İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün diyorum ki sohbetimize çok farklı bir tonda başlayalım. Hani bazı haber kanallarında, özellikle magazin ağırlıklı haberlerde sunucular her nedense bağıra çağıra flaş haber okuyorlar ya, işte öyle yapalım.
Şöyle hayal edin; ekranda yanıp sönen “flaş-flaş-flaş” yazısı var. Sayın seyirciler Başbakan’ın haziran direnişinden beri şikâyet ettiği faiz lobisi nihayet ortaya çıkarıldı. Emniyet güçlerinin operasyonu sonucu Tayyip Erdoğan hükümetini devirmek için dış güçlerle birlikte çalışan faiz lobisi suçüstü ele geçirildi. Faiz lobisinin başında olduğu belirlenen Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ve ekibi, dün gece yarısı faizleri 5 puan artırırken yapılan baskın sonucu yakayı ele verdiler. Haberi İran yolunda alan Başbakan Erdoğan “İşte size söylemiştim, faiz lobisi dış güçlerle el ele vererek ve paralel bir yapılanma kurarak Türkiye’yi zora sokmak, hükümetimizi devirmek istiyorlardı. Ama destan yazan emniyet güçlerimiz bu hain oyunu fark etti ve gereğini yaptı. Failler bizim kuracağımız mahkemelerde adil biçimde yargılanacaktır” dedi.
Komiklik bu yaptığım tabii. Ama aslına bakarsanız olay tam da böyle değil mi?
Ama komik olmayan şu; çare diye faizleri artırdılar buna rağmen dolardaki düşüş durdurulamadı. Sabah iyi açılan borsa da öğleden sonra çöktü.
Başbakan 8 aydır faiz lobisinden, bunun dış bağlantılarından, paralel yapılardan, devlet içindeki çetelerden, hainlerden söz ediyordu. Sonunda faizler patladı. Ama bu Başbakan’ın sözünü ettiği lobilerin eliyle değil, bizzat hükümet politikalarını uygulayan Merkez Bakası tarafından gerçekleştirildi.
Gerçi bu sabahtan hatta dün gece yarısından bu yana kararı değerlendirmeye çalışan iktidar ekonomistleri bunun bir zorunluluk olduğunu, dövizdeki artışın önüne geçmek için Merkez Bankası’nın bu silahı kullanmak durumunda olduğunu, Türkiye’yi durup dururken bir bunalımın içine atanların amaçlarına ulaştığını söylüyorlar.
Gülüp geçmek gerek bu tür safsatalara. Diyelim ki gerçekten bir faiz lobisi vardı ve nihayet amacına ulaştı, peki bu süre içinde her şeye kadir bu iktidar ne yaptı. Neden eli kolu bağlı oturdu da ekonomideki ters gelişmeleri engelleyemedi.
Demek ki sadece laf üreterek, herkese çeteci, hain, işbirlikçi yaftası yapıştırarak, sürekli bağırarak konuşup herkesi tehdit ederek yönetilmiyormuş ülke. Ülke yönetmek ciddi bir iştir çünkü.
Sevgili izleyiciler, faiz artırımında dikkatimi çeken bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Başbakan her fırsatta “başbakan olduğunu” hatırlatıyor, ülke yönettiklerini söyleyip yolsuzluk iddialarına karşı sürekli inkâr politikası uyguluyor ve sıkışınca da “Elbette polise de yargıya da müdahale edeceğim, biz burada ülke yönetiyoruz, millete karşı sorumlu olan bizleriz, bize tuzak kuranların millete hesap verme derdi yok” diyor.
Tamam, sonuçta seçimlere gidildiğinde hesabı siyasiler verir ama, aynı konu nedense Merkez Bankası için geçerli değil. Başbakan İran’a giderken “Faiz artırımına karşı olduğunu” belirtti ama sonra da ekledi “Benim Merkez Bankasına karışma hakkım yok.”
