Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 20 Şubat 2023’te Hatay'daki AFAD merkezinde gerçekleştirilen toplantı sonrasında önemli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamanın içinde Türk bilim tarihinde milat sayılacak bir cümle var. Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demişti: “Yerleşim yerlerimizi mümkün olduğu kadar ovalardan dağlara doğru kaydırarak, zemin sıvılaşmalarının yol açtığı felaketlerden uzak tutmak istiyoruz”. Ovalardan dağlara veya yamaçlara taşınma düşüncesi Cumhuriyet tarihimizde ilk kez devletin en yetkili kişisi tarafından dile getirilmiş oldu.
Yıllardır ovalardaki yapılaşmalar ve deprem konusunda jeolog Prof. Dr. İlyas Yılmazer’i takip eden bir sosyal bilimci olarak bu açıklamayı Türkiye’nin geleceği açısından umut verici buluyorum. Değerli bilim insanı İlyas Yılmazer’ın Kaynak Yayınlarından çıkan “Deprem Sorununa Kalıcı Çözüm” ve “Sel Sorununa Kalıcı Çözüm” adlarında iki kitabı bulunuyor. Yılmazer, deprem sorununa karşı ana akım deprem bilimcilerinin tezlerine karşı çıkan ve Türkiye’nin deprem sorununa kalıcı çözüm önerileri sunan bir kişi. Deprem Sorununa Kalıcı Çözüm kitabında Yılmazer, “Depremle yaşamayı öğrenelim”, “Deprem değil bina öldürür”, “Yapını sağlam ya da nereye yaparsan yap”, “Depremin zamanı bilinmez ancak tedbir alınır”, “Türkiye’nin yüzde 95’i deprem tehlikesi altındadır” şeklindeki önermelerin bilimsel temeli olmadığını öne sürüyor.
Bu önermelerin aynı zamanda anayasa hukuku suça teşvik olduğunu belirten Yılmazer hoca şöyle diyor:
- Türkiye deprem afet bölgesi değildir. Türkiye’nin yalnız yüzde %5'i deprem ve sel tehlikesi altındadır. Bu bölgeler ovalardır. Yıkımın yüzde 99.9’u ovalarda olmaktadır. Ovaları yapılaştırmaya açmak anayasal suçtur (TC Anayasası, madde 43-45). Ovalar ulusal servettir, yalnızca tarım amaçlı kullanılabilir.
- Bu nedenle Anadolu’daki depremler doğal afet değil yapay afettir. Anadolu depremleri doğal zenginlik kaynağıdır. Yer-öteleme hareketi sonucunda, çok derin sürülmüş, havalandırılmış, gübrelenmiş tarım toprakları oluşturmaktadır. Dolayısıyla yer-öteleme hareketlerinin olduğu yerler kesinlikle tarıma bırakılmalıdır.
Kısacası, İlyas hocamızın söylediği ve ana akım deprem bilimcileri tarafından saklanan gerçek şu:
- Depremler sadece ovada yıkar. Kayada yıktığına dünyadan da örnek yoktur. Ovalar stratejik ve organik ürünlerin ana kaynağı olup hukuk devletlerinde anayasa, yasa ve tüzüklerle koruma altına alınmıştır.
İlyas Yılmazer, Özgür Yılmazer ve Yasemin Leventeli’nin “Geosound” dergisinde birlikte yazdığı “Depremler Kayada Yıkmaz ve Ovalar Stratejik Ürün Kaynağıdır” adlı bilimsel çalışmayı herkes okumalı.
Depremin yıkıcı etkisi gerçekten de ovalarda kayaya göre daha fazla oluyor. Bu bilimsel gerçeği 1999 Gölcük Depremi’ni yaşadığımız Kocaeli’de gözlerimle görmüştüm. 1999 depremini büyüdüğüm Gebze ilçesinde yaşamıştık. Gebze kaya üzerinde yer alan bir ilçe olduğu için Gölcük depreminden etkilenmemişti. Deprem sonrası babam ve babamın arkadaşları ile deprem yerini görmek için Gebze’den İzmit’e gitmiştik. Yol üzerinde yer alan Kocaeli’nin Hereke ilçesi sapasağlam duruyordu. 7.4’lük depremde Hereke’de bir evin camı dahi kırılmamıştı çünkü Hereke de kayaların üzerinde yer alan bir ilçedir. Her gördüğümde hayranlıkla baktığım devasa yükselikteki Hereke Viyadüğü kayaların üzerine yapıldığı için hiç hasar görmemişti. Yıkım Değirmendere ve Gölcük gibi yerleşim yerlerinde olmuştu. Örneğin Hereke Viyadüğü ayakta kalırken, İstanbul-Ankara otoyolu üzerinde bulunan Sakarya Arifiye Köprüsü ise ovada yer aldığı için 1999 depreminde yıkılmıştı. 1999 depremi kısacası en çok ovalar üzerinde yıkım yaratmıştı.
