Gabar bölgesinde yeni petrol rezervleri keşfedildi, hayırlı olsun. Bu gelişmelerin ışığında PEtrol ve Gaz üretim, dağıtım ve ticareti konularındkai politikalarımızı nasıl geliştirebiliriz? Türkiye Yüzyılı'nın yeni hidrokarbon politikaları nasıl olmalı?
TPAO 1954'te kuruldu ve 1983'e kadar entegre bir petrol firması olarak çalıştı. Yani hem arama ve üretim, hem boru hattı işleri, hem rafineriler ile rafinaj, hem de istasyonlar ile perakende satış işlerini yapıyordu. Detaylarına girmeyelim, bazı uğursuz süreç ve politikaların sonucunda TPAO'nun kolları bacakları kesildi ve zaman içinde para kazanan kısımları satıldı, para kazanmayan, yatırım gerektiren kısımları ise büyük oranda atıl şekilde bırakıldı.
TPAO'nun başında iyi bir yönetim kadrosu var. Yanılmıyorsam bu becerikli kadroyu önceki enerji bakanı Berat Albayrak büyük oranda şekillendirmişti, kendisini bu bağlamda minnet ile analım. TPAO hem denizde hem karada başarılı işler yapmaya başladı, bu da bünyesindeki feto kalıntılarının büyük oranda temizlendiğinin işareti.
TPAO'yu tekrar bir entegre enerji şirketi haline getirmek, üzerinde düşünülmesi gereken bir stratejidir. BOTAŞ birleşmesi ile bu işe başlanabilir. BOTAŞ ne işler yapıyor? Boru hattı işletmeciliği yapıyor, gaz ticareti yapıyor, gaz depolama üniteleri kuruyor vs.. Zaten TPAO'nun da tedarikçisi durumunda. Muhtemelen Karadeniz’de üretilmeye başlanan gaz hattının karadaki boru bağlantılarını BOTAŞ yapıyordur. Yani iki devlet kurumu arasında gereksiz bir bürokrasi oluşturmuşuz. İkisi de Varlık Fonu’nun bünyesinde yani birleştirme kararı kolayca alınabilir. TPAO ve BOTAŞ projeler için aralarında muhtemelen protokol yapıyorlar, servis seviyeleri üzerinde pazarlık yapıyorlar, fiyat konusunda görüşüp anlaşıyorlar vs... Bunlar katma değer yaratmayan işler. BOTAŞ, TPAO'ya bağlı olsaydı bu şekilde vakit kaybı ve bürokratik angarya işleri olmazdı. İki firma da zaten tamamlayıcı işler yapıyorlar. Vanalar, pompalar, boru hatları, gaz ve petrol depoları vs vs. Gereken uzmanlıklar da ayni. Petrolcü, makina mühendisleri, kimya mühendisleri, jeoloji mühendisleri vs.. Bu işlerin ve teknik kadroların ayrı olmasının ne anlamı var? Cumhurbaşkanımız bir ülkeye ziyarete işadamları ile gittiğinde yanında bir petrolcü, bir boru hattı firma müdürü, bir rafinaj firma müdürü mü götürecek? Veya misal X ülkesinin petrol bakanı ile görüşülecek, misal Libya'nın; Arama, üretim işi bir firmada, boru hattı işi başka firmada, rafinaj işi başka firmada, perakende satış işi başka firmada. Kim nasıl taahhüt verecek, süreler ve maliyetler üzerine? Entegrasyon sağlanırsa sadece TPAO müdürü ile gidilir, ne iş gerekiyorsa anahtar teslim halledilebilir ve işin bir patronu olur.
Misal BOTAŞ büyük paralar harcayarak gaz depolama tesisleri kuruyor. Zaten enerji harcayarak üretilen gazı bir de tekrar enerji harcayarak ( büyük miktarda) yerin altına depolara basıyoruz, sonra yine aynı gazı enerji harcayarak tekrar çıkartıp dağıtıma sokuyoruz. Belki TPAO bu işin daha maliyet etkin şekilde çözülebileceği bazı eski gaz yatakları vs. çözümleri üretebilir veya üretim miktarını, bakım dönemlerini vs. esneterek depolama ihtiyacını ve gereksiz yatırım miktarını azaltabilir. BOTAŞ pazarlık yaparken muhtemelen karşısında petrol üreticisi firma oluyor. BOTAŞ üretim işinin maliyet ve proseslerini daha az bilen bir firma olarak TPAO'dan daha iyi anlaşmalar yapabilir mi? Biraz zor.
