Muhalif medyanın penguen Kanallarından ne farkı kaldı?

Yazarı Olmayan Makaleler Yazar iletisim@ulusal.com.tr

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün yeni yayın saatimizde karşınızdayım. Artık hafta içi hergün Ümit Zileli ile Ana Haber’den hemen sonra başlayacak günün yorumu. Zamanımız biraz daha kısa olacak. Bazı izleyiciler, sağ olsunlar “çok kısa kesiyorsun, keşke daha fazla konuşsan” diyorlar ama inanın lafın uzunu değil kısa öz ve vurucu olanı daha iyi. Önemli olan uzun konuşmak değil, bir şeyler söyleyebilmek, bir tavır koyabilmek. Kısaldı dediysem de çok kısa değil elbette. Ama günü yorumlayacak önemli olaylarını irdeleyecek kadar zamanımız var elbette.

Bunun dışında bir de küçük sürprizimiz var. Hani bazı sabahlar ya da özel günlerde Halil Nebiler’le karşınıza geliyoruz ve sizlerle sohbet ediyoruz ya, işte onu hafta içi bir gece sürekli yapacağız. Günün ya da haftanın konularını alıp Halil Nebiler’le birlikte enine boyuna konuşacağız. İşte o program yaklaşık iki saat sürecek. Vakit bol bol yani. Son anda bir değişiklik olmazsa bu programı Cuma günleri saat 20.00-22.00 arası yapmayı planlıyoruz. İlk program bu hafta, şimdiden notunuzu alın ve bir yere söz vermeyin derim.

Reklamları geçelim, geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olay biliyorsunuz AKP ile cemaatin kapışmasıydı. Sizlere anlattığım gibi tahminlerin de ötesinde kavga iyice kızıştı. Artık bunun geri dönüşü yok. Özellikle AKP tarafı öyle sözler söylüyor cemaati öyle ağır hakaretlerle topa tutuyor ki, zaten nasıl bir gergi dönüş yapabilirler onu da anlamak mümkün değil.

Olay biliyorsunuz Taraf’ın bavulcu gazetecisi Mehmet Baransu’nun 2004 yılındaki bir MGK toplantısında alınan kararı açıklamasıyla başladı. Bu MGK toplantısında hükümet Fethullah Gülen cemaatine yönelik bir bitirme planını kabul etmiş. Olayın orta çıkmasıyla birlikte AKP’de büyük bir telaş başladı. Önce Başbakan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan “tamam öyle bir karar alındı ama, o MGK yok hükmündedir, hiçbir tavsiye kararı uygulanmadı” açıklaması yaptı. Ama anlaşıldı ki bu beyan doğru değil. Çünkü aynı gazete ertesi gün bu kararların uygulamaya sokulduğunu yine ıslak imzalı belgelerle ortaya koydu. Sonra daha da ileri gidildi, konunun sadece Fethullah Gülen cemaati ile sınırlı kalmadığı başka cemaat ve bazı tarikatların da bu plana dahil edilmiş olduğu anlaşıldı.

Öyledir, böyledir, ben artık bilemem. Bizler seyircisiyiz bu oyunun. Müdahil olmaya, şu haklı bu haklı demeye de gerek yok. Çünkü adeta foseptik çukuru patladı.

Bakın neler oluyor örneğin. AKP tarafı canhıraş biçimde o MGK ararlarının uygulanmadığını hatta tam tersine cemaate bu dönemde çok iyilik yapıldığını, bir dediklerinin iki edilmediğini, bu sayede cemaatin çok büyüdüğünü, geliştiğini daha da önemlisi maddi olarak çok güçlendiğini anlatmaya çalışıyor.

İyi güzel de arkadaşlar kendi aralarında kavga edip haklı olduklarını anlatmaya çabalarken aynı zamanda suç itiraflarında da bulunmuyorlar mı? Yani ne demek “Bu süreçte cemaatin her istediği yapıldı, hiç rahatsız edilmedi?” Demek ki cemaate bir ayrıcalık tanınmış. Bir kesime ayrıcalık tanınması ve bir de üstüne bunun övünülerek anlatılması hangi kanuna anayasanın hangi maddesine uyuyor. Bırakın yasaları hukuku falan ahlaka ve vicdana sığar mı? Gerçi benim de sorduğum şeye bak.

Bu konuda en dikkatimi çeken noktalarından biri de, AKP tarafının ısrarla “O günler vesayet günleriydi, mecburen imzaladık ama hiç takmadık, geçtik gittik üzerinden” falan diyorlar. O da başka bir hayret ettirici durumdur. Bunlar 28 Şubat’ta Erbakan kararları imzaladı diye az hakaret etmemişti. Efenim ne olursa olsun dik durmalıymış Erbakan, ama yapamamış. Eee sizin yaptığınız ne oluyor? Siz dik mi durmuşsunuz yani?

