Kerim’i uzun yıllardır tanırım; candır, dosttur. Arkadaş çevresinde sevilir, sayılır. Çalışkan ve yardımseverdir. Yıllardır montaj işçisi olarak büyük bir mobilya mağazasında çalışır. Yatak, ağır koltuk ve mobilyaları sırtında binaların son katlarına kadar taşır, onları kurar ve işine geri gider. Akşamları yorgun argın evine döner. Henüz dinlenemeden ihtiyacı olan arkadaşlarının işine koşar, onların montaj, tamir işlerini bitirir.
İki çocuk babası olan Kerim, her yıl Türkiye'ye tatile gider, memleketi Denizli ve Antalya derken tekrar Viyana’ya döner. Alışmış olduğu aynı tempoyla çalışmaya devam eder. İşyerinde de sevilir. İş arkadaşları montaj içinde Kerim ile işe çıkmak isterler.
Bu sene tatile çocukları ve eşiyle gitti. Kızı Gizem her sene anne ve babasıyla tatile Türkiye’ye gider de, oğlu Görkem yıllardır birlikte tatile gitmemiştir. Önce lise bitirme sınavlarından dolayı gidememiştir. Sonra üniversiteye kayıt yaptırdığı için gitmemiştir. Bu sene babasına “Beraber tatile gidelim” der. Kerim mutludur, oğlu da dahil iyi bir tatil yapmak ister. Oğlunun tatil arzusunu öğrenir öğrenmez beni aradı. Benimle telefonda sevincini paylaşıyordu. “Görkem de bizimle bu sene Türkiye'ye tatile gelmek istiyor, iyi bir yer bulmam lazım” diyordu. Gurbetçi anne ve baba olarak hep böyleyizdir biz. Yetişkin çocuklarımızın bizimle veya arkadaşlarıyla doğup büyüdüğümüz ülkemize gideceklerini söyleyince, sevinçten naraları atanlar olur aramızda.
Türkiye’ye gidince belki yeni bir kelime, yeni bir gelenek öğreneceklerdir. Belki bir şarkı, bir türkü kulaklarında kalacaktır ve tatil dönüşü o melodiyi söyleyecektir. Belki de güzel bir anıyla dönecekler ve o anıyı tekrar tekrar anlatacaklardır. Kazasız belasız dönemleri için anne ve babalar dualar edeceklerdir. Ailecek yapılan tatillerde, tatil beldesinde veya aile çevremizde kötü bir intibak kalmaz dileklerimizdir.
Baba Kerim, anne Sevim, Görkem ve kızları Gizem de bu sene Side’de iyi bir otelde bir haftalığına yer ayırttır. Baba Kerim, belki de bir yıllık kazancından artırabileceği paranın tümünü bu tatil için öder. Otelde yer ayırttıktan itibaren tatile gidecekleri güne kadar Kerim birkaç defa telefonla aradı. Her defasında sanki ilk defa söylüyormuş gibi, “Biliyor musun Görkem bizimle tatile geliyor?” “Biliyorum kardeşim, biliyorum, daha önce de söyledin” sözlerime gülerek “öyle mi, bir daha dinle ne olur sanki?” sözleriyle sevincinin boyutunu dile getirir.
Ailecek tatile gittiler ve bir hafta sonra döndüler. Aradım kendisini, Kerim dolu dolu. Anlatacakları var. Otele vardıkları ilk günün gecesinde Görkem rahatsızlanır. İki bin üç bin misafirin konakladığı ve yüzlerce çalışanı olan otelin hekimi olmadığı için cankurtaran çağırırlar. Cankurtaran gelir, Görkem’i hemen bir hastaneye kaldırırlar. Binlerce insanın kaldığı otelde hekimin bulunmaması dışında herşey iyidir. Üniversite öğrencisi Görkem babasıyla sigortalıdır. Kendilerine sigortaya dair bir soru bile sormadan Manavgat'ta özel bir hastaneye götürülür.
