İyi akşamlar sevgili izleyiciler, bugün Salı. Eee Salı olunca ne oluyor, partilerin Meclis gruplarında genel başkanların konuşmaları var. Şenlikli bir gün yani.
Liderler yine kürsüdeydi, televizyonlar Bahçeli’yi kısmen, Kılıçdaroğlu’nu bazıları tamamen bazıları kısmen, Erdoğan’ı ise eksiksiz bütün kanallar tamamen yayınladılar.
Bana göre günün sözünü Başbakan Erdoğan söyledi. Zaten Erdoğan bugünün yıldızıydı aslında, o kadar sert ve şiddetliydi ki, bundan sonra olacakları tahmin etmek o kadar güç değil.
Başbakan “Acırsanız acınacak hale gelirsiniz” dedi. Neden söyledi bunu; artık adını da telaffuz ederek Fethullah Gülen Cemaati’ne açtığı savaşta asıl hedef ve niyetini belirtmek için söyledi.
Biliyorsunuz dün içtikleri ayrı gitmeyen iktidar cephesinin bazı akil adamları çıkan kavganın kimseye yararı olmadığını, müslümanın müslümana vurmasının doğru olmadığını, bir orta yol bulunması gerektiğini belirtiyorlar. İşte Erdoğan şimdi öyle bir mesaj veriyor ki, “artık acımam, çünkü acırsam bundan cesaret alıp bana saldıracaklar, bu sefer ben savunmasız kalabilirim” diye düşünüyor herhalde.
Erdoğan belli ki artık çok hiddetli. Sanıyorum son 15 günde yaşananlara gösterdiği tepkinin cemaatte bir geri adıma neden olabileceğini hesaplıyordu. Oysa tam tersine cemaat hükümeti sıkıştırma konusundaki dozu her geçen gün artırıyor. Uzlaşma, anlaşma, eski tatlı günlere dönme umudu her geçen gün azalıyor hatta yok oluyor. Bu durumda Erdoğan da hem kendi kitlesini iyice kemikleştirmek hem de kendisine muhalif olanların tamamına bir gözdağı vermek için çıtayı iyice yükseltiyor.
Örneğin bugün cemaat için Haşhaşi benzetmesi yaptı. “ Bunu gördük. Büyük Selçuklu devletini de yaşadık. Gözü dönmüş bir gizli örgütün devleti nasıl esir almaya çalıştığını, işbirliğine gittiğini asırlar önce millet olarak yaşadık, gördük” dedi.
Bilmeyenler vardır mutlaka, Haşhaşiler nedir kısaca anlatayım. Başbakan’ın gizli örgüt dediği Haşhaşilerin başında Hasan Sabbah isimli İran’ın Kum kentinde doğmuş bir isim vardır. Hasan Sabbah İslamiyetin bölgede yayıldığı dönemlerde Şiiliğe ilgi duymuş ve daha sonra kendini dine adamış bir isim. Bir dönem zorunlu olarak Kahire’ye gider. Burada halkın çiğnediği bir ot yüzünden kendinden geçtiğini, keyifli anlar yaşadığını görür. Halkın çiğnediği bu bitki haşhaştır ve Hasan Sabbah bun ilk kez görmüştür. Yeniden memleketine dönerken gizlice haşhaş tohumları alır ve yanında getirir.
Çünkü Hasan Sabbah’ın zihninde müthiş bir proje vardır. Bir süre sonra adını Alamut Kalesi koyduğu, bir tarafı sarp kayalarla çevrili, tepesi ise verimli toprakları barındıran bir bölgede hakimiyet kurar. Bu verimli topraklar üzerine birbirinden güzel meyve ağaçlarının olduğu, yemyeşil ve çiçeklerle bezenmiş sahte bir cennet yaratır. Yaptığı dini eğitim sayesinde yanında büyük bir mürit grubu oluşturur. Gözü pek müritlerinin yaptığı baskınlarda kaçırdığı birbirinden güzel genç kızları bu bahçelerde toplar.