Hem bu askeri vesayet konusu da abartılmıyor mu? İmza atanlardan biri bunlara göre gelmiş geçmiş en demokrat genelkurmay başkanı olan Hilmi Özkök değil mi? Onun da imzası yok mu kararlarda? Diyelim ki askeri vesayet vardı ve Tayyip Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün başına silah dayanmıştı, peki o meşhur general Hilmi Özkök’ün başına silahı kim dayamıştı da o kararları imzalamıştı.

Çok merak ediyorum, Hilmi Özkök neden konuşmuyor, o kararları neden imzaladığını ya da hükümeti neden zorladığını anlatmıyor. Bakın sevgili izleyiciler, benzer bir olay nedeniyle ki, belgelerin hepsinin sahte olduğu kurgulandığı ve savcıların önüne konduğu kimbilir kaç bilirkişi tarafından saptanmış belgeler nedeniyle birçok yurtsever aydın, gazeteci, akademisyen, generaller, kuvvet komutanları ağır hapis cezaları aldılar. Yüzün üzerindeki asker kişi “darbe düşündüler” diye ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Bu ülkenin, başbakan tarafından madalya ile taltif edilmiş bir genelkurmay başkanı da bundan nasibini aldı. Eğer o sahte belgeler suç delili kabul edilmiş ve olmamış darbe için davalar açılmış ve insanlar zindanlara doldurulmuşsa, yani bu yapılan gerçekten suçsa bunlar suçsa, Tayyip Erdoğan’ın da gerçek imzasının bulunduğu belge nasıl yok hükmünde sayılabiliyor?

Bakın elbette bunların hesabının sorulacağı günler yaklaşıyor, ayakları dolandı bir kere, düğüm oluyorlar, kendi kendilerini batağa sokuyorlar. Bırakın keyifle izleyelim.

Sevgili izleyiciler, cumartesi günü Beşiktaş İskele Meydanı’ndaydım. “Oyunu bozmak için temiz bir el tut” sloganıyla sizlere çağrıda bulundum ve CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan aday adaylığımı sizlerin huzurunda bir kez daha açıklayacağımı duyurmuştum.

O gün saat 13.45’de Üsküdar’dan yanımda sadece eşim olduğu halde motora bindim ve Beşiktaş İskelesi’ne indim. Beni de çok şaşırtan büyüklükte çok canlı, çok heyecanlı büyük bir kalabalık bekliyordu.

Motordan konuşma yapacağım platforma varabilmek tam yarım saati buldu. Sağ olun var olun, beni çok duygulandıran, gururlandıran bir sevgi seli içine aldınız beni.

Cumartesi günü Beşiktaş’ta hiçbir parti, örgüt, vakıf, dernek veya başka bir kuruluş yoktu. Beş bine yakın vatandaş tamamen kendi olanakları ile evlerinden toplanmadan, bir otobüs ya da minibüse bindirilmeden, kumanya verilmeden, tamamen kendi özgür iradeleri ile kalkıp oraya gelmişlerdi. Herkesin elinde Türk bayrakları vardı. Çok sayıda kadın ve genç alanın tamamını doldurmuştu. Birçok kişiden “hayatımda ilk defa böyle bir mitinge katılıyorum” sözünü duydum.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve adaylık yarışındaki isimlerden Gürsel Tekin hoş bir sürpriz yaparak alana gelmişti. Aynı şekilde bir eğilim yoklaması yapılması halinde yarışa katılacağını belirten Ali Özcan da oradaydı. Diğer aday adayı Prof Semih Eryıldız da çok güzel bir çiçek göndermişti.

Toplanan kalabalığa neden aday olduğumu, AKP’nin 20 yıldır İstanbul’u işgal altında tuttuğunu ama artık bu seçimlerde kesinlikle yenileceğini anlattım, bazı projelerimi paylaşmaya çalıştım.

Benim için de Türk siyaseti için çok güzel bir gündü. Bilmiyorum başta CHP olmak üzere siyasi partiler oraya toplanan tertemiz insanların mesajını aldılar mı?

Sevgili izleyiciler, yeri gelmişken medyamızın halini de biraz anlatmak istiyorum. Bu girişimimde bana medya olarak sadece Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi destek verdi. Ulusal da zaten her akşam ekrana çıkıyorum, biliyorsunuz son haftanın üç günü bu toplantıyı anlatarak size çağrıda bulundum. Ulusal kanal Perşembe ve Cuma günü kısa bir tanıtım filini birkaç kez tekrarlayarak mitingi gün ve saatini sizlere duyurdu. Birkaç internet sitesi de konuyu haber yaptı.

Beşiktaş toplantısından sonra medyanın Türkiye’de ilk kez gerçekleşen bu halk toplantısını haber yapacağını düşündüm. Elbette büyük büyük yayınlamayacaklardı, ama işe bakın ki sanki ortak bir ambargo uygulandı.

Yandaş medyayı anlıyorum onlar elbette Tayyip Erdoğan korkusuyla Mustafga Sarıgül’ün dışında CHP’li bir adayın haberini yapmaya cesaret edemezlerdi.

