İyi akşamlar sevgili izleyiciler; hafta sonu Almanya’daydım. Cumartesi günü Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletine bağlı Tübingen’de Tübingen Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde üçte biri Almanlardan oluşan kalabalık bir topluluğa konuşma yaptım. Konferans 50 yıl aşkın süredir Tübingen kentinde yaşayan, Almanya’daki Türkler’in Alman devletiyle ilgili hukuki sorunlarının çözümünden gerek tercüman gerek uzman olarak görev yapan Hasan Tahsin Ersoy’un girişimiyle gerçekleşti.
Hasan Tahsin Ersoy çok ilginç bir kişilik. Ömrünün büyük bölümünü Almanya’da yaşayan Türkler’e adayan, ana dili gibi Almanca bildiği gibi Alman hukukuna ve sosyal yaşamına hakim olan ama bütün ısrarlara rağmen Alman vatandaşlığına geçmeyen bir Türk. Alman Federal Parlamentosu geçtiğimiz yıl Ersoy’a Almanya’nın en değerli armağanlarından biri olan “Şeref madalyasını” verdi. Bu madalyayı alan 7 Türk daha var. Ama Hasan Tahsin Ersoy, Alman vatandaşı olmadığı halde bu madalyayı alan ilk Türk.
Tübingen Üniversitesi Almanya’nın en önemli ve saygın üniversitelerinden biri. Tahsin Ersoy’un bana anlattığına göre Tübingen Üniversitesi ilk kez bir Türk Gazeteciye konferans verme olanağı sağlamış. Üniversite hazırlıklara iki ay önce başladı. Bana gelen teklifte Türkiye’deki siyasi durumu Erdoğan hükümetinin geleceği konularında konuşmam istendi.
500’e yakın dinleyicinin bulunduğu toplantıda 150’ye yakın Alman vardı. Bunlar arasında Fakülte direktörü, üniversite öğretim görevlileri, eski eyalet ve belediye yöneticileri, Baden-Württemberg eyalet meclisinden parlamenterlerle Alman Federal Meclisi’nden üyeler de bulunuyordu.
Konuşmamı Türkçe yaptım, ama her paragraf anında Almancaya çevrildi. Yaklaşık 2.5 saat süren konferansta çok sayıda Alman ve Türk’ün Türkiye’nin son durumu ile ilgili sorularıyla karşılaştım.
Pazar günü ise benim Almanya’da olduğumu öğrenen Stutgart Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri bir sohbet toplantısı yapmamı istediler. Soğuk bir Pazar olmasına rağmen şaşırtıcı bir Türk kalabalığı ile de 3 saate yakın sohbet ettim. Uçak saati gelmeseydi sanıyorum sohbet daha da uzardı.
15-15 Şubat’ta yine Almanya’da bu kez Berlin’de olacağım. Ulusal Gönüllüleri toplantılarına katılarak Berlin ve diğer bölgelerden gelenlerle sohbet edeceğim. Ayrıca Mart ayı içinde de Stutgart ve Münih’te tek kişilik gösterilim sahneye konulacak.
Benimle ilgili bilgileri burada bitirelim ve Türkiye gündemine gelelim.
Sevgili izleyiciler, Başbakan Erdoğan yarın Brüksel’de Avrupa Birliği’nin merkezinde olacak. 3 yıl aradan sonra Başbakan ilk kez AB ile yüzyüze temasa gidiyor. Ancak bu gezinin çok kritik olacağını söylemeliyim. Biliyorsunuz şu “kritik” sözünü daha önce eleştirmiştim bir konuşmamda. Çünkü medyamız herhalde kelime bulma sıkıntısı çektiğinden hemen her gelişmeye mutlaka “kritik” damgasını vurmayı pek seviyor. Neredeyse her Milli Güvenlik Kurulu toplantısı “kritik” başlığı ile duyuruluyor izleyicilere. Ya da diyelim ki Cumhurbaşkanı Başbakan ile görüşecek “kritik görüşme” diye sunuluyor bu. Veya genelkurmay Başkanı Başbakan’ı ziyaret ediyor klişe hazır “kritik buluşma” deniyor.
Oysa “kritik” tehlikeli, sonuçları kestirilemeyecek riskler taşıyan anlamına geliyor. Sıradan bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı veya Başbakan’ın Cumhurbaşkanı ile görüşmesi neden “tehlikeli ve sonucu kestirilemeyecek” olsun ki.