TPAO'nun mevcut yönetimi ve teknik kadrosu kendini ispat etmiş durumda ve muhtemelen BOTAŞ ile birleşmesi durumunda BOTAŞ’da bu yüksek performanstan payını alabilir.
TPAO ve BOTAŞ’ı birleştirmek ile TPAO'nun entegre bir petrol şirketi olması sağlanamaz. Rafinaj ve perakende ayakları eksik kalıyor. Perakende de sanıyorum önce Petrol Ofisi markası vardı o yıllar önce TPAO'dan ayrıldı ve daha sonra satıldı. Daha sonra Türk Petrol markası vardı o da sanıyorum AKP döneminde satıldı. TPAO'nun tekrar perakende işine girmesi ve pazardan 10-15 % civarında bir pay alacak makul bir seviyeye getirilmesinde fayda olabilir. Rafinaj konusunda da belki Batman rafinerisi satın alınabilir veya Ceyhan tarafına yeni bir rafineri kurulabilir. Hatta Ceyhan'a kurulacak rafineride Azerbaycan ve Irak petrol firmaları küçük ortak olarak alınabilirler. Körfez ülkelerine de bu rafineriden 2-3% gibi küçük payların dağıtılması, uzun vadeli işbirliği imkanlarını artırabilir. Son olarak da petrokimya tesisi kurulması ile TPAO'nun global rakiplerine benzer bir yapıya getirilmesi sağlanabilir.
Hazır kurumsal yapıya elimiz değmişken TPAO'nun 3-5% gibi küçük bir oranda dahi olsa İstanbul Borsası'na açılması faydalı olacaktır. Bu sayede hem şirketin faaliyetleri hakkında kamuoyu düzenli ve standart şekilde bilgi alabilecektir, hem de İstanbul'un finans merkezi olma projesi önemli bir devlet firması tarafından desteklenmiş olacaktır. THY örneğinde gördüğümüz gibi, kamu firması dahi halka açıldığı zaman oluşan kamuoyu baskısı ile şirket ister istemez "görece iyi" yönetilmek zorunda kalıyor ve finansal okur yazar olan halk kesiminden gelen yorum ve öneriler ile beslenebiliyor.
Türkiye'deki rafinerilere ve bazı petrokimya istasyonlarına ham petrol, rafine petrol ürünleri ve diğer kimyasalların taşınması için TPAO ile TCDD'nin ortaklığında demiryolu ile kimyasal taşımacılık işleri yapacak, kimyasal terminal işletmeciliği yapacak bir lojistik firmasının kurulması da makul bir çözüm olabilir. Orta vadede aynı firmanın deniz tanker filosu yatırımı yapması da makul olabilir. Gelelim Irak ile olan petrol davamıza:
Türkiye, Irak merkezi yönetimi ile tam mutabık olmadan bir dönem Kürt bölgesel yönetimi ile anlaşarak petrol alımı yapmış ve sonucunda bu konu, boru hattı anlaşma şartlarına göre uluslararası mahkemeye gitmiş ve Paris'deki mahkeme de bizim önümüzde 1,4 milyar dolarlık fatura çıkartmış. Biz kabul etmemişiz işi temyize götürmüşüz. Arada muhtemelen milyonlarca dolar para ödenen Amerikan hukuk firmaları filan da var. Yazık günah değil mi? Bu iş beceriksizlik kokuyor. Türkiye ile Irak gibi iki kardeş ülke arasında bir parasal mevzu var ve işin içine Amerikalısını, Fransızını sokmuşuz. Bu işin oluru şudur: 1,4 milyar doları öderiz, Irak ile helalleşiriz. Ödeme işi takvime bağlanabilir veya karşılığında bazı müteahhitlik, ürün, servis vs. satışı yapılabilir. Irak zaten son senelerde büyük zorluklar çekmiş, kardeş ve komşu ülkemiz, bu paralar, Irak'taki insanı trajedinin pansumanına harcanacak, bunda sorun olmasa gerek. Üstelik Irak'ın parçalanma sürecinde bizim de maalesef yanlış yönde etkimiz oldu. Baba Bush ile beraber Irak'a karşı uydurma gerekçeler ile saldıran ittifakın yanlış yere parçası olduk. Yani 1,4 milyar dolar helalleşmek için hayli makul bir para hatta Irak daha fazlasını hak ediyor.