Hasan Sabbah’ın asıl operasyonu bu müritler üzerinedir. Müritlere haşhaş içiren ve kendilerinden geçmesini sağlayan Hasan Sabbah, sonra bu müritleri yarattığı cennet bahçelerine bırakır. Müritler uyandıklarında muhteşem bir doğa içinde birbirinden güzel kızlarla karşılaşırlar. Kızlar müritlere “cennete geldiklerini, kendilerinin de huriler olduklarını” söylerler ve şunu anlatırlar; “Siz bir imtihandan geçiyorsunuz, sizi tekrar dünyaya göndereceğiz, eğer şeyhinizin her istediğini yaparsanız bilin ki yine buraya geleceksiniz, yoksa yeriniz cehennemdir.”
Kızlar bunları söyledikten yenilir içilir ve her biri dünya güzeli olan kızlarla ne yapılırsa o yapılır. Kızlar bu baş döndüren eğlencenin sonuna doğru müritlere yeniden haşhaş içirirler ve kendilerinden geçmelerini sağlarlar. Müritler uyandıklarında yine kendi yataklarındadırlar. Ama hepsinin hayalinde cennete gitmek bu uğurda şeyhleri için şehit olmak vardır artık.
Ondan sonrası kolaydır. Hasan Sabbah kendisine tehlike gördüğü Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun önde gelenlerini öldürtmek için işte bu müritleri kullanır. Müritlerin görevi verilen emri yerine getirmek hedefi öldürmektir. Ama bir kaçış planları yoktur. Büyük olasılıkla işledikleri cinayetten sonra yakalanacaklar ve öldürüleceklerdir. Ama zaten müritlerin istediği de budur. Gidecek emir gereği birini öldürecek ve sonra ölecek. Ölecek yani şehit olacak kiki bir an önce cennete gitsin.
Hasan Sabbah’ın müritlerinin bu cinayetleri bölgede müthiş bir korku saçar. Selçuklu İmparatoru Nizam-ül Mülk bir elçisini Sabbah’a gönderir. Amacı bu cinayetleri işleyen katilleri nasıl bulduğu ve eğittiğini öğrenmektir. Hasan Sabbah bu niyeti anlar ve elçiyi Alamut kalesinin sarp kayalıklarının üstüne çıkardıktan sonra “Sultanına söyle, burada benim bir sözümle ölecek binlerce kişi var” der. Ardından müritlerden birini çağırır ve “Sana bu kayalıklardan aşağı atlamanı emrediyorum” der. Mürit’in beklediği zaten böyle bir andır. Cennete hemen gideceğini düşündüğünden bir an bile tereddüt etmeden kendini uçuruma atar.
Bu olay Selçuklu da daha da büyük bir korku ve endişeye neden olur. Çünkü karşılarında insanlara istediği her şeyi yaptırabilen korkunç bir adam vardır. Selçuklular Hasan Sabbah ölünceye kadar ona dokunamamışlardır, ki zaten o günün koşullarında Alamut gibi çok korunaklı bir bölgeyi ele geçirmek de çok zordur.
Bir bilgi daha ekleyeyim. Hasan Sabbah’ın müritlerine ne yaptığı elbette bir süre sonra öğrenilir. Bu nedenle kendilerine “haşhaşiler” adı takılır. Haşhaşiler bir anlamda tarihin ilk kamikazeleridir. Fransızca’dan dünyaya yayılan “cinayet” anlamındaki “asasiyon “ kelimesi de haşhaşilerden gelir.
Evet bu kadar tarihi bilgi yeter, sonuçta Başbakan Erdoğan çıtayı daha da yukarı çekerek cemaat için katiller sürüsü anlamına gelen haşhaşiler benzetmesini bile yapmaktan çekinmiyor artık. Nitekim bugünkü iki ayrı konuşmasında bol bol hain, çıkarcı, işbirlikçi, vatan haini tanımlamaları da geçti.
