İyi akşamlar sevgili izleyiciler; dün sohbetimize “çok ilginç günler yaşıyoruz” diye başlamıştım. Aslında galiba ilginç değil de komik günler yaşıyoruz. Bugün gazetelerde hükümetin yeni bir demokratikleşme paketi hazırladığına ilişkin haberler var. Gün boyu bunlar yalanlanmadı. Demek ki en azından içeriği doğru.
Ama ne gariptir ki, demokratikleşme adı altında aslında özgürlüklerin kısıtlanması öngörülmüş. Tabii var demokratikleşme. Tam da bu hükümetin dayattığı cinsten bir dayatma. Örneğin artık türbana “siyasi simgedir” diye falan karşı çıkmak yasak, yasak olduğu gibi bir de hapis cezası var. Yine daha daha demokratikleşelim diye okullarda mescit açılması sağlanacak. Namaz kılmak isteyen öğrencilere karışmak da yasak ve hapisle cezalandırılıyor.
Sevgili izleyiciler, hemen bir parantez açarak bu konuya biraz açıklık getirmek istiyorum. Bu hükümet çok kurnazca davranarak hem demokrasinin içeriğini boşaltıyor, hem de hukuk ilkelerini, demokrasinin temeli olan laikliği yok sayıyor. Bunu yaparken bir de üstüne, kendine yönelik muhalefeti sanki “dine karşı çıkılıyor, inançlı insanlar ikinci sınıf muamele görsün isteniyor” gibi davranmakla suçlayacak argümanlar üretiyor.
İşte örneğin, “inanç ve kanaat hürriyeti” diyerek öyle bir düzenleme yapıyor ki, bu sayede ilkokullarda bile mescit açılması adeta zorunlu hale getiriliyor. Siz doğal olarak “mescitin okulda ne işi var” diyecek olsanız cevap hazır “Sen İslama mı karşısın?” Haydi gel de anlat bakalım. Sonuçta ne oluyor “Canım bunların yaptığı siyasi muhalefet değil, bunlar aslında dine karşı, görmüyor musunuz işleri güçleri inançlarla ibadetle uğraşmak.”
Bu hükümet laikliğin içini boşaltmayı, aklına her estiğinde laikliği ayaklar altına almayı temel siyaset haline getirdi ve her türlü muhalefeti de din düşmanlığı gibi algılatma propagandası yapmaktan da çekinmiyor. Bunu sadece takdirlerinize bırakıyorum.
Yeni gelecek demokrasi paketi o kadar demokratik ve ayırımcılığa karşı ki, örneğin artık terör suçundan hüküm giyenler de siyasi partilere girebilecekler. Öyle ya teröristse terörist, biz ayırımcılığa karşıyız, niye insanları bölüyorsunuz ki?
Sadece terörist de değil, kaçakçılık yapanlar, rüşvet verenler, ihale ve satımlara fesat karıştıranlar da hiçbir ayırıma tabii tutulmadan artık siyaset yapabilecekler.
Şimdi bunu söyleyince diyorlar ki “Efendim bu yeni yasa ile saydığınız kişiler milletvekili adayı olamayacaklar, çünkü siyasi partiler kanunu aynen duruyor, milletvekili seçilme koşulları da eskisi gibi, yani kaçakçılar, rüşvetçiler, teröristler milletvekili adayı olamazlar. Tamam da siz siyasete girme ile ilgili yasaları değiştirdiğiniz an, yarın biri çıkacaktır mutlaka ve bunun anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu iddia ederek siyasi partiler ve seçim kanununda da benzer değişikliklerin yapılmasını sağlayacaklardır.
Ama paketin asıl demokratik tarafı, muhalefetle ilgili. Hükümetin ağzı Gezi direnişi nedeniyle çok yandı, o günleri hala unutamıyor ve intikamını alabilmek için hergün yeni bir şey söylüyor ya, işte yeni demokrasi paketinden Gezi direnişi ve benzeri eylemler de en demokratik biçimde nasibini almış.
Bunan sonra “bir kamu kuruluşu tarafından yürütülen projenin hayata geçirilmesi faaliyetlerini engelleyenlere 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilecek.
Yani diyelim ki köylüler sularının kesilmesine neden olan, yani direk ekmek paralarına göz diken Hidroelektrik Santrallerinin yapımına karşı çıkamayacak. Çıkarsa içeri atılacak hemen. Ya da bir üniversite içinden yol geçirilmek istenmesine karşı direnemeyecek. Bak şimdi bunu söyleyince aklıma geldi. Ankara Belediyesi Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin içinden yol geçirdi. Bunun için ağaçlar katledildi. Ama belediye başkanı Gökçek “ağaçların kesilmediğini, köküyle söküldüğünü ve başka yere taşınacağını” söylemişti. Sahi o kökünden sökülen ağaçlar nereye dikildi? Hayır ben bilmiyorum, Ankara’daki gazeteci arkadaşlar bir zahmet şu ağaçların akıbetini bir araştırabilir mi?