Ama sevgili izleyiciler, Başbakan’ın Brüksel gezisi gerçekten “kritik”tir ve sonucu kestirilemeyecek riskler taşımaktadır.
Birincisi, eğer son anda bir karar değişikliği yapılmazsa AKP Brüksel’de Başbakan’a tıpkı Türkiye’de yapıldığı gibi görkemli bir karşılama töreni düzenlemeye hazırlanıyor.
“Ne var bunda, Avrupa’da yaşayan Türkler Başbakan’a sevgi gösterisinde bulunamazlar mı?” diye sorabilirsiniz. Evet, masumane bir girişim olsa “ne var bunda?” diyebiliriz. Ama durum öyle değil.
Bu karşılama hem Türkiye’ye yönelik hem de Avrupa Birliği’ne yönelik mesajlar taşıyor. Türkiye ayağı bildiğimiz propaganda amaçlı. Dünyaya kafa tutan, Amerika’ya ayar veren, Birleşmiş Milletler’i azarlayan, Avrupa Birliği’ne haddini bildiren, İsrail’e ağır hakaretler eden bir başbakanımız var.
Bunlar niteliği olmayan, biat etmeyi düşünmekten daha önde tutan kitleler için elbette çok önemli, gurur verici davranışlar. Erdoğan dünyada hiçbir yankı yaratmasa da bu tür efelenmelerle Türk halkının bir bölümünün hassas noktalarına dokunuyor ve kabul etmeliyiz ki bu ona puan olarak da geri dönüyor.
Ama aynı davranışlar dünya ülkeleri ve kamuoyları için hiçbir şey ifade etmiyor.
Başbakan yurt içine yönelik tutumunu ilk kez dışarıya da taşımak istiyor. Çünkü bu kez Avrupa’ya gerçekten sırtında yumurta küfesi ile gidiyor. Gideceği yerde karşılaşacağı davranışlar bu yumurtaların kırılmasına neden olabilir.
Son bir yıldır özellikle gezi olaylarından bu yana Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı çok değişti. Daha önce Erdoğan’a “Türkiye’ye demokrasiyi getiriyor, askeri vesayeti bitiriyor, sivil otoriteyi güçlendiriyor” diye bakan Avrupa artık Erdoğan’ın demokrasi ve hukuku askıya aldığına, yargıyı hiç tınamadığına, eleştiri kabul etmediği gibi kendisine muhalif olan herkese devlet şiddeti ve baskısı uyguladığını, onları sindirmeye çalıştığını, medyada sansür uygulattığını düşünüyor.
Erdoğan Brüksel’deyken bu konular yüzüne de mutlaka söylenecektir. Erdoğan ise eğer Türkiye’de yaptığı gibi “dış güçlerden, devlet içinde devletten, paralel yapılanmadan, vatan hainlerinden” söz etmeye kalkarsa inandırıcı olmayacağı gibi güven duygularını da sarsacaktır.
Avrupa’nın Erdoğan’a artık güvenmemesi bir sorun değil elbette ama ne yazık ki Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğu için ona olan güvensizlik Türkiye olan güvensizlik olacaktır ve bunun faturası da hepimize çıkacaktır.
Brüksel’deki görüşmelerde, AB temsilcilerinin hukuk ve demokrasi konusunda açıkça eleştiri yapmaları halinde Erdoğan’ın sinirlenmesi ve bütün ilişkilerimizi zedeleyebilecek türde doğaçlama sert konuşmalar yapması da büyük olasılıktır ki bu Türkiye içinde belli kesimlerden alkış alsa bile sonuçta Türkiye’nin dünyada giderek yalnızlaşması gibi bir tehlikeyi de yanında getirecektir.
Gelelim Başbakan’ın Brüksel’de tıpkı Türkiye’deki gibi karşılanmasına. Herhalde Avrupalılar akılsız değiller, havaalanına gelecek Türkler’in kendiliğinden gelmeyeceğini, bunun bir organizasyon işi olduğunu anlamamaları düşünülebilir mi? Karşılama şovu Başbakan’ın AB yetkilileriyle görüşmeleri sırasında elini güçlendirecek bir koz gibi kullanılmak isteniyor besbelli. Ama bu gerçekten bir koz olabilir mi? Brüksel’dekiler “Türk Başbakanı için demokrasiyi hukuku askıya aldı, ülkesindeki muhalif kesimlere şiddetli baskı uyguluyor diyoruz ama, Türk milleti liderinin arkasında daha dikkatli olmalıyız” diye endişeye kapılır mı?
