İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün konu sıkıntımız yok, gündem dolu maşallah. Özellikle iktidar partisi içinde ve çevresinde dönen tartışmalar dün geceden beri iyice yoğunlaştı. AKP içinde de ciddi sıkıntılar var. Milletvekillerinden İdris Bal parti politikalarına ters düştüğü için disipline sevkedildi. Artık ne olur bilemem. Bugün istifa söylentileri çıkmıştı ama ben sizin karşınıza gelinceye kadar bu konuda bir haber yoktu. Bakalım..
Ama ben bugün Bülent Arınç’tan başlamak istiyorum. Gerçekten Arınç için üzülüyorum. Çünkü anlamıyorum kendisini, eskisi gibi dikkatli mi değil, konuşulanları anlamıyor ve ters mi yorumluyor yoksa bunları kasıtlı mı yapıyor, partiden gitme sürecini hızlandırıp başka bir oluşum içinde mi yer almaya zorluyor kendini.
Bakın dershaneler konusu son günlerin en önemli konusu biliyorsunuz. Cemaat iktidarla neredeyse bütün köprülerini attı ya da atmak üzere. Böyle bir ortamda, bakanlar kurulu toplantısı bittikten sonra hükümet adına açıklamalar yapmak üzere Arınç gazetecilerin önüne çıktı.
Söylediği çok açık ve netti. Dershaneler konusu bakanlar kurulunda görüşüldü. İmzalanmak üzere bir taslak konmadı bakanların önüne. Tam tersine konunun paydaşlarla konuşulmasına karar verilerek şimdilik bir kenara bırakıldığını söyledi.
Arınç’ı dinleyen gazeteciler bu konuşman dershaneler konusunun tıpkı önceki yıl ve geçen yıl olduğu gibi yine rafa kaldırıldığını hatta buzdolabına konduğunu yazdılar. Çünkü Arınç bu açıklamasını yaparken bir de daha önceki mahçubiyetlerine nazire olarak “Bunu ben söylüyorum, söylediğime göre anlayın artık” türü bir de ifade kullandı. Yani demek istedi ki “Merak etmeyin bu kez baltayı taşa vurmuyorum.” Eh gazeteciler de üst üste bu kadar bozgun olacak değil ya düşüncesiyle dershane olayının buzdolabına konduğunu düşündüler.
Ama o da ne? Başbakan dün gece ekrana çıktı, “değişen hiçbir şey yok dershaneler kapanacak, rafa falan kaldırıldığı yok sadece paydaşlara son olarak ne istediklerini soruyoruz” dedi. Arınç’ın açıklamaları yine güme gitti. Valla bu kadar duvara çarptıktan sonra hala “biz etle tırnak gibiyiz, bizi birbirimize düşürmeyin, düşmanları sevindirmeyin” açıklamaları kamuoyunda nasıl tepki yaratmıyor anlamıyorum. Belki de yaratıyor da, yandaş takımı o kadar güçlü ki medyada bunları duymak da pek mümkün olmuyor.
Neyse aralarında halletsinler artık, bize laf söylemek düşmez.
Sevgili izleyicier dün akşam sizlere Başbakan’ın bir kanalda gazetecilerin karşısına çıkacağını söylemiş ve “Göreceksiniz yine önceden hazırlanmış sorular sorulacaktır, başbakan bu gece ne eksik kaldıysa ya da ne yanlış anlaşıldıysa onları düzeltecektir” demiştir.
Aynen öyle oldu. Başbakanın karşısına abdesthane bardağı gibi dizilen gazeteciler ne sordular, nasıl sordular hiç dikkat ettiniz mi? Hani rol de yapamıyor mübarekler. Ikınarak, sıkılarak, uzun ve bir türlü bitiremedikleri cümlelerle Başbakan’a güya sorular sordular. Aslında soru diye bir şey yok ortada. Önce bir yıkama yağlama, sonra büyük olasılıkla Başbakan’ın “Bunu sorun” dediği soruya gelme ve sonunda “oh be sordum işte” rahatlığı.