Depremin yıkıcı etkisinin kaya üzerindeki yerleşim birimlerinde ovalara göre daha az olmasını birçok örnekte görmek mümkün. Düzce’de bulunan ve 4000 yıl önce kurulan Konuralp antik kenti 12 Kasım 1999 Düzce Depremi’nden etkilenmemiştir. Yılmazer ve arkadaşları, daha önce bahsettiğim makalede “Konuralp antik kenti kurulduğundan günümüze tek bir afet yaşamamıştır” ve ama 1880 yılında ovaya kurulan Düzce, “142 yılda 100’ün üzerinde taşkın ve deprem afeti yaşamıştır” şeklinde önemli bir tespitte bulunuyor. Karşımızda, 4000 senedir depremlerden etkilenmeyen kaya üzerindeki Konuralp örneği var.
2011 Van depreminin merkez üssü Tabanlı köyünün bitişiğinde bulunan ovaydı. Bu ovanın hemen yanında yer alan ve kaya üzerinde yer alan Tabanlı köyünde hiçbir yıkım olmadı. 604 kişinin yaşamını yitirdiği Van depreminde kaya üzerinde yer alan Tabanlı köyünde hiç ölü ve yaralı yoktu. Oysa bu deprem gitti, Muş ili Bulanık ilçesinin Soğuksu ovasındaki 15 köyü yıktı. 2000 yılı sonrasında kayaya çıkarılan toplu konutlarda hiç hasar yoktu. Kireçtaşı üzerine konuşlandırılan Van Kalesi 2011 Van Depremi’nden etkilenmedi. Van Kalesi 3000 senedir ayakta duruyor. Bu kaleyi Urartu Kralı I. Sarduri milattan önce 9. yüzyılın ortalarında yaptırmıştır. Van ovası ise Urartu, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin mezarı olmuştur. Yapılan kazılar bunu doğrulamaktadır.
24 Ocak 2020 tarihli Elazığ depreminin merkez üssü Sivrice idi. Deprem Sivrice’yi değil, Elazığ’ın Uluova ilçesini vurdu. Uluova’da can ve mal kayıpları yüksekti. 30 Ekim 2020 tarihli Sisam depreminde de kaya üzerinde yer alan İzmir’in Seferihisar ilçesi gibi yerler etkilenmemişti ama Sisam’dan 80 km uzaklıkta bulunan Bornova’da 100’ün üzerinde insan hayatını kaybetmişti. Bornova’nın adı üzerindedir ve ovadır.
İlyas Yılmazer’in verdiği tüm bu örnekler, depremlerin kayada yıkmadığını ve ovada yıktığını ispatlamaktadır. İlyas Yılmazer, Türkiye’de ve dünyanın bazı ülkelerinde birçok yerleşim yerinin ovalardan kayalara çıkmasına öncülük etmiştir. 1999 Gölcük Depremi sonrasında, Kocaeli’de, Sakarya’da, Düzce’de, Van’da birçok yapı İlyas Yılmazer’in verdiği mücadele ile kayaların üzerine taşınmıştır. Kocaeli Üniversitesi’nin Umuttepe Kampüsü bunun en büyük örneklerindendir. Aynı zamanda İran, Meksika ve Endonezya devletleri, İlyas Yılmazer’in ortaya koyduğu bilimsel gerçeklere göre hareket ederek yerleşim yerlerini ovalardan çıkarmıştır. Ulusal ve uluslararası alanda pek çok deneyimi olan Prof. Yılmazer, İran'da verdiği konferans ile Tahran’da ovada yer alan yerleşim birimlerinin ovalardan kaya zeminlere çıkarılmasını sağlamıştır. Meksikalı yöneticiler, Prof. Yılmazer sayesinde Mexico City'deki yerlerşim birimlerinin ovalardan kaya zeminlere çıkarılmasını sağlamıştır. Endonezya, afet riski taşıyan başkenti Cakarta’yı Nusantara’ya taşıma kararı aldı. Tüm bunlarda Yılmazer’in bilimsel mücadelesi büyük rol oynamıştır. Uluslararası alanda büyük başarıları olan bir bilim insanının Türkiye’de fazla bilinmemesi ise bizim en büyük eksikliklerimizden birisidir.