Oysa hepimiz biliyoruz ki Merkez Bankası, tamam bağımsızdır, hükümetten emir ve talimat almaz, ama yine hepimiz biliyoruz ki bu iktidar hiçbir demokratik ve hukuksal kavrama inanmadığı için Merkez Bankası’nı da egemenliği altına almıştı. Başkanın seçilişini, o sırada hükümetten gelen baskıları hatırlayın. Ayrıca Merkez Bankası’nın da hükümetten habersiz adım atmadığını da biliyoruz.
Peki yargıya polise bürokrasiye yasa ve hukuk dışı müdahaleler olduğunda “millete hesabı ben veriyorum” diyebiliyor da başbakan, Merkez Bankası konusunda neden geri duruyor. Bu faiz artırımını halka zam olarak yansıdığında ya da hesaplar tutmayıp hem faizler hem de döviz yükseldiğinde hesabını Merkez Bankası mı verecek?
Bakın sevgili izleyiciler; bu söylediklerim demokratik bir hukuk devletinde sadece gülümsemeye neden olur. Çünkü demokratik bir hukuk devletinde bırakın bunların yaşanmasını, herhangi biri dalga geçmek için bile bunları söylemeye cesaret edemez. Ama bizde oluyor işte.
Şimdi yine sadece bize özgü bir başka olaydan söz edeceğim.
Biliyorsunuz 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk operasyonları Başbakan’ın kimyasını bozdu. Otaya saçılan paralara, kasalara, ayakkabı kutularına, para sayma makinelerine, savcıların fezlekesinde yer alan bilmem kaç kerede bilmem kaç milyon dolar rüşvet aldıkları iddialarına karşı hiçbir şey söylemeyen Başbakan paralel devletten, devlet içindeki çetelerden, vatan hainlerinden, haşhaşilerden, alçaklardan, namussuzlardan, sahte Müslümanlardan, sahte peygamberlerden söz ediyor sürekli.
Aslına bakarsanız bazı söyledikleri çok yanlış da değil. Örneğin ne diyor? “Bazı savcı ve hakimlerin istemedikleri yapılanmalara karşı sahte belgeler düzenlediklerini, isimsiz imzasız ihbar mektuplarına, ne oldukları belirsiz gizli tanıklara dayanarak birçok kişiyi hapse attırdıklarını, bunları dışarı çıkarmamak için hukuku zorladıklarını” anlatıyor. Bunlar yalan mı? Değil. Tabii değil de, zamanında tüm bunlara göz yummuştu. Çünkü o sıralar şimdi nefret ettiği paralel yapıyla birebir çalışıyor, Türkiye’nin aydınlarının, gazeteci ve yazarlarının, üniversite rektörlerinin, siyasi parti mensup ve yöneticilerinin, askerlerin itilip kakılarak zindanlara doldurulmasından büyük memnuniyet duyuyordu.
Örneğin yasadışı telefon dinlemelerine karşı güya demokratmış gibi “Bu olmaz, gereken önlemler alınacaktır” diye tepki koyar gibi yapıyordu yapmasına da “hepsi tamam da içeriğe de bakmak lazım” diyordu. İçerik dediği, zaten o kişilerin haksız yere tutuklanıp hapse atılmasına, sonra da çok ağır cezalar almalarına neden olan konuşmalardı.
Yani Başbakan ve yandaşları “evet bazı hukuksuzluklar oldu olmasına ama, ortaya çıkanlara da bir şey demeyecek miyiz?” havasındaydı. İnsanların telefonlarının gizlice dinlenmesi, evlere, işyerlerine böcekler, kameralar yerleştirilmesi “darbeleri ortaya çıkarıyoruz, darbecilerle hesaplaşıyoruz” çığlıkları arasında adeta normal karşılanıyordu.
Ama şimdi durum değişti. Başbakan bugünlerde, eskiden hiç sesini çıkarmadığı dinlemelerin sıkıntısını yaşıyor. Ortaya saçılan bu telefon dinleme kayıtları aslında Başbakan’ı çok zora sokacak “içerikler” taşıyor. Buna karşın Başbakan’dan tek kelime bile yok.