Sorular sorulurken Başbakan’ın yüz ifadesi ne kadar donuktu, o da dikkatimi çekti. Soruları dinlemiyor gibiydi, nasıl olsa sonunda ne geleceğini biliyor.
Ancak çok önemli sözler söyledi orası da ayrı. Örneğin “iri” Türkiye’den söz etti Kürdistan, Barzani, PKK olaylarını değerlendirirken. Gazeteciler herhalde kendileri çok iyi anladıklarından olacak “iri Türkiye’den kastınız nedir, Barzani’nin kuracağı devlet Türkiye’ye mi bağlanacak, Kürdistan büyük haliyle Türkiye’nin özerk bölgesi mi olacak?” falan gibi sorular sormadılar.
Siz anladınız mı “iri Türkiye’nin” ne olduğunu?
Dershaneler konusunda kılıcı çekti Başbakan. Cemaat için “karşı olanlar” dedi sonra da bunu “mecburen” böyle söylediğini başka kelime bulamadığını belirtti.
Şimdi bundan sonra ne olur? Cemaat kavgayı ne kadar sürdürür? Yoksa geri adım mı atar? İsterseniz bunları yarın konuşalım. Bugün cemaatten tepkiler geldi. “Mücadeleye devam” sesleri yükseldi. İsteseniz bir 24 saat daha geçirelim. Ondan sonra konuşalım. Cemaat oyunu AKP’den esirger mi, esirgerse ne kadar etkili olur, bunları yarına bırakalım.
Sadece dün geceki program için bir iki kelime daha söylemek istiyorum. Ne yaz ık ki gazetecilerin düştüğü durum çok üzücüydü. Bütün yağcılıkları falan bir kenara bırakın, hele son anlardaki telaş komedi filmi gibiydi. Sazı eline alan Başbakan’a danışmanlığa soyunmuş gibi “Aman sayın Başbakanım cemaat bir şey yaptı diye siz sakın sürdürmeyin, bakın seçimler yaklaşıyor, başınıza bir şey gelmesini istemeyiz” sızlanmaları sit com dizilerini andırıyordu. Hele bir gazetecinin bedelli askerlik konusunda “Şu kadar cezalı var, bunları aileleriyle birlikte hesaplarsanız bu kadar oy olur, bunu ihmal etmeyin” yollu uyarılarına Başbakan bile güldü, artık gerisini anlayın siz.
Sevgili izleyiciler, bu sabah haber kanalları bir telaş içinde Başbakanlık önüne koşuştular. Çünkü bir şahıs Başbakanlığın önüne kadar gelmiş, sonra ceketinin önünü açmış, gövdesine sarılı bomba düzeneğini göstermiş, güvenlik görevlileri de önce havaya ateş edip sonra adamın üstüne çullanmışlar ve yakalamışlar.
Aslında çok önemli ve vahim bir gelişme değil mi? Öyle ya Başbakan’ı öldürmek için bir canlı bomba başbakanlık binasının önüne kadar gelebilmiş.
Ama biraz sakin bakınca olayın önemli ve vahim olmadığı daha ziyade çok komik bir şey olduğu ortaya çıkıyor.
Haberin detaylarına bakalım. Biri polise telefon ediyor ve Başbakanlığın önüne bir canlı bombanını gideceğini söylüyor. Hatta öyle ki saatini bile veriyor. Yani polisin haberi var.
Neyse, bu tür ihbarlar hep olabilir. Ama adam gerçekten geliyor, Başbakanlığın bulunduğu caddeye de giriyor. Bu cadde Erdoğan’ın Başbakanlığından bu yana halka kapalı biliyor musunuz? Oysa daha önce dileyen herkes elini kolunu sallayarak Başbakanlık binası önünden geçebilirdi. Şimdi sokağın iki tarafı da bariyerlerle kapatılmış durumda. Normal vatandaşlar geçiş yapamıyor.