Ama kendilerine muhalif diyen medyaya ne demeli?

Örneğin Halk TV. Cumartesi günü Gürsel Tekin Halk TV’yi arayarak “Can Ataklı’nın Beşiktaş toplantısına gidiyorum, siz de kamera gönderin” deyince kerhen alana geldiler. Kısa bir süre canlı yayın yaptılar sonra haberlerde verdiler mi bilmiyorum.

Ulusal Kanal ciddi bir kalabalık olunca canlı yayına geçti, akşam da birkaç kez haberi tekrar etti.

Diğerleri. Satır yok.

Cumhuriyet gazetesi bilmem kaçıncı sayfasında tek sütundan küçük bir haber yayınlayıp yasak savdı.

Ama satışı bütün büyük gazeteleri sollayan Sözcü gazetesinde tek satır yok. Sanki bu ülkede hiç böyle bir şey yaşanmadı. Bir kişi ortaya çıkıp, hiçbir organizasyon yapmadan halka çağrıda bulunmadı, binlerce kişi bu çağrıya uymadı.

Yurt gazetesi. Tek satır bile koymadı, o da yok saydı.

Penguen kanallarında da haber yoktu. Bir tek Habertürk, beni de şaşırtan biçimde Pazar günü öğleden sonra haberi yayınladı ve 10 dakika kadar da benimle telefon bağlantısı kurdu.

Dediğim gibi yandaşları anlıyorum, ama muhalif olduğunu söyleyen kanalların haberi hiç görmemeleri, açıkçası canımı acıttı. Tamam, bu yarışta Mustafa Sarıgül’ün yanında yer alıyorlar, bunun için güçlü maddi destekler geliyor o kanaldan, ama hiç olmazsa demokratım derken, asgari kurallara uysalardı, demokratmış gibi gözükmeyi deneselerdi.

Peki şimdi bunların ne farkı kaldı çok eleştirdiğimiz penguen kanallarından. Onlar hiç olmazsa Tayyip Erdoğan’ın şerrinden korkup Gezi direnişini 20 gün boyunca haber yapamamışlardı. Muhalif olduklarını söyleyen medyayı kim korkuttu bu kadar acaba, ya da nedir bu kin ve nefretleri?

Aslında sevgili izleyiciler, sanıyorum cumartesi toplantımız, bu ülkenin temiz, dürüst, namuslu, ilkeli, ahlaklı, vicdanlı ve adaletli insanları arasında hoş bir seda olarak kalacak ve tarihteki yerini alacak. Bugün bazı gazetelerin haberlerine göre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Amerika gezisi sırasında İstanbul Adayının Mustafa Sarıgül olduğunu açıklamış.

Bu bana çok garip geldi. Neden Amerika’da açıklanır ki İstanbul Belediye Başkan adayı. Henüz bu açıklama kesin mi bilmiyorum, Kılıçdaroğlu’nun kendisinden bunu duymadan bir şey söylemek istemem. Çünkü bu açıklamanın Amerika’da yapılmasının yaratacağı sıkıntıyı herhalde kendisi de biliyordur. Hayır, doğruysa, keşke Türkiye’den ayrılmadan yapsaydı. Amerika’ya gidip orada bazı temaslarda bulunduktan sonra aday ismi açıklamak mutlaka kuşku yaratacaktır.

Zamanım bitiyor. Bitirmeden önce iki cümle daha söylemek istiyorum. Birincisi Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Utku Çakırözer, Kılıçdaroğlu’nun Amerika gezisini izliyor. Sarıgül’ün adaylığının kesinlemesini büyük bir keyifle yazmış. Olabilir. Zaten nasıl desteklediğini her yazısında anlatıyor. Ama sonunda demiş ki “CHP için adaylığa heveslenenler de artık bu gerçeği içlerine sindirmeli.”

Ne ayıp bir tanımlama. Bu nasıl ahlaktır, nasıl vicdandır. Ben niye hevesleneyim, ortaya çıktım yüreklice aday olduğumu söyledim. Bununla alay etmeye kalkmak yakışıyor mu bir gazeteciye. Ne diyeyim hayırlı olsun bu gazeteciye Sarıgül’ü.

İkinci söyleyeceğim ise farklı. Bu sabah Fethiye’den bir dostum aradı. Dedi ki “Tayyip Erdoğan’ın devlet desteği daha doğrusu devlet zoruyla topladığı kalabalık, senin için gelenlerin yarısı kadar bile değildi. Sen bildiğin yolda devam et arkadaşım.”

Şaka maka Muğla halkı, olağanüstü hal ilanı gibi yasaklarla adeta boğazının sıkılmasına çok ciddi tepki göstermiş, Erdoğan’ın morali çok bozulmuş. Ama bir şey söyleyeyim mi, iyi yapmamışlar, şimdi demek ki çok fena intikam alacak.

Evet bu akşam bu kadar, yarın akşam aynı saatte buluşmak üzere hepinize iyi akşamlar dilerim, hoşça kalın…

Tüm yazılarını göster