Tabii şimdi diyeceksiniz ki “ne dinlemeleri, ne kayıtları?” haklısınız. Çünkü yasa gereği bu dinleme tapelerinin yayınlanması yasak. Ben size biraz anlatacağım ama, bu konuşmaları birebir vermem mümkün değil. Buna rağmen içerikten biraz söz edeyim.
Örneğin internet üzerinden dolaşan bir telefon kaydında Başbakan ile bir işadamının konuşması var. Bu işadamı Başbakan’la çok samimi konuşuyor. Anlattığı bir tatil beldesinde yapılan villalarla ilgili. Konuşmadan anlıyoruz birincisi bu villaların yapılabilmesi için bizzat başbakanın müdahale olmuş, valilik izin vermiyormuş, SİT alanıymış o inşaatların yapıldığı yer, ama halledilmiş ve inşaat başlamış. İkilinin konuşmasında villaların bedava olduğu söylenmiyor ama konuşmanın seyrinden bu anlaşılıyor.
Ama bu konuda asıl bomba Başbakan’ın kızı Sümeyye Hanım’la aynı işadamının konuşmasında var. Çünkü Başbakanın kızı bu konuşmada villada yapılmasını istediği tadilatı ve havuzun boyutunu veriyor işadamına. Sümeyye Hanım “amca” diye hitap ettiği işadamından inşaatın çabuk bitirilmesini de istiyor.
Bunların dışında 17 Aralık’tan sonra yapılmak istenen, ancak Başbakan’ın talimatı ile durdurulan ikinci yolsuzluk operasyonunda polisin elde ettiği dinleme kayıtlarının dökümleri de dolaşıyor internet ortamında. Burada konuşanlar bazı işadamları. Kimler biliyor musunuz? Hani Başbakan “Üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, Kanal İstanbul yapıyoruz. Üstelik bunlar için cebimizden bir kuruş bile çıkmıyor. Bazıları Türkiye’yi büyütecek bu projelere karşı çıkıyor. Hatta Taksim platformu bize dayatmak istediği taleplerde bu yatırımların durdurulmasını istemişti. Haziran olaylarında bunları savuşturmuştuk. İşte hainler o zaman yapamadıklarını şimdi yapıyorlar, bu yatırımları yapacak işadamlarını hedef alıyorlar” dediği işadamları bunlar.
Peki aralarında ne mi konuşuyorlar? Ses kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla iktidar bu ihaleleri verdiği işadamlarından adeta salma salar gibi haraç istemişler. Ama öyle böyle değil. Milyonlarca dolarlık talepler bunlar. Çünkü konuşmalardan anlaxşıldığı kadarıyla Başbakan zor durumdaki Çalık’ı, şu ÜTV ve sabah’ı devlet bankası kredisiyle alan Ahmet Çalık’ı kurtarmak için bu işadamlarının ATV ve Sabah’ı satın almasını istiyor. Bunun için bir havuz oluşturulmasına kararlaştırılmış. İşadamlarına bir bakan veriyor talimatları.
İşadamları aralarındaki konuşmalarda kime ne kadar haraç çıktığını söylüyorlar birbirlerine. Biri diyor ki “Ya bu kadar da olmaz, nasıl adamlar bunlar böyle?” diyor. Buna cevap veren biri, “Artık yapacak bir şey yok, sonunda milletin, işte nokta nokta diyeyim, yaparak bunu çıkarırız nasıl olsa” diyor.
Şimdi bu telefon kayıtları yasal izinler alınarak mı yapılmış? Mahkemeye delil olarak sunulduğuna göre herhalde izinler alınmıştır. Ama izin alınmasına da gerek yok ki, bugüne kadar sanki herkesi izin alıp mı dinlediler?
Elbette izinsiz dinlemelerin tapelerinin delil olarak kabul edilmesini içime sindiremem. Ama yine de ister istemez Başbakan’ın daha önceki davalarda “tamam yasadışı olmasına karşıyız, gereken önlemleri alıyoruz” dedikten sonra “Elbette bunların içeriği de önemli” önemli sözlerini de unutamıyorum.