Sadece normal vatandaşlar mı, örneğin Ulusal Kanal muhabirleri de bu sokağa giremiyor. Çünkü Başbakan Ulusal Kanal’ı istemiyor. Akreditasyon uyguluyorlar. Oysa aynı zihniyet zamanında Genelkurmay’a alınmayan bazı gazeteler için yeri göğü inletir, demokratik bir toplumda bir basın kuruluşuna karşı nasıl ambargo konabileceğinin hesabını sorardı. Şimdi Genelkurmay’a ne kadar yandaş medya varsa girebiliyor artık. Ama Ulusal Kanal bırakın Başbakanlık binasına girip basın toplantısı izlemeyi, Başbakanlığın bulunduğu sokağa bile sokulmuyor.
Aslında nedeni basit. Başbakanlığa sadece Ulusal Kanal değil, Halk TV’yi de sokmuyorlar galiba, bazı gazetelere de yasak. Gelelim nedenine. Diğer medya organlarının temsilcilerine Başbakan’a ne sorulup sorulmayacağı önceden söyleniyor. Hani siz ekranlarda gazetecilerin başbakanın etrafını sardığını görüyorsunuz, onlar da soru falan soruyorlar ya, işte onların hepsi düzmece.
Başbakanlık Basın danışmanı Başbakan gazetecilerin önüne gelmeden önce gazetecileri topluyor ve “Arkadaşlar sayın başbakanımız bugün şu sorulara cevap verecektir, bunlar sorulacaktır” diyor. Hepsi kabul ediyor. Şimdi kalkıp da “yok böyle bir şey” diyebilecek bir Başbakanlık muhabiri varsa, burası açık, gelsin, benim yanımda bunun böyle olmadığın anlatsın.
Böyle bir durumda Ulusal Kanal muhabirinin ya da dediğim gibi buraya sokulmayan birkaç gazetenin muhabiri böyle bir kurala uyar mı “peki efendim, siz nasıl uygun gördüyseniz öyle sorarız” der mi? Ne yapar? Çıkar adam gibi sorusunu sorar. İşte o adam gibi soru sorulmasın diye de bizleri oraya sokmuyorlar.
Belki hatırlarsınız, büyük yani çok tirajlı gazetelerden birinin Başbakanlık muhabiri, birgün gerçekten gazeteci olduğunu zannedip Başbakan’a, daha önceden saptanıp bildirilmemiş bir soru sormaya kalkmıştı da apar topar dışarı çıkarılmıştı. Başbakanlık o gazetecinin akreditasyonunu hemen iptal etmişti. O koca gazete de “emir büyük yerden” diyerek muhabirini çekmişti.
Ne anlatıyordum, nereye geldik yine, hah suikast olayı, bombalı adam.
Şimdi adam kendini ihbar etmiş sonra tam belirttiği saatte Başbakanlığın önüne gelmiş. İşe bakın ki Başbakan yerinde yok. İlk tuhaflık burada zaten, bu ne biçim intihar saldırısıdır ki, saldırıyı hazırlayan daha Başbakan’ın binada olup olmadığını bile bilmiyor.
Gelelim işin en garip tarafına. Adam geliyor, ceketini açıyor, gövdesinde uzaktan bakılınca bomba düzeneği gibi görünen bir şey var. Başbakanlığın koruma görevlileri ne yapıyor, havaya ateş ediyor.
Yahu adam canlı bomba, kendi de zaten ölecek, “uyarı ateşi açtık korkutmaya çalıştık” gibi bir şey olabilir mi? Sonra daha da komik biçimde güvenlik görevlileri adamın üzerine atılıyor ve yere yatırıyor.
Peki şimdi bu polisler kahraman mı? Böyle kahramanlık olur mu? Ya adam gerçekten bombalı olsa ve o anda pimi çekse?
Amaaa, eğer siz adamın üzerindeki düzeneğin bomba olmadığını zaten biliyorsanız?