Anlaşılan Türkiye ve Irak arasındaki davalarda iki tarafın da bazı iddiaları ve maddi talepleri var ve 1,4 milyar USD bu taleplerin arasındaki net fark gibi görünüyor. Üç aşağı beş yukarı her neyse rakam, Türkiye üzerine düşen ödemeyi yapmalı ve Irak ile helalleşmeye gitmelidir ve akabinde önümüzdeki fırsatları Irak yönetimi ile projelendirmeye başlamalıyız.
Zaten Irak petrollerinin 15% civarında bölümünü Türkiye üzerinden ihraç ediyor ve boru hattı anlaşması 2025'te bitiyor. Ne olacak? Türkiye anlaşmayı uzatmazsa ne olacak? Yani pekala istersek ödediğimiz 1,5 milyar doları birkaç sene içinde boru hattı anlaşmasını yenilerken yeni tarifelere göre geri alabiliriz. Ayrıca Türkiye, Irak 'a ödeyeceği tazminatı dönüp Bölgesel Kürt yönetiminden de alabilir sonuçta ortada Irak hükümetinin bir kaybı varsa bu kayıp bölgesel hükümete Türkiye tarafından aktarılmış demektir. Yani bir para transferi ayarlamasından bahsediyoruz, bu işi çözmek için Amerikan hukuk firmalarına ve Paris'te uluslararası hukuk mahkemelerine bavul bavul deliller, anlaşmalar, ispatlar filan götürmeye ve yıllarca isi mahkemelerde süründürmeye gerek yok.
Biz Irak ile yılda 12 milyar USD civarı ticaret yapıyoruz ve büyük miktarda dış ticaret fazlamız var. Bu 1,4 milyar dolarlık ceza devede kulak kalır ve ilişkilere limon sıkmaya değecek bir rakam değildir.
Bu mutabakatsızlık sürecinde, boru hattı da anlaşılan Türkiye'nin inisiyatifiyle kapatıldı. Boru hattı kapatmanın sebebi sadece bu parasal konu mudur pek emin değilim. Belki Kürt bölgesel yönetimi politikaları ile veya petrolün nihai alıcısı tarafındaki Israil ile ilgili bir anlaşmazlık da olabilir, bu durumda yorum yapmayalım ve işi bilen diplomatlarımıza daha çok diplomasi alanı açalım. İdeal olarak tüm tarafların anlaştığını varsayarsak, herkesin faydasına olan çözüm hattın maksimum kapasitede kesintisiz olarak çalıştırılmasıdır.
Irak-Ceyhan petrol hattına sıkça terör saldırıları yapılmakta ve hattın faaliyetleri aksamaktadır. Gerekiyorsa terör saldırılarının olduğu bölgelerin çevresinden dolaşacak yeni bir petrol boru hattı veya eklenti/uzantısı konusunda ilgili kurumlar ile beraber çalışılabilir.