6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye saati ile 04:17'de ve 13:24’de merkez üssü Pazarcık (Kahramanmaraş) ve Elbistan (Kahramanmaraş) olan Mw 7.7 ve Mw 7.6 büyüklüğünde iki deprem de en çok ovalarda yıkım yarattı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), Kahramanmaraş merkezli depremin yaşandığı 10 ilde inşa edilen 133 bin 759 konutun hiç hasar almadığını açıkladı.[1] Resmi rakamlara göre 45 bin kişinin öldüğü Maraş merkezli depremlerde TOKİ konutlarında yaşayanların burunları dahi kanamadı. Bu TOKİ konutlarında bırakın yıkımı, tek bir cam bile kırılmadı. TOKİ konutlarının yer aldığı yerlere bakarsanız hepsinin de kayalıklara ve yamaçlara yapıldığını görürsünüz.
Afet bölgesinde yer alan Devlet Su İşleri’nin (DSİ) yaptığı baraj, gölet ve hidroelektrik santralleri (HES) sapasağlam ayakta duruyor. Maraş depremleri, devletin yaptığı konutlara ve yapılara zarar vermedi. Bu devletçilik ilkesinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.[1]
Buna karşın, halkımız depremin yıkıcı etkisinin kayada az olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Ana akım bilim insanları tarafından yıllarca beyni yıkanan insanlar, başarılı ve dürüst müteahhitleri, mühendisleri ve belediye başkanlarını alkışlamakla meşgul. Elbette, işini dürüst bir şekilde yapan tüm müteahhitler, mühendisler, yöneticiler ve siyasiler alkışlanmalı ancak meseleyi dürüstlüğe indirgemek depremin kayada yıkım etkisinin az olduğu ve ovaların yerleşime açılmaması gerektiği gerçeklerinin üzerini örtüyor. Hiç kimse, ovada yer alan ve sağlam kalmış birkaç binayı örnek göstererek depremin en çok ovada yıktığı gerçeğini gizlememeli ve ovalarda yapılaşmayı meşrulaştırmamalı.
Depremlerin kayadaki yıkıcı etkisinin az veya hiç olmaması aslında halkın büyük çoğunluğu tarafından bilinen bir gerçek ancak bu bilgi bir şekilde gözlerden kaçırıldı. Özellikle ana akım deprem uzmanları bu gerçeği bizlerden sürekli saklamaya çalıştı. Deprem uzmanları yıllarca televizyonlarda nerelerde deprem olacağını veya bu depremlerin ne zaman olacağını tartıştı. Prof. İlyas Yılmazer dışında neredeyse hiçbir akademisyen depreme karşı köklü çözüm öneri sunmadı. Tüm deprem tartışmaları, “Deprem öldürmez, bina öldürür” yaklaşımına odaklandı ve kayalık zeminin önemini gizledi. Yıllardır izlediğimiz deprem tartışmalarının magazin programlarından hiçbir farkı yoktu. Böyle bir ortamda halkımız da doğal olarak “Deprem öldürmez, bina öldürür” yaklaşımının dışında farklı bir yaklaşımla meseleye bakamadı, deprem sorununa karşı köklü çözümün ovalardan çıkılması gerektiği gerçeğini göremedi.
Ana akım bilim insanlarının boş ve sonu gelmez tartışmaları sadece halkın gerçeği görememesine neden olmadı, aynı zamanda bu tartışmalar halkı gereksiz yere korkuttu. Ülkemizin yüzölçümünün sadece % 4’ü deprem tehlikesi altında olmasına rağmen ana akım basın ve ana akım akademisyenler neredeyse tüm Türkiye’nin kırmıza boyandığı fay haritaları ile halkta endişe yarattı.