Sevgili izleyiciler, elbette bu söylediğim spekülasyondur, benim tahminlerimdir. Ama siz bu olaya başka mantıklı açıklama getirebiliyor musunuz? Eğer gerçekten tam bir meczup işiyse ortada çok ciddi bir güvenlik zaafı var demektir. Başbakanın etrafına etten duvar örmek, koruma sayısını 15’ten 150’ye çıkarmak çözüm değil ki? Adam gibi koruyamadıktan sonra koruma sayısını artırmanın ne anlamı olabilir ki?
Sonra canlı bomba olmaya özenen adama bakıyorum. Hamurdan heykeller yapan ve bunları satan bir adam. Zaten üzerindeki bomba da hamurdanmış. Olaydan sonra ortaya bazı fotoğraflar saçıldı. Bu adamın yaptığı hamur heykelleri sattığı standları örneğin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de ziyaret etmiş, bu adamla poz poz fotoğraflar çektirmiş, el sıkmış heykellere bakıp onları övmüş. Tabii buradan yola çıkara canlı bomba Melih Gökçek’in tanıdığı kişi çıktı demek doğru olmaz. Bu tür görevleri yapan insanlar her gün pek çok yere girip çıkıyorlar görevleri gereği bu tür etkinliklerde yer alıyorlar ve hiç tanımadıkları kişilerle fotoğraflar çektiriyorlar. Yani hiçbir ilişkileri olmayabilir. Ama bu “kesinlikle bir ilişkisi yok” anlamına da gelmez o da ayrı mesele.
Bakın yıllar önce ANAP’ta uzun yıllar siyaset yapan Çalışma Bakanı da olan İmren Aykut’un başına böyle bir olay gelmişti. İmren Aykut bakanken, bir tarihte şimdi hatırlamıyorum, bir ile gidiyor, tam kalacağı otele girerken ANAP’lı yöneticilerden biri önünü kesip “Sayın bakanım partimizden bir üyenin oğlunun sünnet düğünü var, bir beş dakika uğrarsanız çok sevinir, çok gururlanır” diyor. İmren Aykut ne yapsın, peki diyor, bu arada şoförüne de arabada duran ve bu tür durumlarda kullanılmak üzere saklanan, hediye paketine sarılmış bir kalem getirmesini söylüyor. Sonra içeri giriyor, tabii düğündekilerin çoğu ANAP’lı, bakan alkışlarla karşılanıyor, İmren Hanım yatağında yatan sünnet çocuğunun yanına gidiyor, anne baba da yatağa oturuyor, İmren hanım kalemi hediye ediyor, bu arada şak şak şak fotoğraflar çekiliyor, birkaç dakika gülücükler saçıp düğün salonundan çıkıp kendisini yorgun argın odasına atıyor.
Aradan 7-8 yıl geçiyor. Bir uyuşturucu operasyonunda biri yakalanıyor. Kim bu. İşte o sünnet düğününde oğlunu sünnet ettiren adam. Meğer uyuşturucu işi yaparmış. O tarihlerde medya arasında savaş var. Bir grup ANAP’ı bir grup DYP’yi tutuyor. Biri bu fotoğrafı ANAP düşmanı medya grubuna götürüyor. Aman ne harika. Uyuşturucu kaçakçısı ve eski ANAP’lı bakan aynı karede. Gazete o fotoğrafı böyle nal gibi kocaman sayfanın tam ortasında basıyor altındaki başlık da “Kirli işbirliği ortaya çıktı.” İyi mi? Yok böyle bir şey tabii ama İmren Aykut bunun tamamen farkında olmadan çekilmiş bir fotoğraf olduğunu anlatana kadar ömründen ömür vermişti. Ne yapalım, ünlü ve etkili konumda olmanın bu tür cilveleri de var tabii.
