dahi sıhhatte olmanızı Cenabı Haktan temenni ve niyaz ederim evladım. Ağabeyinden sual ediyorsun. Hakkı ağabeyin Hicaz’a gelmezden evvel Pederiniz ona yazmış idi ki madem ki askerliği arzu etmiyorsun arzuhal ver tezkereni al diye. Bunun üzerine arzuhal vermiş. O vakitden beri hala tezkeresini vermemişler. Bakalım neticesi ne olacak. Cenabı Allah hakkında hayırlı tarafını ihsan etsin Amin. Yavrum bir de gerek Nazire teyzene gerek sana Pederin kendi yazısıyla mektub gönderir ise beni niçin merak ediyorsun? Bazı mektub yazacağını bize haber vermiyor bazıları da haber veriyorsa da tesadüf o gün benim işim veyahud misafir filan bulunuyor mektub yazamıyorum. Bunun için katiyen merak etme. Ben size bol bol dua ediyorum. Heman Allah kabul eylesin Amin.
Evladım Pederiniz Mekke’de iken biraz rahatsız idi. Elhamdüllilah Taif’e çıkalı
keyifsizliğinden hiç bir eser kalmadı. Hiç hiç merak etme. Tarihden yirmi gün mukaddem (mektubu yazdıgı tarihten 20 gün once) Taif’e çıkdık. Resulu Allah Efendimizin amcası Abbas Efendimizin oğlu Abdullah efendimiz ve Resulu Allah Efendimizin mahdumları dahi buradadır. Elhamdülillah buralara yüz sürmek bize nasib oldu. Bu makamlarda sizlere de çok dualar etdik, Hamd olsun Hac ül Haremeyn olduk. Oğlum buralarda daha ne kadar kalacağımız malum değildir. Bakalım hesaplar kaç ay sürecektir. Tarafınıza malumat veririz. Evladım sen bizi hiç merak etme ancak kendine bak. Yaz geldi denize girmek zamanlarıdır. Sakın ha çocuklara uyup deniz yarışına kalkma, kulağına falan su kaçırma, çocuklara uyup uzak uzak gezmelere gitme. Allah vermesin sonra bir kaza filan olur, seni de birlikte derler. Vapura binip iner iken acele etme, köprü başının at araba kalabalıklarında kendini muhafaza et, terli terli su içme. Allah kazasından muhafaza buyursun Amin.
Nazire teyzeniz hanıma mahsus selam edib gözlerinden öperim. Sadiye teyzene, Gülfidan bacıya mahsus selam ederim. Lütfü Şakir ne haldedir? Sadiye teyzene kaç kere mektub gönderdim birinin cevabına nail olamadım. Beybaba mahsus selam edib gözlerinden öper. Hemşirin (süt kardeşi) Halit, Galib, Dürdane mahsus ellerinden öperler. Cariyen Menekşe eteklerinden öper. Baki mektubunu eksik etme yavrum. Seni Allah birliğine emanet eyledim.
22 Mayıs 1319 (4 Haziran 1903)
Valideniz Zehra
(Dipnot:) Hakkı ağabeyinden gideliden beri bir mektubunu alamadığımızdan pek merak ediyoruz. Niçin mektub göndermiyor? Pederinizle ben mahsus selam edib gözlerinden öperiz. Hemşirleri Galib Dürdane mahsus ellerinden öperler
***
(İkinci Mektup)
Zarfın üstü : Merhum pederim ve validemin son mektubu
Kırmızı mektub - Pederi Asaf' tan
Yavrum Haydar’ım,
9 Nisan 1320 (22 Nisan 1904) tarihli mektubunu aldım. Münderecatından (içerigi) ve afiyette
oldugundan memnun oldum. Biz de cümleten sıhhatteyiz. Elyevm (bugün) Taif de ifa-ı vazife ile meşgulum. Teşrini sanide (Kasım) Mekke’ye inilecekdir. Maaş tayinatımın sipariş emirleri geldi. Sen oraca henüz maaş alıp almadığını işar eyle (anlaşılan maaş İstanbul’da yatacak). Geçenlerde Nazire hanım teyzene sizin için bir liralık poliçe daha gönderilmişdir. Vusulünü işar eyle (haber ver).
Yemen’de haylaz ağabeyinden biz de mektub alamıyor isek de sıhhatte olduğunu Mihal yazıyor. Ben de mektub göndermesini Mihal vasıtasıyla yazdım. Allah akıl fikir ihsan eylesin. Kendisi henüz askerden çıkmamışdır. Çıkıp ne halt edecek ben de bilmem. Daima mektub irsaliyle (yollayarak) bizleri merakda bırakma oğlum. Mektebine güzelce devam ve derslerine dikkatle beyn el akran (arkadaşların arasında) mümtaz olmaya gayret et Nur-u Aynım (gözümün nuru),
25 Mayıs 1320 (5 Haziran 1904)
Asaf
(Dipnot:) Teyzen ismetlu hacı Nazire hanıma selam ederim
Mektuplar böyle.
