İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün 10 aralık, bugünün özel bir önemi var. Çünkü bugün Dünya İnsan hakları Günü. Ne ibret verici bir tesadüftür ki, tam 4 yıl 277 gün haksız yere hapiste tutulan Mustafa Balbay, hukukun nihayet işlemesi sonucu kapatıldığı zindandan çıkarıldı ve milletvekili yeminini de bu anlamlı günde etti.
İnsan Hakları Günü İnsan hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edildiği 10 Aralık 1948 gününü hatırlamak, bunu unutmamak için konmuş bir gün. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünya yeniden şekillendirilirken, demokrasi ve hukuk kavramlarının tüm ülkeler için geçerli olması gerektiği düşünülmüş ve herkesin katılacağı ve uymak zorunda olacağı ilkeler belirlenmişti.
Bu bildirgenin en önemli bölümü, aslında çoğumuzun bildiği bölümdür. Şöyle der İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde; Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
Aynı bildirgenin diğer önemli maddeleri de şunlar; En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.
Şimdi bir de Türkiye'yi düşünün. Geçmişi bir kenara bırakalım, o zaman yaşadığımız sorunları hepimiz biliyoruz. Ama gelin görün ki ağzından demokrasiyi, hukuku, insan haklarını hiç düşürmeyen bugünkü iktidar şu bildirgenin ne kadarına uyuyor.
İşe bakın ki Gezi direnişi ile ilgili iddianame de yine sanki ibretmiş gibi İnsan Hakları Günü'nde açıklandı. Savcılar o gösterilere katılan herkesi suçlamayı bilmişler de öldürülenlerin, ağır yaralananların, bazı organlarını kaybedenlerin, psikolojisi, sağlığı bozulanların hesabını sormak ise nedense akıllarına gelmemiş.
Başbakan Gezi direnişi ile ilgili aleyhte ne söylediyse iddianamede aynen yer almış. Cami yalanı dahil bütün yalanlar, çarpıtmalar, kurgulamalar iddianamede var. Tesadüf mü?
Sevgili izleyiciler işte Mustafa Balbay böyle anlamlı bir günde, Türkiye'yi bir açıkhava hapishanesine çeviren, insan haklarına zerre değer vermeyen, hukuku, demokrasiyi sadece ağızdaki bir sakız zanneden iktidar mensuplarının gözlerinin içine baka baka yemin etti. Acaba AKP sıralarında oturanlar böyle bir günde karşılarına çıkan Mustafa Balbay'dan biraz olsun utandılar mı? Hala hapishanelerde, aslında zindanlarda tutulan aydınların, vatanseverlerin, gerçek demokratların, hukuka ve insan haklarına gönülden bağlı olanların durumundan vicdani bir rahatsızlık duydular mı?
Dün de söylediğim gibi Balbay bir başlangıçtır. Balbay şu anda milletvekili olduğu ve ilk başvuruyu yaptığı için zindandan çıkarıldı. Ama şurası unutulmamalı ki, aslında uzun tutukluluk esareti altında kalan tüm aydınların bir an önce salıverilmesi gerekiyor. Adalet de hukuk da bunu emrediyor.
Bgün BDP'li milletvekilleri için benzer bir çağrı yapıldı. MHP milletvekili Engin Alan da tahliye başvurusunda bulundu. Alan'ın durumu farklı deniyor, çünkü o kesin hükümlü. Ama hukukçular bu konuda farklı düşünüyor. Engin Alan'ın a tahliye edilmesi ve dönem sonuna kadar milletvekilliği dokunulmazlığından yararlanması gerekiyor.
Bakalım göreceğiz.
Sevgili izleyiciler, iktidar içindeki çıkar çatışması tam gaz sürüyor. Hafta sonunda Başbakanı dinleme şansınız oldu mu? Aslında soruyu başka türlü sorayım, hafta sonunda Başbakan'ın konuşmalarına maruz kaldınız mı? Böyle diyorum çünkü Başbakan Trakya gezisindeydi ve oradan oraya gidip her yerde meydan konuşmaları yaptı. Ne yapsın bizim penguen medyası, tabii sürekli canlı yayında. Adamlar bitap düştüler Başbakan'ın konuşmalarını canlı yayınlayabilmek için.
İlgi azdı aslında. Ama kamera numaralarıyla sanki çok daha kalabalıkmış gibi göstermeyi başarıyorlar. Sonra yukarıdan çekilmiş genel fotoğraflara bir bakıyorsunuz, aslında kalabalık falan yok. İnternet sitelerinde fotoğraflar var, açın görürsünüz. Siz bakmayın anket şirketlerinin "AKP her yerde en önde gidiyor, kimse tutamaz onu" falan gibi şişirmelerine Türkiye'nin birçok yerinde AKP ciddi biçimde eriyor. Hiç bir şey olmasa, halk artık Başbakan gelmiş falan ilgilenmiyor. Muğla gezisinde de böyle olmuştu. Halk tepkisini bütün zorlamalara, dayatmalara, sıkıyönetimi andırır uygulamalara rağmen otaya koyuyor, gitmiyor.