Laf gelmişken, özellikle gençler için söyleyeyim. Şimdi bir facebook çılgınlığı var. Çocuklar ve gençler facebook da kendilerin komik geldiğini düşündükleri fotoğraflarını koyuyorlar. Ama bunların birçoğu yarın öbür gün iş tutacaklar önemli yerlere gelecekler. İşte o zaman birileri bu fotoğrafları ortaya saçıp yıpratmak için kullanabilir. Yani çocuklar dikkat edin, kendi geleceğinize darbe vuracak işlerden kaçının.
Dönelim yine konumuza, canlı bomba süsü verilmiş adama. Burada beni endişeye düşüren bir nokta daha var, onu da söyleyeyim. Bu tür amaçsız ve saçma sapan eylemler gelip geçer ama güvenlik birimleri üzerinde iz bırakır. Biliyorsunuz Başbakan hiçbir yerde kendisine yönelik bir protestoya izin vermiyor. Polisler elini havaya kaldıranı anında derdest edip döve döve dışarı atıyorlar. İşte bu tür saçma sapan güya suikast, canlı bomba kurguları polisin başka yerlerde çok sert ve acımasız önlemler almasına da bahane oluşturuyor. Yarın bir başka yerde, Başbakan’a yönelik küçücük bir protesto hareketine bile en acımasızca saldırıldığında polis göreceksiniz “Ama bombalı adamlar var, suikast tehlikesi var, biz ne bilelim” diyebilirler ve ne yazık ki haklı gibi de görünebilirler.
Bugünün ilginç haberlerinden biri de CHP’nin HDP ile işbirliği yapacağına ilişkin haberlerdi. Aslında medyaya yansıyan bilgilere göre bu işbirliğinden daha ziyade pazarlık gibi bir şey. HDP, yeni bir parti. Halkların Demokratik Partisi. Açılımı böyle galiba. BDP sadece Kürtler’in partisi görünümünde. Bu nedenle Batı’da oy alamıyor, parti yetkilileri böyle düşünüyor. HDP yine BDP’nin gölgesine, ama Kürtler’in değil bütün Türkiye’nin partisi olma iddiasında. Yani Güneydoğu’daki Kürt oylarını BDP toplarken, Batı’daki ve diğer yerlerdeki Kürt oylarını ve onlara sempati duyanların oylarını almaya yönelik bir girişim.
Bu partinin en bilinen ismi Sırrı Süreyya Önder. Gezi olayları sırasında yıldızı parlayan Sırrı Süreyya Önder biliyorsunuz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Ancak bu açıklamaları yaparken CHP’ye de göz kırparak İstanbul’daki AKP hakimiyetini bitirmek için işbirliği yapabileceklerini söylemişti.
İşte bunun üzerine CHP kulislerinde bir hareketlenme olduğu belirtiliyor. CHP’ye yakın gazetecilerin yazdığına göre HDP 4 ilçe belediye başkanlığı ile aynı oranda Belediye Meclis üyeliği verilmesi halinde Sırrı Süreyya Önder’i adaylıktan çekebilecek ve CHP’yi destekleyecekmiş.
Bugün Aydınlık Gazetesi’nden bu konudaki görüşümü almak için geldiler. Galiba yarın yayınlanacak. Onlara da söyledim, bu habere inanmadığımı daha doğrusu inanmak istemediğimi söyledim.
Çünkü kamuoyunda BDP’nin dolayısıyla PKK’nın uzantısı olarak görülen bir parti ile pazarlık yapılması bana göre ters teper. Ayrıca şunu da söyleyeyim, seçimlerde bu tür işbirliklerinin ve pazarlıkların pek tutmadığını da biliyorum. Bundan önce de denenmişti ama başarılı olmamıştı. Çünkü hangi görüşte olursa olsun, kitleler, oy tabanları ille de tepe yöneticilerinin kararlarına aynen uymuyorlar. Siz tepede istediğiniz kadar anlaşma yapın, bunun tabandaki yansımasını birebir tutturmanız mümkün değildir.