“Deprem öldürmez, bina öldürür” yaklaşımını eleştirirken yanlış anlaşılma olmasın! Binanın sağlamlığı, binanın kat sayısı elbette önemlidir. Depremlerin ovadaki yıkıcılığına odaklanalım ve kayalara taşınalım dediğimizde, “Sağlam bina yapmayalım” veya “Binanın sağlamlığı önemli değildir” demiyoruz. Çürük bina yapmak zaten halka ve ülkeye yapılabilecek en büyük ihanetlerden birisidir. İnşaat konusunda belirli uluslararası standartlar var ve bu uluslararası standartların dışına çıkamazsınız. Binaların sağlam olması gerektiği gerçeğini çocuklar bile biliyor. Önemli olan sağlam binaları sağlam zeminlere, kayalıklara ve yamaçlara yapmaktır.
İşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şehir merkezlerini, ovalardan dağlara kaydırmak istiyoruz diyerek depremlerin kayada yıkmadığı ve ovada yıktığı gerçeğini tüm halka açıklayarak bu konuda büyük bir bilinç sıçraması yarattı. Erdoğan’ın bu açıklaması son derece ilerici ve umut verici bir açıklamadır. Prof. İlyas Yılmazer'in 53 senedir anlattığı bilimsel gerçek artık devletin resmi politikası haline geldi. Prof. Yılmazer, siyasi açıdan iktidara muhalif bir bilim insanı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanının bu açıklaması konusunda bir Youtube programında “TOKİ Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın artık kayaya çıkılacak demeleri, bundan sonra kentleri kayada büyüteceğiz demeleri, 53 yıllık mücadelemizin ilk büyük başarısıdır. Bu bence milattır” diyerek devlet yöneticilerinin bu açıklamalarını alkışladı.[1]
Depremin kayada yıkmadığı gerçeğine odaklanmak gerekirken ana akım basın ise meseleyi hala farklı bir noktaya çekmeye çalışıyor. Örneğin Adıyaman'ın Kahta ilçesi sınırlarında bulunan Roma dönemine ait Cendere Köprüsü, 10 ili etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremde ayakta kaldı. Harç bile kullanmadan inşa edilen 1800 yıllık bu köprünün yıkılmamasının nedeni kaya üzerinde bulunmasıdır. Arkeologlar Derneği Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları bir açıklamasında bu köprü için “Romalı mimar ve mühendislerin hakkını teslim etmek lazım. Demek ki malzemeden de çalmamışlar” dedi.[2] Oysa köprünün sağlam kalmasının Romalı mimar ve mühendisler ile hiçbir alakası yok. Köprünün kaya üzerinde yer alması onu depremlerden
Depremin kayada yıkmadığı gerçeğine odaklanmak gerekirken ana akım basın ise meseleyi hala farklı bir noktaya çekmeye çalışıyor. Örneğin Adıyaman'ın Kahta ilçesi sınırlarında bulunan Roma dönemine ait Cendere Köprüsü, 10 ili etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremde ayakta kaldı. Harç bile kullanmadan inşa edilen 1800 yıllık bu köprünün yıkılmamasının nedeni kaya üzerinde bulunmasıdır. Arkeologlar Derneği Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları bir açıklamasında bu köprü için “Romalı mimar ve mühendislerin hakkını teslim etmek lazım. Demek ki malzemeden de çalmamışlar” dedi.[1] Oysa köprünün sağlam kalmasının Romalı mimar ve mühendisler ile hiçbir alakası yok. Köprünün kaya üzerinde yer alması onu depremlerden koruyor. 3000 yıllık kerpiç Van Kalesi ve hemen yanından fay geçen İstanbul’daki 2500 yıllık Kız Kulesi nasıl depremlerden etkilenmiyorsa Cendere Köprüsü de kaya üzerinde yer aldığı için depremlerden etkilenmiyor.
Bilim dünyamızın artık ana akım yaklaşımlardan uzaklaşması ve gerçeği görmesi gerekiyor. Maraş merkezli depremler Hatay’ın büyük bir kısmını yıkarken Antakya’daki Dağ Mahallesi ve Defne’deki Dursunlu Mahallesi kaya üzerinde yer aldığı için depremden hiç etkilenmedi. Bu mahallelerde tek bir bina yıkılmadı, tek bir kişi dahi ölmedi. Hatay’ın Defne ilçesindeki bir arkadaşım Dursunlu Mahallesi’nde yıkım olmamasını ilk önce mühendislere bağladıklarını, ancak aynı mühendisin ovadaki bir başka binasının yıkılması ile depremin kayada yıkmadığı gerçeğini anladıklarını söyledi. Antakya’da bulunan Dağ Mahallesi evlerine bakarsanız çoğunun eski binalardan oluştuğunu görebilirsiniz.