Ancak sevgili izleyiciler, çıtanın bu kadar yükseltilmesi elbette cemaat tarafında ağır hasara neden olacaktır ama, göreceksiniz bu kavga artık iyice bel altına inecektir. Ayrıca zaten inmeye de başladı. Dün sizlere anlattım. Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadın olayında MİT’in dahlinin olduğu konusunda bant kayıtlı iddialar var. Yani demek ki önümüzdeki günlerde hiç umulmadık bazı ses kayıtları ve videolar ortaya saçılabilir.
Örneğin bugün, cemaatin bavulcu gazetecisi Mehmet Baransu çok ilginç twitler attı. Şöyle diyor Baransu;
Bugün bir belge gördüm. Küçük dilimi yuttum. Bu sizin daha iyi günleriniz. Hırsızlığınızın yanına belgeli KATİLLİĞİNİZİ de eklemişsiniz.
Katliam belgeniz tüm gazetecilerdeymiş. Twiterda yayılmaya başladı bile. Hesap vereceksiniz. Resmi belgeli, ıslak imzalı katliam emri. YUH
Katliam belgesindeki el yazılı, ıslak imzaları, notları nasıl açıklayacaksınız. Dursun Çiçek gibi imza makinesi mi diyeceksiniz Katiller
Hadi Başbakan hadi Hakan Fidan ıslak imzalı katliam belgesini açıklayın. Belgedeki ıslak imza ve el yazılı notlar kime ait? Kim bu MIT'çi?
Bahsettiğim belge sapına kadar gerçek. O el yazılarının kime ait olduğu da bence biliniyor.
Bu belge bugün tüm gazete ve gazetecilere verilmiş. Cesaretlerini göreceğim. Bakalım yayınlayabilecekler mi?
Baransu’nun söz ettiği belge Uludere’de 36 Türk vatandaşının uçaklardan atılan bombalarla öldürülmesi için verilen emirle ilgili. Baransu istihbaratı veren kişinin bizzat MİT müsteşarı olduğunu emri ise başbakanın imzaladığını ima ediyor. Bakalım ne çıkacak.
Sevgili izleyiciler, bu arada Başbakan’ın bugünkü Meclis konuşmasına dönmek istiyorum. Erdoğan ilk günkü gibi ısrarla bir komplo ile karşı karşıya olduklarını söylüyor ve yolsuzluk iddialarını reddediyor. Bunu kanıtlamak için de yapılan duble yolları, Marmaray’ı, üçüncü köprü ile üçünü havalimanını örnek gösteriyor ve “Bunları yapan bir iktidar nasıl yolsuzluklara bulaşır?” diye soruyor.
Tabii karşısında kimse olmayınca bunları söylemek güzel, dinleyenleri de etkileyebilir. Zaten Başbakan bu sözleri söyledikçe Meclis’te toplanan dinleyiciler “yuhlar” çekerek “hainleri” protesto ediyordu.
Ancak Başbakan’a şunu söylemek isterim; Sayın Başbakan yolsuzluk iddiaları zaten o yaptığınızı söylediğiniz yatırımlardan fışkırıyor. Kimse size neden duble yol yaptınız demiyor ki, duble yolu yaparken haksız kazanç elde edenler var, üç liralık işi beş liraya yaptırıyorsunuz, aradaki farkı cebe indirenler var deniyor. Aslına bakarsanız zaten bu yatırımlar olmasa yolsuzluklar da olmayacak. Size yatırım yapmayın diyen yok, bu yatırımlar üzerinden hırsızlık yapılmasın, mesele budur.
Ayrıca Başbakan’a bir kez daha sormak istiyorum, ısrarla “yolsuzluk bahane” diyorsunuz, peki bahaneyse neden dört bakanı birden görevden aldınız? Madem hiçbir yolsuzluk yok, o bakanların günahı neydi. Siz onları görevden alarak suçsuz insanları töhmet altında bırakmış olmadınız mı?