Kerkük-Yumurtalık boru hattı anlaşması, 15 yıllık süre uzatımının dolması ile 2025'te doluyor ancak karşılıklı mutabık kalır isek 2025'i beklemeden de gerekli değişiklik ve süre uzatımlarını yapabiliriz. 2010'da Türkiye'yi yöneten malum yapının pek düzgün bir anlaşma yapmadığını varsayarsak, yeni anlaşmada muhtemelen bir çok değişiklik yapılması gerekecektir. Anlaşmayı yenilerken Türkiye'nin jeopolitik gücünü artıracak şekilde bazı değişiklikler yapabilir mi? Misal Türkiye, sadece geçen petrolden komisyon almak yerine petrolün tamamı veya bir kısmını satın alıp bu petrolün satışını fiilen kontrol etmeyi arzu eder mi? Bu durumda Türkiye kendi üretmese dahi dünya petrolünün bir kısmı üzerindeki kontrolünü artırabilir ve ilave bazı katma değerli servisleri müşterilere sunabilir hale gelebilir (Misal tanker taşımacılığı, sigorta, depolama, fiyat hedging işlemleri vs..) Bu iş yapılırsa ayrıca Türkiye'nin tutması gereken stratejik petrol stoğu da belki bu depolama tesisleri üzerinden artırılabilir ve maliyeti azaltılabilir. Transit taşımacılığı yapılacak olan petrolün dolar değil TL üzerinden ( cari kurdan dönülerek) faturalandırma işlemleri de yapılabilir ve ilgili ödeme işlemlerinin Türk bankaları üzerinden döndürülmesi teşvik edilebilir. Böylece Ankara'nın petrol ticareti üzerindeki kontrol ve izleme becerisi artırılabilir.
Diğer bir konu ise taşınan petrolün karşılığında Irak’ta iç savaşı körükleyecek ilave silahlanma faaliyetlerini istemeden de olsa besleme riskidir. Türkiye'nin istikrarlı, birleşik ve barış içinde bir Irak'a acilen ihtiyacı vardır. Türkiye gerekiyorsa Irak'ın barış ve istikrarı için Irak'taki ilgili muhatapları ile gerekli güvenlik işbirliklerini yapmayı değerlendirebilir.
Hatırlayalım. Kerkük-Yumurtalık hattı öncesinde Kerkük petrolü nasıl pazarlanıyordu? 1934'te Filistin bölgesi İngiliz mandası altındayken Kerkük'ten Hayfa ‘ya petrol boru hattı yapıldı ve Kerkük petrolleri Akdeniz'e ulaştırıldı. 2.Dünya savaşında Amerikan ve İngiliz birlikleri bu petrolden faydalandılar. 1940' da İsrail Hayfa da bu ham petrolü işlemek için rafineri yaptı. 1948 de Arap-İsrail savaşıyla beraber Irak bu hattı kapattı ve yerine Suriye'nin Baniyas sahil şehri üzerinden Kerkük petrollerini Akdeniz'e akıttı. Bu hatta da dönem dönem sabotajlar yapıldı ve hat sürekli çalıştırılamadı. 27 Ağustos 1973'te Türkiye ve Irak, Kerkük-Ceyhan hattının inşası için anlaştı. Anlaşmanın üzerinden daha iki ay geçmeden Yom Kippur savaşı İsrail ve Araplar arasında patladı ve tarihe 1973 petrol krizi olarak geçen olaylar gelişti. Muhtemelen o donemde bir uluslararası akıl şöyle karar verdi: "Madem İsrail üzerinden bu petrolü akıtamıyoruz bari Türkiye üzerinden akıtalım". Yıllar sonra, ABD, Irak ı işgal etti ve eskimiş Kerkük-Hayfa hattını onarma işine başladı. Amaç Kerkük petrollerini tekrar Hayfa üzerinden, bu sefer İsrail kontrolünde Akdeniz’e akıtmak idi ancak arada Suriye olduğu için bu başarılamadı. Suriye'deki Esad engeli de aşılınca muhtemelen Kerkük petrolü tekrar Hayfa limanına yönlendirilmeye çalışılacak. Diğer taraftan yakın geçmişte Irak ve İran arasındaki politik sorunlar da büyük oranda sonlandı ve Kerkük petrollerinin yakın gelecekte İran üzerinden de pazarlanma ihtimali güçlü görünüyor.