Ülkemizin çok başarılı mühendisleri ve mimarları var. Onların mesleki uzmanlık birikimlerine güveniyoruz. Yapıların kayada yıkmadığı gerçeğini dile getirirken hiçbir mühendisimizi ve mimarımızı veya müteahhitimizi ötekileştirmiyorum. Aksine, ülkemizdeki bilimsel ve teknolojik birikime güveniyorum. Türkiye’de dürüst, ilkeli, zeki ve üretken bilim insanları var. Bu kişilerin hakkını yiyemeyiz ancak Türkiye’de deprem sorununu köklü bir şekilde çözecek olan yaklaşım, yerleşim yerlerinin ovalardan dağlara kaydırılması gerektiği gerçeğinden hareket etmek zorundadır. Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin, yöneticilerin ve siyasilerin ideolojisi ne olursa olsun bu gerçeği temel almak zorundadır. Bu gerçeğe partiler üstü bir gerçek olarak yaklaşırsak sorunlarımızı çözeriz.
6 Şubat 2023’teki depremler sonrasında halkımızın bir kesiminde Türkiye’yi ve Türk milletini küçük gören düşünceler tekrar gün yüzüne çıktı. Birçok olumlu dayanışma eylemi içerisinde sadece kötü olaylara odaklanan ve sürekli halkımızı aşağılayan bu görüşler dayanışma ruhumuza gölge düşürmese de toplumsal düşünce biçimimizde bazı ideolojik sorunların hala devam ettiğini gösterdi.
Yıkılan binaları gören halkımızın bir kısmı Japonya’yı ve Japon mühendislerini övmekten jeoloji biliminin temel gerçeklerini göremedi. Batımerkezci bu insanlara göre Japonlar üstün bir millet, tüm Japon mühendisler ve mimarlar dürüstlük abidesi ama Türkler üçkağıtçı, sürekli malzemeden çalan, kaderci bir millet. Ülkemizdeki ahlaki yozlaşmayı elbette reddedemeyiz ama deprem gerçeklerini sadece dürüstlük, ahlaklılık ve ilkelilik açısından ele alırsak ülkemizdeki dürüst ve ilkeli kişilere haksızlık etmiş oluruz.
Yine İlyas Yılmazer sayesinde Japonya hakkında şunu öğrendik: “Japonya, yüzde 99’u kaya üzerinde olan bir ülkedir”. Japonya’da çok fazla ova bulunmamaktadır. Japonya’da bulunan en önemli ovalar, Hiroşima, Nagasaki ve Kobe ovalarıdır. 17 Ocak 1995’te Japonya’nın Kobe şehrinde yer alan Tarumi’de meydana gelen depremde 6 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. 150 milyar dolar zarara uğraşyan Japonya 1995 yılını “Kayıp Yıl” olarak ilan etti. Oysa bu depremde ana akım bilim insanlarının sakladığı gerçek, depremin Kobe ovasını yıkmış olmasıdır. Tarumi depremi, kaya üzerinde yer alan Tarumi’ye ve diğer kaya üzerindeki yerleşim yerlerine zarar vermemiştir. Tarumi depremi 1980 sonrası ovada büyüyen Kobe şehrini yıkmıştır. İlyas hocamız işte tam da bu yüzden "Deprem ovada olduğunda, Japonya'da da yıkıyor!" diyor. İlyas hocanın sözlerini birebir aktarıyorum:
- Bugün hala anlı şanli profesörler, televizyoncular şunu söylüyor: 'Japonya'da her gün deprem oluyor, ama binalar o kadar sağlam ki, yıkılmıyor!" Ben de diyorum ki, gözün kör olsun senin! Japonya'nın % 99'u kayadır. Deprem kayada benim ülkemde de yıkmıyor zaten! Benim ülkemde Kız Kulesi 2500 yıldır, hem de 'suyun içinde' duruyor. Yanından 'öldürücü' Kuzey Anadolu fayı geçiyor... Binlerce irili ufaklı deprem gördü. Hiçbir şekilde yıkılmaz. Bir iki kere sadece külahı düşmüştü. O da depremden değil, rüzgardan! Doğal afetler 1. sınıf tarım alanlarında yıkıyor. Kayada yıkmıyor... Deprem ovada olursa, Japonya'da da, Amerika'da da yıkıyor. Aslında orta büyüklükte bir sarsıntı olan 1995 Kobe depremi ve 1989 San Francisco depremi bunun en iyi kanıtıdır. Bizim Kocaeli depreminin yüzde 1'i büyüklüğünde olan Kobe depreminde ilk gün 6500, sonraki günlerde ise 21 bin kişi öldü. Deprem Kobe Ovasi'na 65 km uzaklıkta meydana gelmesine karşın sadece kamu binalarına verdiği zarar 150 milyar Dolar'ın üzerinde olmuştur. Bizim Kocaeli depreminde altyapının gördüğü zararın 3 milyar Dolar civarında olduğunu özellikle belirtmek isterim. Kobe depreminden manzaralara bakalım: Ovaya bir adım atıyorsunuz, bütün köprüler, binalar yıkık. Ovadan bir adım geri gelin! Hepsi ayakta! Otoyol köprüsünün iki ayağı kayanın üstünde duruyor, onlar dimdik ayakta, öteki ayakların hepsi göçmüş. 1989 San Francisco depremi de ovada oldu. Küçük bir deprem olmasına rağmen aynı acı manzara orada da yaşandı.[1]
Deprem Japon ovalarında da binaları yıkıyor. Hatta 1995 Tarumi depreminde Kobe ovasındaki izalatörlü binaların bile yerle bir olduğunu yine İlyas Yılmazer sayesinde öğreniyoruz. Halkımızın içindeki Batımerkezciler ise Japon mühendisleri bir “mehdi” olarak görüyor ve farkında olmadan içinde bulunduğu medeniyet birikimini küçümsüyor. Mimar Sinanlar çıkaran bir medeniyet birikiminin üzerinde oturuyoruz. Rahmetli Prof. İhsan Ketin, Türkiye topraklarından çıkmış bir bilim insanıdır. İhsan Ketin, İlyas Yılmazer gibi değerli bilim insanları yetiştiren Cumhuriyetimizin bilim insanları varken Japonya’yı kendimize kurtartıcı olarak görmek bize yakışmıyor.
Siyasi ve ekonomik kurtuluşu sürekli Batı’da arayanlar, deprem söz konusu olduğunda kurtuluşu yine bir başka Batı ülkesinde arıyor. Samir Amin’in emperyalizm teorisine göre Japonya coğrafi olarak Uzak Asya’da yer almasına rağmen ekonomik ve siyasi bakımdan Batı sistemi içerisinde yer almaktadır. Oysa Türkiye’yi Japonya’dan ihraç edilen bilim insanları değil, İlyas Yılmazerler, Celal Şengörler, Naci Görürler kurtaracak!
Türkiye’yi çözüm üretemeyecek birikimden yoksun, bilim ve teknolojide geri kalmış bir ülke değildir. O yüzden çözümü sürekli dışarıda gören kafa yapısından bir an önce uzaklaşmamız gerekiyor. Bu yüzden Ulusal Kanal'da fizikçi Serdar Ali Çavuşoğlu ve mühendis Ali Alsaç’ın hazırlayıp sunduğu “Biz Yaparız” programını izlemelisiniz. Bu programda Türkiye’nin bilim ve teknolojide geldiği seviyeyi gösteren önemli bilgiler anlatılıyor, Türkiye’nin bilim ve teknolojideki başarıları anlatılıyor ve ileride neleri başarabileceği masaya yatırılıyor. Bilim insanlarına yeterli destek verilirse her şeyi yapabiliriz. Değerli arkadaşım Ali Alsaç bana, deprem konusunda da köklü ve sistemli bir proje konusunda çalıştıklarını ve depremlerin kayada yıkmadığı gerçeğini altın bir kural olarak göz önünde bulundurduklarını söyledi. Alsaç’ın bana anlattığı bilgilere göre, artık Türkiye depremlerin ovalarda yıkıcı olduğu gerçeğini çok iyi anlamıştır ve bu sorun daha bütüncül bir yaklaşımla çözülecektir.