Başbakan bu haftaki konuşmalarında nihayet Taraf Gazetesi'nde yayınlanan 2004 yılı ağustos ayındaki Milli Güvenlik Kurulu kararlarına değindi. Ama ne değinmek. Haberi yazanların, tartışanların, ortaya yeni belge koyanların ne hainliği kaldı, ne ağır suç işlemiş olmaları ne teröristlikleri ne de fitne fesat hesabı içinde olmaları. Başbakan saydırdı da saydırdı.
Meğer Başbakan gizli belgelerin ortaya saçılmasının suç olduğuna inanırmış. Bunları yayınlamanın gazetecilik olmadığını düşünürmüş.
Tabii panik diz boyu olunca Başbakan dün söylediklerini ya da asla söylemedikleri unutuveriyor. Örneğin diyor ki "Devletin bir gizliliği vardır, mahremiyeti vardır, ailelerin de mahremiyeti vardır, bunu bozamazsınız." Niye söylüyor bunu. Çünkü gizli de olsa açıklanan belgelere göre hükümet zor durumda kalıyor. Oysa bugüne kadar üstelik aynı kaynak, aynı gazete, oraya bavul dolusu gizli belge, yasadışı dinleme, izleme, fişleme ve video kayıtlarını döktüğünde Başbakan'ın da yandaşlarının da, savcıların da aklına "Yahu bunlar suç" demek gelmemişti. Tam tersine büyük bir keyif ve aşkla bu belgelerin açıklanmasını, sızdırmayı bizzat yaparak destekliyorlardı. Şimdi pabuç pahalı, kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor ya, "Böyle basın özgürlüğü olur mu, sevsinler bu basın özgürlüğünü." Söylem bir anda bu oluyor, ne güzel…
Ayrıca bunlar 28 Şubat kararlarını imzalayan Erbakan'ı da "dik duramamakla" eleştirmişlerdi. Aynısı değil mi bu? Başbakan sağı solu hainlikle falan suçlayacağına "vallahi o günlerde bizim de yüreğimiz yetmemişti" dese ya açık açık. Hoş onu da nasıl söyleyecek ki? O MGK toplantısında gelmiş geçmiş en demokrat Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök oturuyordu. Şimdi baskı deseler Hilmi Özkök de okka altına gidecek.
Ancak sevgili izleyiciler, macun tüpünden çıktı, atı geri sokamazsınız. Daha bunlar ne ki, şurası çok belli oluyor, iki tarafın da elinde birbiri aleyhine çok sayıda belge bilgi olduğu gibi bel altı çalışmalar bile var. Zaten bunların sinyallerini alıyoruz.
Bakın, örneğin Erdoğancı yandaşları bir telaş kaplamış ki sormayın gitsin. Hani biraz daha sıksalar "Bu iş Ergenekon'un işi" diyecekler de, şimdilik adını vermiyorlar ama "darbe, cuntacılar, asker vesayeti isteyenler" falan gibi suçlamalar başladı bile. Örneğin Erdoğancı yazarlara göre; Şu an Emniyet ve Yargı içine yerleşmiş bir cunta Erdoğan'ı devirmek ve hapse atmak istiyormuş. İsimleri ve işledikleri suçların kanıtları devletin kayıtlarında mevcut olan bu darbeci polis şefleri ve savcılar Mehmet Baransu'ya ve Taraf'a verdikleri hukuk dışı talimatlarla manşet attırıyorlarmış. TSK ve AK Parti Gülen cemaatini 2004'te bitirme kararı aldığı için dershaneler kapanıyor gibi komik iddialar ve belgelerle Erdoğan'ı devirip içeri tıkacaklarını zannediyorlarmış. Bu gülünç darbe planıymış.
Eee ne diyeyim, etme bulma dünyası. Gün gelir keser döner sap döner diye boşuna dememişler.
Bavulcu gazeteci de iktidara savaş açmış durumda. Hakkındaki suç duyurularına, her an evinden alınma tehditlerine aldırmadan o da saydırıyor. "Asıl vatan hainliği insanları fişlemektir" diyor örneğin. Sonra hesap soruyor "Başbakan'ın, işine gelen çok daha gizli belgeleri yayınladığımda hiç de öyle devlet mahremi gibi kaygıları yoktu. Aksine, güdümündeki gazetelerde çarşaf çarşaf kullandırıyordu o belgeleri. Erdoğan'ın topluma ve muhafazakâr camiaya karşı işlediği günahlar deşifre oluyor. Devletin mahremine bir şey olduğu yok. 2013 Türkiye'sinde kurban bağışladı diye fişlenenler olduğunun deşifre olması devletin mahreminin değil, devletin ayıplarının ve suçlarının ifşasıdır" diye yazıyor.