Peki Hayfa rafinerisi nereden besleniyor? Anlaşılan Hayfa rafinerisi, Kerkük-Yumurtalık hattından besleniyor. Petrol Ceyhan'dan tankerler ile Hayfa'ya gidiyor. Muhtemelen İsrail bu durumun sürekliliği konusunda endişeli. Bunu nereden anlıyoruz? Washinton enstitüsü gibi bazı forumlarda Irak'taki Haditha bölgesi petrollerinin yapılacak yeni bir boru hattı ile Ürdün üzerinden Hayfa limanına getirilme projesi pişiriliyor. Böylece İsrail Türkiye'yi aradan çıkartıp yerine Ürdün'ü koyup Irak’tan ham petrol alımını Ürdün üzerinden yapabilecek. Ancak Israil’in bu derece saldırgan politikalar izlediği bir dönemde sanki bu seçenek yakın gelecekte pek olası değil.
Anlaşılan Amerikan ExxonMobil firması, Katar petrol firması ile beraber KKTC'nin izni ve onayı olmadan, KKTC tarafından Türkiye'ye tahsis edilmiş bazı deniz yetki alanı bölgelerinde sırtlarını ABD donanmasına dayayıp petrol sondajı işleri yapmaktalar ve üretim hazırlığındalar. ExxonMobil firması web sitesinde verdiği bilgiye göre Irak'ta hem Irak hükümeti ile çalışan bir firmaları var hem de Kürt bölgesel yönetimi ile çalışan bir firma kurmuşlar. Nasıl olacak bu iş ben pek anlamadım. Exxon, Irak Kürt bölgesinde petrol üretecek sonra o petrolü Kerkük-Yumurtalık hattından aktarıp uluslararası pazarda satacak mı? Aynı zamanda KKTC yetki alanında korsan petrol üretimi işi mi yapacak? Birileri yanlış bir hesap yapıyor olmasın? Kim veriyor bunlara bu akılları?
Exxon'un bildiğim kadarıyla küçük de olsa BTC boru hattında bir ortaklığı ve Azerbaycan'daki bazı sahalarda ortaklıkları var yani bu işlerden yıllık bir para gelirleri var. Nasıl olacak hem KKTC'nin petrolünü izinsiz çıkartacaklar hem de BTC boru hattı işletmesinden ve Azerbaycan'daki kuyu işletmelerinden yıllık gelir mi alacaklar? ExxonMobil, şu Kıbrıs petrol işlerinde KKTC ye biat edip, TPAO ile bu işlerde ortaklık yoluna gider ise bu işlerin belki bir oluru bulunabilir. Gerçi TPAO'nun artık yeterli teknik becerisi mevcut, neden Exxon'a Kıbrıs petrollerinde pay verilsin bu da ayrı bir mevzu.
Katar Petrolleri konusu da ayrı bir mesele, Katar ile ilişkilerin bütünü kapsamında konuyu değerlendirmek gerekiyor. Kıbrıs’taki operasyonlarda Exxon büyük ortak, Katar küçük ortak.
Bütün bu petrol ve boru hattı projelerinden daha önemli olan konu ise Basra ile Türkiye'nin demiryolu bağlantısı projesidir. Yani hızla ulaşmamız gereken hedef şudur: Irak'ın Basra limanına gelen ve binlerce konteyner taşıyan bir geminin konteynerleri Basra limanında blok trenlere yüklenmeli (açılmadan), trenler transit olarak Irak'ı güneyden kuzeye geçerek Türkiye'ye girmelidir. Trenlerin bir kısmı İskenderun körfezi civarından Akdeniz limanı ile bağlanmalı, bir kısmı Karadeniz limanına ulaşmalı (misal Trabzon) ve oradan konteynerler Rusya ve Kuzey ülkelerine dağıtılmalıdir. Son demiryolu hatti ise İstanbul'a ve devamında Bulgaristan üzerinden Belgrad ve Budapeşte ye bağlanmalıdır. İkinci fazda ilave bir hat ile Kafkasya üzerinden Moskova'ya da ulaşım sağlanabilir. Bu hatlar açıldığı zaman fiilen Süveyş kanalına alternatif bir ticaret kanalı açılmış olacaktır ve muhtemelen transit süreler kısalacak ve Türkiye büyük miktarda