Bugün bu mekanlar bize gözden ırak, gönülden ırak geliyor. Bugün Mekke ve Yemen dediğimiz bölgeler iki ayrı ülkede. O zaman hepsi aynı memleket, hepsi Osmanlı ama farklı vilayetler. Yemen vilayetimiz var. Nüfusu 2,5 milyon gibi hayli önemli bir nüfus. Kuzeyinde Hicaz vilayeti var. Hicaz'da Mekke Sancağı, Medine Sancağı ve Cidde Sancaklarımız var.
Tarihe dikkatinizi çekerim, yıl 1903 ve 1904. Dönemdeki durumu hatırlayalım. Osmanlı Rusya karşısında 1877-78 harbinde büyük yenilgi almış, Avrupa'daki toprakları büyük ölçüde kaybetmiş. Mısır'da zaten çoktandır kontrol kalmamış, Yunanistan çoktan kaybedilmiş, Balkanlar zaten karışık durumda, Yemen'e kadar uzanan Anadolu ve Arap coğrafyasının bir bölümü kalmış. Yemen'de isyanlar var ve özellikle İmam Yahya önderliğinde önemli problem var.
Mektubun yazıldığı dönemler Yemen'de hayli hareketli dönemler. Mektubun da tarihi olan 1904'te Yemen'de büyük bir isyan oldu ve 1905 ortalarında bastırılabildi. Mektupta bahsedilen Yemen'deki Hakkı Dede’nin kaderini, hatta o tarihte Yemen isyanından dolayı yaşayıp yaşamadığını bilemiyoruz. Mezarı nerededir bilemiyoruz. Hakkı Dede’nin ailedeki gelenekten dolayı muhtemelen bahriyeli yani denizci olduğunu biliyoruz. Mektuptaki Haydar dede de denizci, oğlu da cumhuriyet döneminde denizci olacak (Heybeliada Deniz Lisesi'nde öğretmen olacak, Deniz Müze'sinin kuruluşunda görev yapacak, Kıbrıs Barış Harekatı dönemlerinde İskenderun'da görev yapacak).
Mektupları İstanbul'da alan Haydar, üzerine "son mektup" olarak not düşmüş yani 1904'ten sonra belki de oluşan trajedi dolayısı ile Hicaz'daki "Asaf baba", yeni mektup göndermemiş olabilir.
110 sene zıplayalım, velhasıl, 2011 Arap Baharı sonrasında istikrarsızlaşan ve uzun yıllar Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyonun bombaladığı Yemen, bugünlerde de Amerika'nın öncülüğünde bombalanıyor.
Bu tarih konuları ile de ilgili olarak, önümüzdeki dönem için politika yapıcılarımıza hangi önerilerde bulunabiliriz?
1)Yemen, Mekke, Filistin gibi bölgelerdeki Türk askerleri ile yapılan mektuplaşmaların tarihi bir değeri vardır. Bunların biraz daha göz önüne getirilmesi durumunda milletimiz bu bölgede yaşayan halklara, tarih ve dış politika konularına daha çok ilgi duyabilir. Bu ilgi sonucunda ülkemizin birlik ve beraberliği güçlenecektir. Bölgede yaşanan trajedilerin tarihsel kökenlerini insanların hayli "yorumlanmış" tarih kitaplarından masal gibi okuması başka şeydir, dedelerinin mektuplarından okuması başka bir durumdur.
2) Çekmecelerde unutulmuş, Osmanlıca yazılmış mektuplar konusunda ilgili kamu biriminin koordinasyonu ile bir mektup toplama, tasnif etme, çevirme, sayısala aktarma, yayınlama süreci tasarlanabilir. Zaman içinde özel mülkiyetteki mektuplar depremler, yangınlar, miras sorunları, taşınmalar vs. sebepleri ile kaybolacaklardır. Bunların orijinallerinin uygun şekilde saklanması konusunda ilgili kamu kurumu hizmet sunabilir. Mektuplar, dönem tarihinin detaylarına ışık tutmak için elimizdeki en önemli belgelerdir.
3) Muhtemelen bu örnekteki gibi nispeten kolay ulaşılabilen mektuplar, İstanbul'a gönderilen mektuplar olacaktır. Bir de bunların diğer yöne giden kısmı var, yani Yemen'e veya Hicaz'a. Bunlar nerededir? Bunların da ilgili ülkeler ve arşiv yönetimleri ile görüşülerek temin edilmesi faydalı olabilir. İngilizlerin arşiv işlerine meraklı olduğunu biliyoruz, belki dönem dönem bu bölgeleri işgal eden İngiltere arşivlerinde de bazı mektuplar bulunabilir.
3) Elinde Osmanlıca asker mektubu vs. olan vatandaşlarımız bu mektupları ilgili devlet kurumunun belirleyeceği bir web sitesine kaydedebilir. Orijinal mektuplar da gerekirse, seçilecek bir akademik kurumda saklanmak için özel doküman alım servisleri (ve zarfları) ile PTT ile adresten aldırılabilir.