Efendim sonra bir parkın ortasına Alışveriş Merkezi yapmak isterse bir kamu kurumu, bunu istememek zinhar yasak. Bunlar ileri demokrasi gibi bir tanım bulmuşlardı kendi arzuladıkları rejim için, aslında bu ileri değil sıkı demokrasi. Sıkıyönetim gibi bir şey. Hırsıza, uğursuza, kaçakçıya, teröriste ayırımcılık olmasın diye siyasetin önünü aça, ama sıra muhalefete gelince sıkı demokrasi, ne güzel değil mi?
Sıkı demokrasi dedim ya, artık Erdoğan nereye giderse orada sıkı demokrasinin demokratik uzantısı olan sıkıyönetim koşulları devreye giriyor. Geçen hafta Muğla’daydı Başbakan. Muğla ili sınırları içindeki bütün gösteriler, eylemler, basın açıklamaları, her tülü toplantı ve siyasi faaliyetler geçici olarak yasaklanmıştı. Başbakan bugün de Trakya’daydı. 4 hapiste kalıp hala mağduriyet edebiyatını sürdürdüğü cezaevini de ziyaret etti. Valilik bölgede sıkıyönetim ilan etti. Kentin giriş çıkışları kapatıldı,. Kimseye nefes aldırılmadı. Eee halkın sevgisi çok önemli tabii. Bu kadar sevilince her şey yasaklanıyor ki, insanlar sevgilerini özgürce dile getirebilsin.
Başta komik günler yaşıyoruz dedim ya, işte alın size komik bir haber daha. Taraf Gazetesi birkaç günden beri hükümeti sıkıntıya sokacak bazı haberler yayınlıyor biliyorsunuz. Bunun üzerine Başbakanlık, MİT ve MGK üçü birden hem Taraf Gazetesi hem de bu haberlerde imzası bulunan bavulcu Mehmet Baransu hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Ayrı ayrı yapılan suç duyurularında yalancılık, iftira, yayınlanması yasak olan belgeleri yayınlama ve devlet sırrını yayma gibi suçlar var. Üstelik bunlar terör kapsamında değerlendiriliyor.
Taraf’ın bir Milli Güvenlik Kurulu yazısını yayınlaması suç mu? Evet suç. Bu açıdan bir sorun yok.
Ancak komiklik şurada. Taraf ve başka bir çok yandaş gazete veya televizyon bunu ilk kez yapmıyor. Özellikle son beş yılda kimbilir kaç tane MGK yazışması, MİT belgesi, Genelkurmay yazışmaları hatta kozmik gizlilikte belge çarşaf çarşaf yayınlanmadı mı? Bu belgelerin kiminin sahte olduğunun anlaşılmasına rağmen aralarında aydın, yazar, gazeteci, akademisyen, sendikacı, üniversite rektörü ve askerlerin olduğu yüzlerce kişi zindanlara doldurulup saçma sapan davalarla ağır hapis cezalarına çarptırılmadı mı?
Bunun dışında binlerce kişi yasadışı biçimde dinlenip sonra bunların deşifreleri orası burası kesilerek medyada yayınlanmadı mı? O sırada bunların suç olduğu defalarca söylendiği halde ne Başbakanlık, ne MİT ne MGK kılını bile kıpırdatmadı. Bu konudaki suç duyuruları mahkemeler tarafından sümen altı edildi.
Ne zamanki aynı yöntemler bu kez iktidarın canını acıtmaya başladı, akıllarına birden “yahu bunlar suç değil mi?” demek geldi. İntikam almak istediklerini hiçbir şekilde yasa ve hukuk tanımadıkları gibi ahlak, vicdan, namus ve hayayı da ayaklar altına alarak perişan edenler şimdi kalkmış “bu suçtur, hesap sorulacaktır” diyor. Bundan daha komik bir şey olabilir mi?
Ama oluyor. Burası Türkiye. İktidarda sıkı demokrasi uygulayan bir AKP ve tek adamlık oynayan bir Tayyip Erdoğan var.
Taraf için suç duyurusunda bulunanlar örneğin Hırant Dink cinayeti ile ilgili büyük abi denilen adamın anlattıkları hakkında da suç duyurusunda bulunacaklar mı? Kanada’ya kaçan Tuncay Güney’i bulup “Meğer bunca yalan senin başının altından çıkmış, biz de sana inanmıştık” diye sorup onu da yargı önüne çıkaracaklar mı? Her daim ağlamakla ünlü Bülent Arınç “Ne oldu şu benim suikast olayı” diye gözyaşları içinde basın toplantısı yapacak mı?
Sevgili izleyiciler, hükümet cemaat kavgası da bu arada tam gaz devam ediyor. Tam tahmin ettiğim ve size de söylediğim gibi bu kavganın bitme ihtimali pek yok. Gerçi iki taraftan da sert atışlardan sonra “itidal” tavsiyeleri de gelmiyor değil ama, işin çivisi çıktı artık.