Mümkün değil. Tam tersine, Avrupalılar bunun sadece bir şov olduğunu görerek tavırlarını daha da sertleştirebilir. Şimdi Türkiye’deki bazı aklı evveller “Biz boyun eğmeyiz, Avrupa tek çaremiz değil, olmazsa başka alanlara kayarız” diyeceklerdir ki hatta diyorlar da, ama sevgili izleyiciler uluslar arası ilişkiler ülke içi propaganda kullanılmaya kalkılırsa unutmayalım ki, bunun zararını sadece bizler çekeriz, dünyanın umuru bile olmaz.
Bu nedenle, AKP’nin karşılama şovunu bir daha gözden geçirmesini, Türkiye’nin menfaatleri için Başbakan’ın Brüksel’den ipleri kopararak değil Türkiye’nin de özlediği bir demokrasi manifestosu açıklayarak dönmesini tercih ederim.
Sevgili izleyiciler, bugün bazı gazetelerde adını ilk kez duyduğum bir kuruluşun ilanı yayınlandı. İlanı veren kuruluş “Ehl-i sünnet Alimler Birliği.” İsmail Ağa cemaatine yakın bir kuruluşmuş. Tarihten ders almak başlığı ile verilen ilanda çok tuhaf tanımlamalar var. Tam sayfa ilan hükümet cemaat kavgasına, hükümetten yana tavır koyan ifadeler taşıyor. Örneğin ilan “Tam da eski Türkiye’nin tasfiyesi ve yeni Türkiye’nin inşası sürecinde yeniden doğuşun milletçe varoluşumuzun büyük ümit ve heyecanını yaşadığımız son günlerde” diye başlıyor.
Nedir bu tasfiye edilen eski Türkiye? İlerleyen cümlelerde bunu görüyoruz. Diyorlar ki “Bir asır öncesinden beri kaybettiklerimizi yeniden kazanabileceğimiz, bizimle birlikte bütün İslam dünyasının da kazanabileceğine inandığımız maddi manevi şartların kemal derecesine erişeceğimiz yeni Türkiye sürecinde artık kaybetmeye tahammülümüz yoktur.” Sonra da Başbakan’ın sık sık söylediği “şer ittifakı operasyonlarına kaos tüccarlarına” hep birlikte dur denilmesi gerektiği belirtiliyor.
Sevgili izleyiciler, AKP iktidarı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bir İslam Cumhuriyeti’ne çevrilmek istendiğinin hatta bunun başarıldığının, ama bundan geri dönülmesi tehlikesinin doğduğunun itirafıdır bu ilan.
Bir asır önce Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye, 600 yıl hükümran olan bir ailenin, bir hanedanın yabancılarla işbirliği yaparak ülkeyi peşkeş çekmesi üzerine verilen ulusal kurtuluş savaşı sonunda, halkını teba olmaktan çıkarıp vatandaş haline getirdi, demokrasi ve hukuk sisteminin önünü açtı, insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmez değerler olduğunu kabul ederek “laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” statüsüne geçti.
İşte AKP’ye destek veren zihniyetlerin “bir asır önce kaybettik” dedikleri budur. Kurulan yeni düzende ise eskiye öykünen, laikliği, bir hukuk devleti olmayı, demokrasiyi ve sosyal devleti ortadan kaldırdılar. Türk halkının bütün bunlara sessiz kalmaması ve öfkesini giderek kabartması bu zihniyeti şimdi çok korkutuyor. Bu nedenle aslında Türk halkının “yeter artık” diyerek yavaş yavaş ayağa kalkmasını değeri kendinden menkul bir cemaatin iktidar kavgasına bağlayarak küçülmeye değersizleştirmeye çalışıyor.
Yeni Türkiye gibi saçma sapan bir sloganın arkasına sığınıp, “Cumhuriyeti, Atatürk devrimlerini yıktık” şımarıklığı ile üste çıkarak akan suyu tersine çevirmeye çabalıyorlar.