4) Binlerce, on binlerce Osmanlıca mektubun tasnif edilmesi için uyarlanacak yapay zeka sistemlerinin kullanılması faydalı olacaktır. El yazısını tanıma, karşılaştırma ve aynı el yazılarının tespitini yapabilen algoritmalar mevcuttur. Bu algoritmalar ile bir gün gelecek yazılan tüm el yazısı belgelerinin kimler tarafından ne zaman yazıldığı ve nasıl bir tarihsel çerçeveye oturdukları konusunda eksiksize yakın bir tablo önümüze çıkacaktır. Benzer çalışmalar tarihi fotoğraflar üzerinden de yapılabilecektir ve bugün için resimlerde kim olduğunu tespit edemediğimiz askerlerin ayrıntılı hayat hikayelerine bir gün bir "tık" ile ulaşabilir hale geleceğiz. Biz bu işleri beceremezsek dahi yabancı uzmanlar bu algoritmaları Osmanlıca dahil olmak üzere farklı dildeki vesikalar üzerinden geliştireceklerdir ve uygun gördükleri kadar bilgiyi bizle ücreti mukabili paylaşacaklardır. Bu işleri yabancı tarihçilere bırakmadan kendimiz halletmeliyiz.
5) Osmanlı coğrafyasından el yazısı mektupları toplama konusu muhtemelen çeşitli kamu kurumlarının yetkisi altında olacaktır. Bu işlere Yüksek Öğretim Kurumlarımızın da dahil olması gerekir. Göründüğü kadarıyla Yüksek Öğretim Kurumlarına aktarılan büyük kamu kaynaklarına rağmen Türkiye'ye faydası olan akademik çalışma üretimi çok alt düzeydedir. Akademisyenlerimizin önemli kısmı maalesef uluslararası literatüre noktasal katkı yapmak ve unvan peşinde koşmaktadırlar ancak bizim tarih dahil her alanda ulusal fayda oluşturup, ulusal politika destekleyecek akademik çalışmalara ihtiyacımız vardır. Bu örnekte, yapılacak yapay zeka destekli tarih çalışmaları da bilgisayarcılar ve tarihçi akademisyenlerin el ele vermesi gereken alanlardan biridir. Yüksek Öğrenim Kurumlarımızın ulusal politikaları destekleyen çizgiye getirilmesi için alınması gereken tedbirleri gecikmeden almamız faydalı olacaktır.
6) Bizim elimizdeki evraklar ile yapacağımız çalışmaların bir kısmı başka ülkelerin tarih çalışmalarını da etkileyecektir. Misal, Mısır, Filistin, Yemen, Irak, Ürdün vs.. Bizdeki evraklardan yapacağımız çalışmaların ilgili bölümlerini bu ülkelerdeki ilgili kurumlar ile paylaşabilir ve benzer şekilde onların arşivlerinde de ortak çalışma talep edebiliriz. Bu ülkelerden orijinal evrak toplamak için belirli miktarda fonu tahsis edebiliriz.
7) Zaten dünya kadar sorunları olan Yemen'in 35 milyon nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesi olduğunu unutmamalıyız. Suudi Arabistan'dan dahi nüfusları fazladır. İsrail in 3,5 katı nüfusları vardır. Yüzölçümü olarak hem Suriye'den hem Irak'tan daha büyüktür. Bu ülkenin bombalanmaya değil, barışa ve kalkınmaya ihtiyacı vardır. Özellikle ülkede biraz petrol, gaz vs. bulunsa, bu kadar kalabalık bir nüfusun kalkınması için hiç fena olmayacaktır. Yemen'in korunması gereken ve sonraki nesiller için önemli miktarda turizm geliri üretme potansiyeli olan tarihi eserleri de mevcuttur.
Türkiye'nin Yemen'de yatan herkesten fazla şehidi vardır. Belki on binlerce. Tarihimiz bu haldeyken bizim bugün Yemen'de söz söylemek ve politika üretmek için birilerinden icazet almaya ihtiyacımız olabilir mi? Ayrıca savaşlar ile dağılan aileler ve savaş esirlerinin farklı bölgelere götürülmesi kaynaklı muhtemelen Yemen'de ve civar ülkelerde (biyolojik) akrabalarımız da yaşamaktadırlar. Türkiye'nin bütün sanayi, teknolojik, diplomatik becerilerini kullanarak bu bölgeler ile ilişkilerini geliştirmesinde fayda olacaktır. Yemen konumu sebebiyle her daim stratejik bölgede olmaya devam edecektir.
Bugün Avrupa ülkeleri, Afrika'dan ve Asya'dan kaçak yollar ile gelen göçmenlerden şikayetçi. Bunun üzerine uyuşturucu türevi olan kat bağımlısı Yemenli mülteci hacmi de eklenirse durum ne olabilir?