İstanbul’da ya da başka yerlerde HDP ile CHP işbirliği yapabilir mi? Elbette yapabilir ama bu eğer bir pazarlık konusu haline gelir, karşılıklı tavizlerin verildiği anlaşılırsa asla tutmaz. Çünkü buna karar veren bizzat oy kullanandır. Önemli olan oy kullananı ikna edebilmektir. Bu da tepelerde yapılan pazarlıklarla anlaşmalarla sağlanamaz. Haa hiç mi başarılı olunmaz. Olunur tabii ama hesap tutmaz.
CHP’de bu konuda bir kafa karışıklığı olduğunu hissediyorum. Oysa bana göre başta İstanbul olmak üzere Tükiye’nin pek çok yerinde AKP iktidarına karşı bir tepki var. Daha önce AKP’ye oy vermiş birçok vatandaşın bu seçimlerde AKP dışında bir parti aradıklarını bizzat görüyorum. Ama sorun şu; AKP’ye oy vermek istemeyenler “kime oy vereceklerini” bilemiyorlar henüz. CHP’nin bunu görmesi ve açıkçası kazanacağına inanması gerekiyor. Yoksa “Ancak şu adayla kazanırız, gerisi olmaz” diye düşünmek yarışı daha baştan kaybetmektir. Hayır siz doğru dürüst kimi aday gösterirseniz kazanacaksınız zaten, önce buna inanın. AKP’li anketçilerin dolduruşuna gelmeyin.
Sevgili izleyiciler, siz de biliyorsunuz İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı için CHP’den adayım. Parti henüz bir karar vermedi ama benim adaylık kararlılığım sürüyor. Ben buna yaklaşık birbuçuk yıl önce karar verdim. Beni cesaretlendiren umutlandıran şuydu; insanlara soruyordum, “geçen seçim kime oy verdin” diye. “AKP” cevabını verenlere “Peki yine AKP’ye mi vereceksin?” diye tekrar soruyordum. Aldığım cevaplar büyük oranda “Vermek istemiyorum ama kime vereceğim ki?” şeklindeydi. Yani demek ki millet AKP’den sıkılmış, çeşitli nedenlerle artık oy vermek istemiyor, ama gidecek yer de bulamıyor. O halde bu insanların önüne içlerine sinebilecek, güvenebilecekleri, inanabilecekleri bir isim koyarsanız, AKP’ye gidecek oyları çekebilirsiniz.
İşte ben böyle başladım. “Kime vereceğim bilmiyorum” diyenlere “Ben aday olursam verir misiniz?” diye sorduğumda, beni çok onurlandıran biçimde pek çok kişi “Bak sen olursan verebilirim” dedi.
Bunların arasında cemaatçisi de var, eskiden merkez sağ partilerden birine oy veren de var, DSP’lisi hatta AKP’ye gitmiş CHP’lisi de var.
Demek ki, anlaşmalar yapmaya kalkmak, cemaat de beni istiyor, Kürtler de oylarını bana verecekler, şu tarikatın da tercihi benim gibi açıklamaların bir anlamı yok. Cemaat örneğin, başka biriyle anlaşıp da AKP’ye oy vermeyecek değildir. Zaten AKP’den ayrılması göze aldıysa, hiç merak etmeyin oy verecek birini de bulur. Bunun için “bak beni desteklersen ben de sana şunları yaparım” laflarına aldırmaz bile.