Hastanede herhangi bir muayeneye tabi tutulmadan ameliyat derler. “Apandist patlamış, ameliyat etmemiz gerekir” derler. Babanın ve Görkem’in “Ne ameliyatı yahu” diye itirazları sonrasında ameliyattan vazgeçilir. İki buçuk gün hastanede yattıktan sonra Görkem “Baba ben iyiyim çıkıp denize gitmek istiyorum” der. O andan itibaren hastane yetkilileri “Biz hastane masraflarını nakit ve hem de avro olarak alıyoruz” derler ve 2,5 gün için yaptıklarını, yapmadıklarını veya kullandıklarını kullanmadıklarını kapsayan beş sayfalık faturayı önlerine koyarlar. “Neden Türk Lirası değil” sorusuna, “biz doviz ile çalışıyoruz” cevabını alır Kerim.
“Gastroenternit ve kolit enfektif olmayan tanımlanmamış elektrolit ve sıvı dengesinin diğer bozuklukları başka yerde” tanısıyla ellerine bir de reçete tutuşturulur. “Buscopan, Flagyl, Cipro” adlı dört kalem de ilaç yazılır ve otele gönderilir Görkem. Bir yılda ancak biriktireceği paranının yanında bir de yüklü bir avro hesabını karşılar baba. “Şükür ameliyat falan olmadı oğlumuz” diye aile sevinir.
Şüphesiz doktoru ve hemşiresi gibi sağlık personeli yapması gerekeni yapmıştır. Kerim onlara teşekkür eder. Otelden neden sorgusuz sualsiz devlet hastanesine değil de, oğlunun bir özel hastaneye kaldırılmasını anlayamamıştır. Bir de kullanılanıldığı iddia edilen ve parası istenilen şeyler vardır pek anlaşılmayan. Pijama verilmemiştir, pijama için 60 avro para hesaplanır. Kullanılan plastik eldivenler, ilaçlar, serumlar kalem kalem faturada görülür. 2,5 günde dokuz antibiyotik kullanımı normal midir acaba diye soramaz Kerim. Türkçe biliyor olmalarına rağmen, tercüman getirmeyi, raporun baştan sona kadar Türkçe değil de ingilizce olmasını bir türlü kavrayamaz.
Gurbetçi olarak hep gönüllü turizm elçisi gibi hareket etmişizdir. Bulunduğumuz ülkede 12 Eylül sonrası Avusturya’dan Türkiye’ye tatile gitmek istemeyenler “anti demokratik bir ülkedir Türkiye, askeri diktatörlük hakimdir, sendikalar özgür değil” gibi sebeplere başvurdular. Daha sonraki yıllarda ise askeri diktatörlük değilse de “düşünce özgürlüğü yok, gazeteciler hapisteler” gibi nedenlerle karşılaşıldı. Biz gurbetçiler ülkemizi tanısınlar da önyargılar kaybolsun, ülkemizin turizm girdileri artsın, ülkemizin insanı çalışabilsin diyerek, yıllar yılı başka ülkeler tatile gitmek isteyen iş arkadaşlarımıza, komşumuza Türkiye’ye gitmeleri için dil döktük. Onların gitmelerini sağladık da. Şimdi kendi çocuklarımızın tatillerini başka ülkelerde değil anne ve babalarının doğdukları ülkede geçirmeleri için çırpınıyoruz.
Bu çalışmaların içinde olanlardan birisi de arkadaşım Kerim’dir. Avusturya’nın en büyük mobilya mağazalarından birinde çalışmaktadır. Kapanmak üzere olan bu mobilya mağazasındaki işini bu senenin sonunda kaybedecektir. 65 yaşında emekli olana kadar belki de bir daha iş bulamayacak ve çalışmayacaktır. Kıt kanaat geçinen Kerim, iki çocuğunu üniversitede okutabilmek için kendini paralamaktadır.
Hem çocuklarımızı hem de iş arkadaşlarımızı, komşu ve arkadaşlarımızı ülkemize gönderip oralarda kazıklanmalarını gördükten sonra hangi yüzle onların yüzüne bakacağımızı bilememekteyiz. Bir anlık atmış oldukları kazıkla turizmciler bindikleri dalı kestiklerini bilmiyorlar mı? Hani bir fıkranın sonunda bir laf vardır “Ben kibrit çalar üstümü kuruturum da, bu huy sana huy değil” ile bitirmeden önce Kerim arkadaşımın hangi zorluklardan geçerek iki çocuğuna üniversite eğitimi aldırmaya çalıştığını anlatmama gerek yoktur. Onu tanıdığım kadarıyla bu kazığın sonucuna da katlanır, ancak insan sağlığını esas alarak çocuklarımızın üstünden aldatmalar hiç güzel huy değil.