Ama en hoşuma giden ne biliyor musunuz? Bütün bu kavgalar sürerken, daha önce AKP'li olmadıkları halde yandaşlar arasında yer alan, "yetmez ama evet" diyen, ama şimdiki durumda ne yapacağını şaşıranların "Aman ne olur birbirinizi böyle harcamayın, yoksa iktidar gidecek" diye gözyaşı dökerek "itidal" tavsiye eden yazılar yazmaları, televizyonlarda ağlaşarak "hepimizi mahvedeceksiniz" demeleri. Kolay değil tabii, hiç hak etmedikleri halde yıllardır iktidar nimetlerinden nemalananlar kaçınılmaz sonu görünce panikliyor haliyle.
Haaa, tabii bir de işin bel altı kısmı var ki o da evlere şenlik. Sizlere geçen hafta biraz anlattım. Ortada bir de bel altı görüntüler dolaşıyor. Sonunda Fethullah Gülen de işin kenarından girdi ve "Böyle kasetler çıkabilir dikkatli olun" uyarısı yaptı. Ben bu kasetleri bekliyorum vallahi. İktidarı yönetme uğuruna o kadar emek harcamışlar, birbirlerinin kirli çamaşırlarını görüntülemişler, çıksın bakalım ortaya da, din iman, ahlak, namus nutukları atanların gerçek yüzlerini hep birlikte görelim.
Konuyu değiştirelim; Sevgili izleyiciler, dün sabah haber ajansları büyük bir müjde gibi PKK'nın kaçırdığı 4 askeri serbest bıraktığını duyurdu.
Hafta sonu biliyorsunuz Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde çıkan olaylarda iki kişi ölmüştü. Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma Derneği, PKK'lılara ait mezarların tahrip edildiğini öne sürerek basın açıklaması yapmış daha sonra kalabalık yürümek isteyince güvenlik güçleri müdahale etmişti. Çıkan olaylarda iki kişinin ölmesi üzerine bölgede hava gerginleşmiş, Diyarbakır'da da yapılan protesto gösterilerinde olaylar çıkmıştı.
Bunlar yaşanırken önceki gün PKK'nın 4 askeri kaçırdığı haberleri geldi. Başbakan "süreci baltalamak istiyorlar" dedi. İktidar sözcüleri benzer açıklamalar yaptılar. Sonra dün sabah askerler serbest bırakıldı. BDP'li yerel yöneticiler kalabalık bir halk topluluğu ile gidip askerleri PKK'dan teslim aldılar.
Yandaşlar sevinç içinde "Başbakan gürledi, BDP devreye girdi" derken Genelkurmay da kendine pay çıkarıp "Kararlı tutumumuz sayesinde askerler iade edildi" açıklaması yaptı.
Kendimizi kandırmayalım sevgili izleyiciler; PKK iktidara mesaj veriyor. Diyor ki "bana sözler verdin, bunları tutmuyorsun. Kendini çok güçlü sanıyorsun ama bil ki bu bölgede bizim borumuz öter, istediğimiz anda, yatak odana kadar gireriz. Asker falan dinlemeyiz, canımız istediğinde adamlarınızı kaçırır canımız istediğinde de serbest bırakırız. Adımını dikkatli at." Bunu diyor PKK, kimse sahte kahramanlığa falan soyunmasın. Devletin artık resmen "Türkiye Kürdistan'ı" olarak tanımladığı bölgede ne hükümetin, ne askerin ne polisin ne yargının hiçbir gücü kalmadı.
Bakın sevgili izleyiciler, bu olayı anlattım sizlere, ama burada önemli bir ayrıntı daha var. İktidar cemaat kapışmasında çıta çok yükseldi. İktidar kanadı Yüksekova olayları konusunda cemaati suçluyor. İddialara göre Yüksekova olayı bir provokasyonmuş ve yapan da cemaate bağlı polis içindeki bir grupmuş. Bunun tam tercümesi cemaatin terör olaylarına da bulaştığıdır ki, yakında AKP'li savcılar, cemaatle ilgili bir terör soruşturması açabilir. Bir de bakmışsınız tıpkı Ergenekon gibi dalga dalga cemaatçi toplanmaya başlanmış. Olur mu olur vallahi. Kavga o kadar büyüdü yani.
Ama şunu söyleyeyim. Sokakta geziyorum. İnsanların sesi çıkmıyor gibi. Öyle değil ama, "tamam" diyor vatandaş "Sen terörle pazarlık et, Apo'yu serbest bırakmanın yolunu ara, Türk olmadığını haykır, Türklükten nefret ettir, Atatürk'ü yok say, yap bunları yap. Hesabın sorulacağı gün geliyor."
Aynen böyle sevgili izleyiciler. Hesap günü geliyor. Bütün panik zaten bu yüzden.
Evet bugün de bu kadar sevgili izleyiciler. Hepinize iyi bir hafta dileklerimle yarın aynı saate kadar "hoşça kalın" diyorum