Yazıyı bitirmeden önce son bir konuya daha değineceğim. Türkiye’de her şeyi karamsar bir bakış açısıyla yorumlayan bir kesim var. Yine bu kesimlere göre Türkiye depremlerden hiç ders çıkarmıyor. Bu düşünce tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Buna en güzel örnek 1939 Erzican Depremi’dir. 1939’da Erzincan depremini yaşadığımız zaman Prof. İhsan Ketin’in de içinde
bulunduğu İnceleme Komisyonu, Erzincan’ın ovadan kayaya taşınması gerektiğini bir raporla Başbakanlığa bildiriyor ancak o dönem devleti yönetenler bilim insanlarının bu raporunu dinlemiyor. Prof. Ketin hatıralarında bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:
- Benim de içinde bulunduğum İnceleme Komisyonu'nun asıl görevi, deprem sırasında tümüyle yıkılan Erzincan'ın yerine kurulması düşünülen yeni Erzincan şehri için; 'Zemini sağlam, depremden en az etkilenecek bir sahanın' tespit edilmesiydi. 1940 Nisan ayı içinde bölgeyi inceleyen komisyonumuz, sonuçlarını, bir raporla Başbakanlığa takdim etmiş ve burada: Yeni Erzincan şehrinin, Kemah Boğazı'nın (Fırat - Karasu nehrinin) Erzincan ovasına ulaştığı kesimde, Eosen yaşlı kireçtaşlarının yaygın olduğu 'sağlam zemin' üzerine kurulması öngörülmüştü.
- Birkaç hafta sonra, Başbakanlıktan üniversiteye gelen cevapta; İdari - ekonomik - iskan - ulaşım ve benzeri güçlükler nedeniyle, yıkılan Erzincan şehrinin yine aynı mahalde, (hatta biraz daha kuzey de, aktif bir fay çizgisine yakın yerde) kurulmasına hükümetçe karar verilmiş olduğu bildirilmekte idi; nitekim de öyle oldu. Tanrı bu güzel şehri 7 - 8 büyüklükte yeni bir deprem felaketinden korusun!
- Ne yazık ki, bu satırları yazdığım 13 Mart 1992 Perşembe günü akşamı saat 19.20'de Erzincanımız 6.3 - 6.8 Richter ölçeğinde yeni bir depremle tekrar yıkılmış, çok sayıda insanımız hayatını yitirmiştir.
Devleti yönetenler 1940 yılında Prof. Ketin’in de içinde bulunduğu komisyonun raporunu ciddiye almadı. Erzincan ile ilgili olarak 1940 yılında hazırlanan İnceleme Komisyonu raporuna uymamanın bedelini 1992’deki ikinci Erzincan depreminde can ve mal kaybı yaşarak ödedik.
Devletin şimdiki pratiğine baktığımızda ise ders almış bir Türkiye görüyoruz. Kayalık zemine yapılan TOKİ konutları bunun en büyük kanıtıdır. TOKİ depremin kayada yıkmadığı gerçeğini çok iyi biliyor. Türkiye depremden “kısmen” ders almıştır ancak bu başarı sadece kamu sektörü ile sınırlıdır.
TOKİ konutlarının ve DSİ yapılarının yıkılmamış olması, deprem sorununun özel sektör bağlamında hala önemli bir sorun olarak devam ettiği gerçeğinin üzerini örtmemeli. Özel sektör, özel çıkarı temel alır. Özel çıkar ve kar hırsı üzerine kurulmuş bir sistem insan hayatını dikkate almaz. Kamuculukta güvenli yaşam, piyasacılıkta ise ölüm ve gözyaşı vardır.
Ovaları ve tarım alanlarını asli görevine döndürmek zorundayız. Bunu yaparsak, tarımsal kalkınma bağlamındaki sorunlarımızı çözecek zemini de yaratmış oluruz. Ovalar milli bir servettir. Ovaları yerleşime kapatarak ovalarda tarım yaparsak, kırsal kesimden kentlere gerçekleşen göçü de önleyebiliriz ve hatta bunu tersine çevirebiliriz. Bu koşullar yerine getirilirse, hem depremin yıkıcı etkilerinden korunmuş oluruz hem de tarımda ithalat bağımlılığından kurtuluruz. Bu strateji ile hareket edilmesi durumunda bir taşla bir milyon kuş vurmak mümkün. Yöneticilerden bu stratejik anlayışa uygun bir şekilde hareket edip gerekli önlemleri almalarını bekliyoruz.
Kaynaklar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 -
[1] https://www.icisleri.gov.tr/cumhurbaskani-erdogan-hatayda-depremlerden-etkilenen-bolgeleri-ziyaret-etti
[2] https://dergipark.org.tr/tr/pub/geosound/issue/69846/1124194