Bu durumda Başbakan’a aynen şunu sorabiliriz “Sayın Başbakan, internete giren herkesin dinleyebileceği bu telefon konuşmaları hakkında ne diyorsunuz. Bunlar yasadışı olsa bile içeriği sizin için önemli mi değil mi? Sizin ve kızınızın muhtemelen size bedavaya yaptığı villalarla ilgili konuşmanız için ne diyorsunuz? Bunları kamuoyu ile de paylaşmayı düşünüyor musunuz? Çok büyük ihaleleri verdiğiniz kimi işadamlarından haraç gibi para topladığınız iddiaları doğru mudur, eğer doğru değilse bu işadamları neden yakınıyorlar, bunu araştıracak mısınız?”
Bilmiyorum artık Başbakan bu sorulara cevap verecek midir, yoksa kısa yolu tercih edip “Türkiye’nin büyümesinden rahatsız olanlar bizi yıpratmak istiyor, bunlar vatan hainidir” diye geçiştirecek mi?
Ya da örneğin dün CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun sorduğu bir soru var, Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu vakfın Vakıfbank’taki hesabına 99 milyon lira yatırılmış, bu doğru mu? Doğruysa bu para kimden geliyor, kimdir bu kadar büyük para bağışlayan hayırsever, bunları öğrenebilecek miyiz? Bu içeriklerin Başbakan için bir önemi var mı yok mu?
Sevgili izleyiciler, Başbakan artık giderek yalnızlaşıyor. Bakın kısa bir süre sonra Almanya’ya gidecek, bu ülkenin en saygın dergilerinden Der Spiegel, Başbakan Berlin’e gitmeden önce yayınladığı bir yorumda “Tayyip Erdoğan ya istifa edecek ya da Türkiye ile birlikte kendisi de batacak” diye yazdı.
Amerika’nın en saygın gazetelerinden New York Times Erdoğan’a hitaben yazılan bir makalesinde “Erdoğan arkasına dönüp de nasıl bir demokrasi faciası yarattığına bakmalı” ifadesini kullandı.
Bu yabancı ama çok etkin yayın organları bugüne kadar Erdoğan’a hükümetine ve uygulamalarına, Ergenekon ve Balyoz davaları dahil hep destek veriyordu. Bu nedenle Başbakan’ın “Bunlar yabancı oyunlar, Türkiye’ye komplo düzenleniyor” demeden önce durup düşünmeli ve “bana bu kadar destek veren ülkeler, bunların yayın organları şimdi ne oldu da beni bu kadar eleştiriyorlar” diye düşünmeli.
Bugünü bitirmeden bir konuya daha değinmek istiyorum. Artık kamu vicdanını da derinden yaralayan Ergenekon, Balyoz ve türevi davalarda galiba sona doğru yaklaşılıyor. Hükümet de bu konuda bir şeyler yapmak istiyor, bu çok belli. Tabii iktidar hukuki bir hatayı düzeltmek için değil, şimdi içine düştüğü yolsuzluk batağından “Bugün bana yapılanlar eskiden başkalarına da yapılmıştı” diyerek sıyrılmak için yapıyor ama artık önemli değil. Önemli olan yıllardır hapishane zindanlarında rehin gibi tutulan aydınların, gerçek vatanseverlerin bu çilelerinin bitmesini sağlamaktır. Bakın bugün Balyoz davası hakkında birkaç gün önce reddedilen yeniden yargılanma talebi bozuldu. Çünkü o kararı veren hakimler arasında Balyoz davasında görev almış kişiler vardı. Bu hukuken mümkün değildi. Belli ki intikamcı zihniyet işi kargaşaya getirip yeniden yargılamanın önünü kesmek istedi. Şimdi durum değişti. Bu başvuruya Balyoz davasına hiç katılmamış hakimler tekrar bakacak. Benim umudum yeniden yargılanma yolunun açılacağı yönünde.
Bu akşam bu kadar. Yarın yine sizlerle birlikte olmak dileği ile sevgilerimi sunarım. Hoşça kalın.
Can Ataklı
ulusalkanal.com.tr