üzerine transit ticaret çekerek rekabet avantajını artıracaktır. Bir sonraki neslin refahını en çok artıracak ticaret projesi bu olabilir. Bu hat elbette otoyol ve TIR geçişleri ile de desteklenirse faydası artacaktır. Benzer şekilde Avrupa ve Amerika'dan gelecek yükler de bu rota üzerinden Körfez ülkelerine hızla aktarılabilecektir. Her anlamda bu proje Türkiye’yi küresel ticarette ve hatta jeopolitikte süper lige çıkartır. Elbette bu projenin önünde her türlü engellemelerin çıkartılmasını da beklemeliyiz. Zaten bugüne kadar çoktan yapılmış olması gereken bu işin henüz daha felsefesini yapıyoruz maalesef. Bu işlerin becerilebilmesi için Irak ile 3 e aldım 5 e sattım türü bakkal hesapları bir tarafa bırakılmalı ve uzun dönemli stratejik ortaklıklar kurulmalı ve Irak'ın istikrarına ve birliğine yatırım yapılmalıdır. Bu proje, hem Irak'taki, hem Türkiye'deki herkesi zenginleştirme potansiyeli taşır. Suriye ile aramızı düzelttikten sonra ve Suriye'deki iç karışıklıklar normalleştikten sonra ise bu projenin bir hattını da Bağdat civarından ayırıp, Suriye üzerinden geçirip, Antep’teki demiryolu hattına bağlayabiliriz. Uzun vadede ise bu hatların süper hızlı demiryolu hattına çevrilmesi planlanmalıdır ve bu durumda zaten Süveyş kanalının pabucu dama atılır.
Gabar da keşfedilen ve üretime başlanan petrolün taşınması işi nasıl olacak? Muhtemelen üretim miktarı artana kadar bu iş karayolu tankerleri ile rafinerilere doğru (Batman?) yapılacak. Diğer taraftan Kerkük-Yumurtalık hattını oluşturan iki boru hattının yine Gabar bölgesinden geçtiğini hatırlamalıyız yani zaten bu petrol keşfinin dibinden boru hattı geçiyor. Muhtemelen orta vadede bu petrolü boru hattından akıtıp Yumurtalık’ta rafineriden geçirmek anlamlı olabilir. Diğer bir olasılık ise Gabar petrolünü yeni bir boru hattı ile Batman rafinerisine bağlamak veya çevresel riskler yönetilebilecek gibi ise Ilısu baraj gölü üzerinden mavnalar ile Batman'a aktarmak olabilir. Bu noktada muhtemelen bölge halkının karayolu tanker şoförlüğünden kazandığı paranın azalması kaynaklı hoşnutsuzluklar olabilir, bunu giderecek iş imkanları da bölge halkına sağlanmalıdır.
Konumuzun kömür ile direk bir alakası olmamakla beraber petrol ve gaz işleri günün sonunda kömürü de içeren hidrokarbon sınıflaması içine giriyor. Kömür, gaz ve petrol enerji harcayan kimyasal prosesler ile birbirlerine dönüştürülebilen ürünler. Yani, sınırlı kaynaklarımız ile en çok miktarda enerji ve ekonomik katma değer üretmeyi hedefliyorsak ( ki hedefliyoruz) bu denklemde kömür de vardır. Kömür konusunda ise fazla derinlikli stratejiye gerek yok. En değerli kömür taşkömürüdür ve Zonguldak'taki dağlarımızın altında yatmaktadır. Gerekli yatırım yapılmalı ve bu kömürler ekonomiye kazandırılmalı ve yılda milyarlarca dolarlık kömür ithalatının önüne geçilmelidir. Vatan Partisi bu konuda detaylı ve doğru çalışmalar yapmıştır ve Zonguldak'ta (ve civarında) 2,5 milyar dolarlık yatırım ile her sene 5 milyar dolarlık kömür ithal ikamesi yapılacağını detaylı şekilde planlamıştır. Hükümetimizin Hüdaparlar ile yol yürümek yerine Vatan Partisi ile yol yürümeyi acilen değerlendirmesi gerekmektedir.
Kömür konusundaki parantezi açmamın sebebi şudur: Zonguldak kömürü daldaki kuştur, sarkan daldaki meyvedir. Biz daldaki kuşu bıraktık okyanuslarda, dağların tepelerinde kuş arıyoruz. Sadece kömür konusunda değil bir çok stratejik ve jeopolitik konuda Vatan Partisi'nin kadrolarının politika yapımı ve uygulama süreçlerinde hükümetimize katkıları çok yüksek seviyede olabilecektir. Mesele daldaki kuşu görebilme becerisidir.
Gabar'da petrolü bulduk. Bulduğumuz sadece petrol değil. Türkiye'de 1945'ler sonrasında yabancı petrol firmaları tarafından veya ortaklığında yapılan petrol sondaj çalışmalarının çöp olduğunu ve yenilenmesi gerektiğini de bulduk. Gabar'da petrol bulunan bölge, Türkiye'nin Irak ve Suriye ile sınırlarının kesiştiği nokta. Neredeyse sıfır noktası. İnsan bu sınırların zamanında nasıl çizildiğini de bu vesile ile düşünmeden edemiyor. Bu keşif bize Irak ve Suriye sınırlarının bol miktarda delinmesi ve hayli de derine; 2,5-3km ler mertebesinde delinmesi gerektiğini de ortaya koymuş oldu. Bu işler kolay olmayacak, bol miktarda delme ekipmanı hurdaya çıkacak ama belli ki bu coğrafyada işler böyle.
Diğer taraftan TPAO Karadeniz’de çok büyük işler yaptı. Bulunan gaz miktarı önemli ama çok daha önemlisi, TPAO'nun bu derecede karmaşık ve zor projeyi becerebilecek insan kaynağı, yönetim becerisi, ekipman ve proses yeterliliğine kavuşmuş olması. Karadeniz'in dibine delik delmek jeolojik yapıdan dolayı zaten çok zor bir iş idi. Karadeniz'de bu işi becerebilen firma, dünyanın tüm okyanuslarında derin deniz sondajları yapabilecek teknik seviyeye gelmiş demektir. Asıl büyük kazanç budur. Bu seviyeye belki çok da planlamadan, şartların ve kısıtlamaların zorlaması ile çeşitli gemiler satın alarak vs. gelmek durumunda kaldık ama madem artık yüksek bir teknik beceri seviyesine ulaştık, bundan sonra Türkiye için stratejik coğrafyalarda petrol ve gaz yatırımlarına TPAO ile girmenin zamanı gelmiş demektir. TPAO’nun başarılı genel müdürü Melih Han Bilgin, geçende katıldığı programda bir konuya değindi. Akçakoca'nın açığında nispeten sığ ve kolay çıkartılacak bir bölgede 1970'lerde keşfedilen petrol yataklarının işletmeye alınması için adım atılması için neden 1990'lar hatta 2000'li yıllar beklendi seklinde sordu. Neden hiç bir şey yapılmadı? Bunun yanıtını hepimiz biliyoruz ama hepimiz cevabını yüksek sesle söyleyemiyoruz. Bu sorunun yanıtını net şekilde cevaplamadan ve millet olarak cevapta mutabık olmadıktan sonra Türkiye geleceğe güvenli şekilde yürüyemez ve dönem dönem yaptığı ekonomik atılımlar nihayetinde kesintiye uğrar ve bandı başa sararız.
Bundan önceki dönemlerde TPAO yurtdışı operasyonlarında, işbirliklerinde pek becerikli işler yapamadı. Belki yeterliliği yoktu belki siyasi iklim elverişli değildi belki feto gibi unsurlar devredeydi bilemiyorum ama bugün işler değişmiş durumda. Hazır becerikli bir TPAO yönetimi yakalamışken TPAO'nun yurtiçi ve yurtdışı petrol yatırımları işini sonuna kadar zorlamak gerekli. Şöyle bir haritaya bakınca benim yurtdışı operasyonları için gözüme ilk çarpan ülkeler şunlar: Yemen, Somali, Sudan, Cezayir, Venezüella, Nijerya ve belki de Etiyopya.