Ama çok geç. Yeni Türkiye diye tarif ettikleri “Cumhuriyet ve Atatürk değerlerinin bitirildiği” rüyasını daha çok görürler, telaş içinde birbirlerine sarılarak kaçınılmaz sonlarını biraz daha ileriye atabilirler hepsi o kadar. Herkes yüreğini ferah tutsun. Türk halkı ayağa kalkıyor artık, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir Din devletine dönüştürmek hevesinde olanlar kısa bir süre sonra nasıl hüsrana uğradıklarını göreceklerdir.
Sevgili izleyiciler, son olarak MİT’in başının belası olan TIR’lara değinmek istiyorum. Adana’da yine TIR baskını yapıldı. İçinden yine silahlar çıktı, yine MİT elemanlarının araçları doldurduğu anlaşıldı. Mahkeme bu konuya yayın yasağı koydu. Bu nedenle ayrıntıları konuşmam mümkün değil. Ama olanı biteni anlatmak herhalde suç değil.
Son olay diğerlerinden biraz daha farklı. Önce silah yüklü TIR’lar “uyuşturucu kaçırılıyor” ihbarları ile yakalanıyordu. Çünkü ihbarı yapan da biliyor ki, “kaçak silah” dense hiçbir şey yapılmayacak, valilik zaten “mutat nakliyat” diyor buna.
Sonra yakalanan TIR’lar ise aranmadan kaçırılmak istendi. Arama yapan polisler görevden alındı arama talimatı veren savcılar bizzat Başbakan tarafından azarlandı, paralel devlet elemanı olmakla suçlandı.
Dün yaşanan olay ise hepsinden farklı. Bir kere aynı anda 7 TIR birden durduruluyor. Polis operasyona gitmediği için jandarma devreye giriyor. Ama Jandarma da içişleri bakanlığına bağlı. Buna rağmen operasyon yapılıyor, üstelik bu kez 500 jandarma askeri görevlendiriliyor, yani öyle tesadüfen yapılmış, rutin kontrollerde anlaşılmış bir durum değil.
Adana’nın şaka gibi valisi yine olay yerine koşuyor, TIR’ların MİT’e ait olduğunu arama yapılamayacağını söylüyor.
Bugünkü gazetelerde, tabii yandaşların Erdoğan kanadında olanları kastediyorum, TIR’ların durdurulmasını “vatan hainliği olarak” tanımlıyor. Nedenmiş o? Çünkü bu TIR’lar Suriye’ye insani yardım götürüyormuş, bu tür aramalarla Türkiye’nin dünyadaki itibarı düşürülüyormuş.
İyi de, birincisi insani yardım neden gizli yapılır ve bunun ortaya çıkması neden itibarımızı zedeler? İkincisi dünkü iki TIR’dan da silah çıktı, bunu nasıl saklayacaksınız ki?
Derine çok inmeyelim, ama şunu söylemek istiyorum. Devletler elbette gizli işler yapabilirler. Devlet sırları da olabilir. Ama burada esas olan olayın ortaya çıkmamasıdır. Çünkü gizli işler, anı zamanda kirli işlerdir, pis işlerdir. Yakalanmazsanız ve operasyon başarıya ulaşırsa, gizli bir zafer kazanmış olursunuz ve en önemlisi bunu asla ortaya çıkıp da “ben yaptım” diye açıklayamazsınız.
MİT ya da devlet veya Erdoğan Suriye’ye yardım adı altında gizli bir iş yapıyor. Gizli yaptıklarına göre bunun açıklanması sakıncalı. O halde yakalanmayacaklar, bu kadar basit. Yakalandıkları anda bunun savunması olmaz.
Ayrıca, bu nasıl MİT’tir ki, güya bütün Ortadoğu’daki en başarılı istihbarat örgütü olarak tanıtılıyor da, yaptığı gizli operasyonlar ikide bir deşifre oluyor? Kim ihbar ediyor, kim MİT’ini istihbaratını adeta kevgire döndürüyor.
Başbakan ve MİT her yakalandıklarında sağı solu “vay vatan haini” diye suçlayacaklarına, bu ihbarların nasıl yapıldığını da ortaya çıkarsa ya.
Bu akşam da bu kadar. Yarın yine görüşmek dileğiyle hepinize sevgiler. Hoşça kalın.