Ben her gün toplum içindeyim. Hani kimi adaylar “metrobüse bindi, dün de metrodaydı” falan gibi haberler yaptırıyorlar kendileri için. Bu ne kadar samimi geliyor size bilemem. Oysa ben zaten her gün metrodayım, motordayım, tüneldeyim, otobüsteyim. İnsanlar beni oralarda zaten görüyor. Geçenlerde motordayım, bir vatandaş geldi yanıma, kötü niyetle değil tabii ama “Ne o adaylık olunca motora mı binmeye başladınız” diye sordu. Güldüm “Bakın” dedim “ben her gün toplu taşıma araçlarını kullanıyorum, çünkü işime ve evime daha rahat gidiyordum, ama siz de haklısınız, benim gibi birini buralarda görmeye alışık değilsiniz, ama size şunu söyleyeyim, eğer adaylık nedeniyle motora, otobüse binecek olsaydım yanımda en az 4-5 kişi daha olurdu, mutlaka dikkat çekmeye çalışırdık, yanımızda fotoğraflar çekenler olurdu, bakın ben tek başımayım, elimdeki kitabı okuyorum, propaganda amacıyla binsem böyle mi davranırım.” O vatandaş hafif mahcup olmuş biçimde ”Ne olur darılmayın, sizi burada görünce sevindim, takılmak istedim” dedi.
Geçenlerde yine otobüsteyim, biri hararetle yanıma geldi. Açık söyleyeyim CHP’li ya da muhalif sandım, laf lafı açtı meğer, adını şimdi söylemeyeyim AKP’nin bir ilçesinin başkan yardımcısıymış. “sizi seviyoruz” dedi. Eee ben de biliyorum, şimdi o kişi kalkıp bana oy vermeyecektir, ama hasım gibi, Başbakan’ın deyimiyle “düşman” gibi yaklaşmıyor, gelip konuşuyor, dokunabiliyor, önemli olan bu.
Sevgili izleyiciler, CHP İstanbul Adayını nasıl belirleyecek henüz bilmiyoruz, söylentilere göre aralık ayında İstanbul’da kayıtlı tüm CHP’li üyelerin katılacağı bir eğilim oylaması yapılacakmış. İşte ben de bunun olacağına inanarak, bundan sonraki cumartesi günü meydana çıkacağım. Şu anda neresi olduğu belli değil. Bir iki gün içinde belli olacak. Önümüzdeki hafta ayrıntılarıyla anlatacağım ama, şimdiden şunu söyleyeyim, o gün namuslu, temiz, dürüst, vicdanlı, ahlaklı, adaletli kişilerin siyasette yer almasını dileyen bunu arzulayan herkesi yanıma davet etmek istiyorum. Konu benim desteklenip desteklenmemem değil, herkese açık bir çağrı bu, hangi partiden olursanız olun, bu nitelikleri taşıyan adaylarınız olmasını istiyorsanız bir sonraki cumartesi günü benimle birlikte olun. Bütün partilere halkın temel arzusunun ne olduğunu birlikte gösterelim.
Diyorum ki “Oyunu bozmak için temiz bir eli tut.”
Evet temiz bir el. O gün gelin yanıma. Temiz, ahlaklı, namuslu, adaletli insanlar olarak tertemiz ellerimizi birleştirelim ve bütün siyasi partilere bunu gösterelim.
Siyasi partiler adaylarını belirlerken, politikalarını saptarken, pazarlıklarla, gizli anlaşmalarla bir yerlere ulaşamayacaklarını, halkın dipten gelen dalgasının bunu kabul etmeyeceğini görsünler.
Gelin o gün birlik beraberlik, demokrasi şöleni yapalım.
Sanıyorum vaktim de doldu. Dediğim gibi bu konuyu önümüzdeki hafta daha da detaylandırarak anlatacağım sizlere. Lütfen bunları dikkatli dinleyin, eğer içinize siniyorsa tanıdığınız herkese, hangi partiden hangi görüşten olursa olsun söyleyin, yayın, hep birlikte oyunu bozalım, dürüstlük bir zafer kazansın artık.
Sevgili izleyiciler az sonra Ümit Zileli Ana Haberler’le karşınızda olacak. Bu arada günün yorumu artık gece yarısı tekrarlanıyor. Bu canlı yayın, bunu kaçıranlar varsa gece yarısı da izleyebilir.
Yarın aynı saatte tekrar birlikte olmak üzere hepinize iyi akşamlar dilerim hoşça kalın.