Bakın bu sorunun cevabı hiç verilmiyor nedense…
Sevgili izleyiciler, Erdoğan’ın sert tavrı ile devlet bütün gücüyle cemaatin üzerine giderken, arada beklenmedik bir gelişme daha yaşandı. Bu sabah adı sanı bilinmeyen bir internet sitesinde Fethullah Gülen’in bazı büyük işadamlarıyla yaptığı konuşmaların kayıtları yayınlandı.
Bu olay da gidişatın seyrini değiştirebilecek çaptadır. Çünkü birincisi bazı izleme, dinleme, fişleme işlerini sadece cemaatçiler yapmamış, hükümet kanadı da bazı kayıtlar tutmuş demek ki. Belli ki bunların devamı vardır.
Bunun ötesinde bu kayıtlarda bazı önemli işadamlarının adı geçiyor. Bu işadamları bazı yatırımlarını sağlama almak konusunda Fethullah Hoca’nın elini öpmüşler, ondan icazet almışlar.
Şimdi olayın aslı şu; iktidarın Erdoğan kanadı, 11 yıllık dönemde cemaate çok güvendi, onunla işbirliği yaptı, muhalif gördüğü kesimleri cemaatin marifetiyle zora soktu, davalar açtırdı, yüzlerce vatanseveri zindanlara doldurdu.
Cemaat de bunun karşılığında devlet içinde önemli bir yer edindi, özellikle maddi konularda çok geliştiği gibi Türkiye’de iş yapmak isteyen herkes için referans kaynağı haline geldi.
Devletin ekonomik konulardaki köşe başları da cemaatçiler tarafından tutulduğu için herhangi bir iş yapmaya kakışan işadamları zorunlu olarak cemaatle dirsek temasında oldu. Sonuçta herkes para kazanmak derdinde olduğu için, ha cemaat, ha iktidar, güç kimdeyse işadamları da elbette o taraftaydı.
Şimdi ortaklık bozuldu. İşadamları artık biliyorlar ki, cemaatle iş tutmaya kalkmak bundan sonra zordur. Ama iktidar da işlerini cemaat eliyle yapan işadamlarına “Bu ortaklık bitti, artık açıkça benim tarafımı tutacaksınız, aksi takdirde sizlerin temaslarını da ifşa ederiz, zorda kalan siz olursunuz” diyor.
Örneğin bir medya patronunun “Hocaefendi hakkında benim gazetemde aleyhte tek satır yayınlanamaz, buna izin vermem” dediği anlaşılıyor bu ses kayıtlarında. Hükümet şimdi bu işadamına diyor ki “Yok artık öyle değil, bundan sonra cemaat aleyhine yayın yapacaksın, aksi takdirde sen düşün.”
Bir taşla iki kuş yani. Bir taraftan cemaati zor duruma sokuyorsun diğer taraftan bugüne kadar rahat ve huzur içinde işlerini yürüten iş dünyasına “ya bendensin ya değilsin” mesajı verilmiş oluyorsun.
Sonuç olarak çok kirli, asla ahlaka, vicdana, namusa sığmayan müthiş bir kavga yaşanıyor Türkiye’de.
Bu kavga net bir galibi olmayacaktır. Ancak kişisel olarak Erdoğan cephesinin daha baskın çıkacağın, buna karşın cemaatin çok derinlerden vurarak hükümete ağır hasar vereceğini tahmin ediyorum.
Kısa vadede, Erdoğan cephesinin hızlı bir oy kaybına uğrayacağını da sanmıyorum. Çünkü Erdoğan halkın da sempatisini kazanacak biçimde çok sert ve kararlı biçimde kavga ediyor. Bizim halkımız bu tür kavgalarda taraflara bakar ve işi sertleştiren tarafı tutarak “korkusu olsa bu kadar üst perdeden konuşmaz” diye düşünür. Ama bu geçicidir. Şu anda Tayyip Erdoğan kemikleşmiş oylarını daha da sıkılaştırıyor. Sonucu önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak başkaca belge ve bilgiler ve en önemlisi AKP Meclis grubunun bunları göğüsleyip göğüsleyemeyeceği tayin edecektir.
Bu akşam bu kadar. Yarın yine birlikteyiz. Hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın..