İyi akşamlar sevgili izleyiciler. Şimdi sizlere bir yazıdan bir bölüm okumak istiyorum. Bu yazıyı bugünkü Star Gazetesi’nden aldım. Yazan kişi AKP milletvekili ve Başbakan’ın baş siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan. Yalçın Akdoğan Başbakan’a en yakın isimlerden biri. Pekçok konuşmasının taslağını Akdoğan’ın hazırladığı bilindiği gibi, aynı kişi Başbakan’ın kendi söylemediği sözleri, onun adına Star Gazetesi’nde yazan ya da çeşitli konuşmalarda dile getiren kişi.
Yani eğer bir sözü Yalçın Akdoğan söylüyorsa, gazeteciler bilirler ki, bu sözler aslında Başbakan Erdoğan’ın sözleridir.
Şimdi yazıdaki bir bölümü okuyayım; Başbakan Erdoğan'ı herkes çok iyi tanıyor. Tehditle, şantajla, korkutmayla, karamayla, çamur atmayla, tertip ve tezgahla oluşan gücün milletin hayrına olmadığını çok iyi bilir.
Muhafazakar kitleyi hasım gibi gören kirli odaklarla, şer gruplarla, laikçi partilerle işbirliği yaparak yol yürünemeyeceğini çok iyi bilir. Gayrı milli ve gayrı dini güç merkezlerinin ekmeğine yağ sürenlerin bu ülkeye fayda sağlayamayacağını çok iyi bilir.
Bakın şimdi en önemli bölüme geliyorum. Özellikle burayı lütfen çok dikkatli dinleyin.
Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini çok iyi bilir. AK Parti iktidarı, tam da milletin bu çarpıklıklarla mücadelesinin adıdır.
Akdoğan’ın milli istihbaratı dediği MİT, milli bankası dediği Halk bankası. Ama ilk telaffuz edilen kuruma bakar mısınız? “Ordu” diyor “Milli ordusuna kumpas kuran” diyor.
Sevgili izleyiciler, iktidar fena halde yakalanmanın telaşı içinde çaresizlikten ne yapacağını bilemez halde. 5 yıldır her yerde bağıra bağıra söylediğimiz bir gerçeği itiraf etmekten bile çekinmiyor, sakınmıyor.
Yalçın Akdoğan’ın, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri, 5 yıldır sürdürülen korkunç bir saldırının, imha planının ilanıdır, itirafıdır. İktidar yolsuzluk suçlamalarından kurtulmak isterken, toplumun önemli bir kesiminin bildiği ama ne yazık ki bir şey yapamadığı bir gerçeği sonunda açıklamak zorunda kalmıştır.
Evet, Ergenekon’du, Balyoz’du, benzeri davalardı, Oda Tv’ydi, Karargahtı, Poyrazköy’dü, artık bildiğiniz bütün davaların sahte belgelerle, kurgulanmış delillerle, dijital değişikliklerle kotarıldığını, bu sayede Türkiye’nin aydınlarının, akademisyenlerinin, üniversite rektörlerinin, gazeteci ve yazarlarının, sanatçılarının, sendikacılarının ve askerlerinin zindanlara atılarak ağır hapis cezalarına çarptırıldığını biz biliyorduk.
Bunları yapanları da biliyorduk. Operasyonları başlatan polislerin, onlara emirler veren savcıların, sonra güya yargılıyormuş gibi tiyatro sahneleri kuranların kim olduklarını, hangi kesime hizmet ettiklerini nereden beslendiklerini de biliyorduk.
Bunlar sır değildi, beş yıldır, en azından kendi hesabıma, fırsatını bulduğum her alanda bunu haykırarak anlattım.
Ama bize ne dediler? “Siz aklınızı yemişsiniz, yargı bağımsızdır, nereden çıkarıyorsunuz bu komplo teorilerini, her şey ayan beyan ortada, bunları cemaatlerle falan ilişkilendirmek ruh hastalığıdır.”
Aynen bunları ve daha fazlasını söylediler. Aslına bakarsanız herkes durumun farkındaydı. Bunların bazı ağız ishali olmuşları aslında zaman zaman söylediklerimizi doğrulayan sözler de ediyorlardı. Yakalandıklarını anlayınca da “Ne var, cemaat de Türkiye’nin gerçeği değil mi, yıllarca onları ittiniz kaktınız” diyerek bir de üste çıkıyorlardı.
Ama aradan zaman geçti. İktidarın, kendi aklı ve yeteneği olmadığı için taşaron gibi kullandığı bu kesimler, iktidardan daha fazla pay istemeye, devlet içinde daha etkin olmaya kalkıştılar.
Bunları da tıpkı sözde liberal gibi görünen eski Marksist, komünist dönekler gibi “son kullanma tarihi olan mallar” olarak kullandığını düşünen iktidar, “yok” dedi, “o kadar da değil, herkes haddini ve yerini bilecek.”
Eh, sen besleyip büyüttüğün, Türkiye’nin değerlerini yerle bir etmek, Atatürk ilke ve devrimlerini yok etmek, cumhuriyeti bir din devletine dönüştürmek için kullandığın kesimlere sırt çevirmeye kalkarsan, onların da eli armut toplamıyor ya, harekete geçtiler tabii.
Adamlar aynı, yöntemler aynı, hedef farklı.
Daha önce aydınlara, vatanseverlere, gerçek demokratlara, hukukun üstünlüğüne gönülden inananlara yönelik oklar bu kez, bu taşeronluğu kendilerine veren iktidara döndü.
Kavga o kadar fütursuzca sürdürülüyor ki, adam değiştirmeye bile gerek görmediler. Ergenokon ve Balyoz olaylarında kullanılan bavullu gazeteci yine sahnede. Ergenekon’u başlatan, sabahın köründe evinden zorla getirttiği kişilere ilk soru olarak “neden cemaate karşısın?” sorusunu soran savcı bu kez iktidara karşı yine aynı soruyla başrolde. Ergenekon operasyonlarını yapan, Balyoz’da, kozmik odada aramalar yapan polisler yolsuzluk operasyonunda da ev aramaları yapıyor.
Yine aynı yöntemlerle basılan evlerden görüntüler, polisin yaptığı teknik takipte elde edilen fotoğraflar, video görüntüleri, nerede ve nasıl kaydedildiği bilinmeyen telefon konuşmalarının tapeleri basına sızdırılıyor.
Yine mahkemeler “gizlilik kararı” alıyor, suç olduğu için bu tür belge ve bilgilerin yayınlanmasının yasak olduğunu açıklıyor ama yine takan yok. Takan olmadığı gibi takmanyanlara yönelik bir yaptırım da yok.
Kısacası 5 yıl önce oynatılan filmi bu kez hedefi farklı olarak aynı oyuncularla tekrar izlemeye başlıyoruz.
Şimdi iktidar açmazda. Başbakan’ın tek başına “Biz yolsuzluk yapmayız, bize komplo kuruldu, bunlar dış güçlerin işi, faiz lobisi harekete geçti, Gezi’de başaramadılar yine başaramayacaklar, Halk bankasını yedirmeyiz” çıkışları ile olayın örtbas edilmesinin zor olduğu görülüyor.
O halde öyle bir şey bulunmalı ki, hem toplum vicdanı kabul etsin hem de Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğunun üzeri örtülsün.
İşte Başbakan’ın başdanışmanı aracılığı ile yaptığı budur. “Bunlar var ya bunlar, Ordu’ya da kumpas kurmuşlardı. Yalan dolan belgelerle ordumuzun güzide subaylarını darbecilikle suçlamışlar ve Genelkurmay Başkanı’nı bile terörist diye hapse attırmışlardı. Şimdi bu çete bize karşı oyun oynuyor. Söyledikleri tıpkı eskiden söyledikleri gibi yalandır, düzmecedir.”
Ama sevgili izleyiciler, hepimiz biliyoruz ki, oyun aynı kişiler tarafından tezgahlansa bile, Ergenekon ve Balyoz’da, diğer davalarda her şey düzmeceydi, planlanmıştı, sahteydi. Hafızanızı tekrar zorlayın. Bu davalarla ilgili ortada tek somut belge var mı? Yok. Ne var? Sadece istendiği gibi yorumlanabilecek telefon konuşmaları veya ortam dinlemelerinden orası burası kesilerek servis edilen konuşmalar var.
Yazışmaların, yazılı belge diye sunulan kanıtların hepsinin sahte olduğu defalarca bilirkişiler tarafından kanıtlandığı halde hiç dikkate alınmadığı da biliniyor.
Oysa yine aynı ekip tarafından kotarıldığı söylenen son yolsuzluk olayına bakar mısınız? Herşey düzmece diyelim, peki o paralar ne Kasalar, para sayma makineleri, ayakkabı kutuları ne?
Diyorlar ki “Para sayma makinesini polis getirdi.” Tamam onu polis getirdi de paraları da mı polis koydu. Dün de söyledim, banka genel müdürü “o bağış parasıydı” diyor. Bağış parasıysa neden bankada değil? Efendim tutanak gerekiyormuş, izahı zormuş, gideceği yere nakli sorun yaratıyormuş. Neden? Hangimiz bir bağış parasını evde tutarı ki. Bağış hem kutsaldır hem de temiz paradır. Para temiz olduktan sonra hangi bankacılık kanunu gereğince sıkıntı yaratabilir ki. Yok, para temiz değilse, kirli paraysa, kara paraysa, işte o zaman sorun var demektir. Bu kadar çok para nakit olarak ve üstelik döviz olarak taşınıyorsa, demek ki o para kirlidir, karadır.
Ya İçişleri Bakanı’na ne demeli? Bakın bugün ayın 24’ü. Yolsuzluk operasyonu ve gözaltılar ne zaman oldu? 17 Aralık. Kaç gün eder? Tam 8 gün. Bu nasıl iştir ki, İçişleri Bakanı olaydan tam 8 gün sonra evden çıkan paraların bir villa satışından elde edildiğini söylüyor? Yahu eğer o para villa satışından gelmişse, çocuk yakalanır yakalanmaz “durun ne yapıyorsunuz o para villa parası” demez misiniz?
Ayrıca, hepinizin önünde sormak isterim. Bu çocukların bilinen ve çok kazandıran işleri yok. Babalar da sonuçta devletten maaş alan insanlar. O halde nasıl oluyor da o gencecik oğlan nasıl bir villa sahibi oluyor, hangi parayla ve bir gün geliyor bu villayı satıyor. Haydi sattı diyelim, şimdi size de soruyorum, bu devirde kim çantadaki nakit parayla ev alıyor? Eğer ev, villa gibi yüksek meblağda bir gayrı menkul alıyorsanız ve bunu nakit parayla yapıyorsanız, ya bu para kirli, kara paradır ya da vergi kaçırıyorsunuzdur. Diyelim ki kara para değil, o halde içişleri bakanının oğlu vergi kaçırmaya çalışıyor. Neymiş, ipotek varmış para bu nedenle bankaya yatmamışmış. O bile şüphe çekici.
Yani neresinden tutarsanız tutun dökülüyor. Bunlar konuştukça da batıyorlar.
Neyse tekrar konumuza dönelim. Belli ki iktidar, içine saplandığı yolsuzluk bataklığından, daha önce, aydınlara, demokratlara, vatanseverlerle uygulanan, başbakanın deyimiyle kumpasları örnek göstererek kurtulmaya çalışıyor.
Şimdi merak ediyorum, Yalçın Akdoğan Başbakan Erdoğan adına yaptığı bu itiraftan sonra, nasıl bir yol izleyecek. Bu durumda hükümete yakışan “Özür dileriz. Devleti ele geçiren bir çete, bizim de bilgimiz dışında kurduğu kumpasla başta ordu mensupları olmak üzere yüzlerce insanı perişan etmiştir, şimdi bunların hepsini düzeteceğiz, bu sahte, yalan ve kurgulanmış belgelerle yargıladığımız ve mahküm ettiğimiz herkesle ilgili davaları düşürüyoruz, alınan mahkumiyet kararlarını iptal ediyoruz, bu kumpasları kuranları da yüce adaletin önüne çıkarıyoruz” demektir.
Hükümet önce bunu yapmalı sonra da eğer yolsuzluk operasyonu da bir kumpassa bunu ortaya çıkarmak için çabalamalıdır.
Hem hukukun hem vicdanın gereği budur. Bu davaların hepsi karar ve sonuçlarıyla iptal edilmelidir.
Sevgili izleyiciler, belli ki “cemaat iktidar” kavgası olarak görünen ama asıl devletteki egemenliği kapma olduğunu bildiğimiz bu kavganın daha da şiddetleneceği görülüyor. Sokaktaki herkes tedirgin. Ama hoş bir tedirginlik bu. Daha çok merak. Yani ortada bir korku yok. Tam tersine “Eee Allah’ın sopası yok” görüşü ve müstehzi bir gülümseme var dudaklarda.
Ama dediğim gibi merak var. Ne olacak bundan sonra merakı?
Ben açıkçası Erdoğan’ın geri adım atacağını, yumuşayacağını, yolsuzluğun hesabını falan soracağını sanmıyorum. Öncelikle devlet gücünü kullanarak cemaatçi olarak daha önce devlet içine kimi yerleştirdilerse, kimden hizmet aldılarsa bunları tek tek etkisiz alanlara kaydıracaktır. Zaten bunu büyük ölçüde yaptı. İdari alanda, poliste, yargıda ve bazı bakanlıklarda bu gerçekleşti. Şimdi sırada sanıyorum cemaate yakın olduğu bilinen ticari kuruluşlar ve medya olacaktır. Size uçuk gelmesin ama yakında cemaatin bazı mensupları hakkında, “hükümeti devirmek için örgüt kurmak” gibi suçlamalar yapılabilir ve tutuklamalar da olabilir. Nasıl olsa daha önce bunu yaptılar ve başardılar. Şimdi niye olmasın.
Ancak Başbakan bütün bunları yapsa da siyasetin kurtulamaz.
Önümüzde yerel seçimler var. Buradan ağır yaralı çıkma olasılığı yüksektir. Kehanet gibi olasın ama İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Trabzon gibi büyük yerlerde AKP’nin kazanması artık bana göre olanaksız geliyor. İstanbul ve Ankara’yı kaybetmiş bir Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilebilmesi hatta aday olması bile artık mümkün değildir. Bu durumda neredeyse iki yıl sonra yapılacak bir genel seçime kadar direnmesi de çok zordur. Ki zaten 3 dönem koşulu AKP’nin elini kolunu bağlıyor.
Erdoğan bütün bunları aşmanın yolu olarak hemen yerel seçimlerle birlikte yapılacak bir genel seçimi görebilir. Böylelikle hem önümüzdeki üç ay içinde devlet gücünü kullanarak yolsuzluk olaylarını kısmen bastırabilecektir hem de “yine erken seçim yaptığımıza göre 3 dönem kuralımız şu anda geçerli değildir, bu seçimden sonrası için geçerlidir” diyebilir.
Ancak sevgili izleyiciler, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Erdoğan ister normal zamanını beklesin, ister baskın seçime gitsin, artık bu işin dikiş tutmayacağı çok ortada. Erdoğan baskın bir seçimle belki kısa bir süre daha varlık gösterebilecek gücü kendinde bulabilir, ama özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi bu iktidarın biteceği gün olabilir. Herhalde Erdoğan da bütün öfkesine ve gerginlik politikasına rağmen bunu bilmekte ve görmektedir. Son bir hamleyle vadesini biraz uzatabilir beki ama sonuç yine hüsran olacaktır.
Bu akşam da süremin sonuna gelmişim. Yarın yine buluşmak dileği ile hepinize iyilikler dilerim. Hoş çakalın.
Can Ataklı
ulusalkanal.com.tr