Bakın şimdi bir de kaset kuşkusu var ortalıkta. Fethullah Gülen’in “Çok çirkin şeyler olabilir” açıklamasından sonra cemaat sözcülerinin “Yeni kaset tezgahları hazırlanıyormuş” uyarısını asla yabana atmayın. Bu yakın geleceğin işaret fişeği gibidir. Belli ki önümüzdeki dönemde hiç beklenmedik bazı kasetlerle toplum sarsılabilir. Hiç ummadığımız isimlerin bel altı görüntüleri ortalığa saçılabilir.
İşin garibi, hem iktidar hem cemaat tarafı bu kaset olayına kendilerini çok sardırmış durumda. Her iki taraf da “karşı taraftan böyle bir saldırı gelebileceği ihtimalini” konuşuyor. Eee birbirlerini biliyorlar elbette. Senin kasetin varsa benim kasetim de var hesabıdır bu. Bir tane patlarsa demek ki arkası çorap söküğü gibi gelecek.
Biraz terbiyesizce olacak ama, şu kasetler bir patlasın diyorum kendi kendime. Bunları ancak bu paklar çünkü. Saçsınlar birbirlerinin pisliğini ortalığa. Bilemem artık millet görür mü bunca yıldır yapılan zulümün, vahşetin ne olduğunu.
Sevgili izleyiciler, bugün değinmek istediğim bir konu daha var. Biliyorsunuz Güney Afrika’nın efsane lideri Mandela öldü. Mandela ülkesinde ırkçı rejime karşı büyük bir direniş göstermiş, bu uğurda hayatının 27 yılını cezaevinde geçirmişti. Ancak Güney Afrika’daki ırkçı rejim yıkıldıktan sonra ülkesinin Başkanı seçilen Mandela Nobel Barış Ödülü’nü de almıştı.
Bugün baktım da, bazı televizyon kanallarında Mandela’nın ölüm haberi verilirken, kimi yorumcular, Mandela ile Abdullah Öcalan arasında bağlantı kurmaya çalışıyor, “Güney Afrika’da Mandela neyse, Türkiye’de de Öcalan odur” falan diyor.
Bu çok yanlış ve tehlikeli bir saptamadır. Mandela ve Öcalan arasındaki tek benzerlik, ikisinin de bir dönem bir adadaki hapishanede kalmalarıdır.
Sevgili izleyiciler, Güney Afrika’da ırkçı beyaz bir azınlık ezici çoğunluğu siyah olan ülkeyi baskı ve zulümle yönetiyordu. Irkçı beyaz azınlık döneminde siyahların seçme ve seçilme hakkı yoktu, vatandaşlık hakları sınırlıydı, siyahlar hiçbir alanda beyazlarla eşit değildi, siyahlar beyazların oturduğu mahallelerde oturamaz, onların bindikleri otobüslere binemez, onların gittikleri lokanta ve cafelere bile giremezlerdi. Siyahlarla beyazlar aynı okulda okuyamaz, aynı üniversiteye de gidemezdi. Siyahlar Güney Afrika’da ikinci sınıftılar bile diyemem çünkü neredeyse yok sayılıyorlardı.
Oysa Türkiye’de durum aynı mı? Kürtler Güney Afrika’daki siyahlar gibi mi? Ayrı mı yaşıyorlar, ayrı otobüslere biniyor, ayrı okullara gidiyor, seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakılıyor, mahkemelerde ayrı muameleye tabii tutuluyor, kamu haklarından yararlanmıyor, serbestçe dolaşamıyor, istedikleri yerde ev tutup işyeri açamıyor mu?
Hayır bunların hiçbiri yok. Ama elbette, Kürt kimliği konusunda, Kürtçe dilinin serbestçe konuşulması konusunda bazı haksızlıklara ve hatta baskılara uğramış olabilirler. Ancak bu da son 25 yıla baktığımızda, gerek önceki iktidarlar gerekse bugünkü iktidar tarafından alabildiğine çözülmüş durumda. Bugün kimse Kürt’üm dediği için takibata uğramıyor. Dilediği yerde dilediği gibi hatta dilediği tonda Kürtçe konuşabiliyor, yazı yazabiliyor, kitap çıkarıp televizyon yayını yapabiliyor. Şimdi siz nasıl kalkıp da “Mandela ile Öcalan aynıdır” diyebilirsiniz? Bu hem ayıptır hem de Türkiye’ye karşı haksızlıktır.
Sevgili izleyiciler, zamanım doluyor. Ama dünkü gibi yine bir hatırlatmam olacak. Bu akşamdan itibaren Halil Nebiler’le birlikte yepyeni bir programa başlıyoruz. Adı Çift vuruş. Siyaseti elbette konuşacağız, ama asıl ağırlıklı konularımız hayatının içinden olacak. Trafikten, telefon faturalarına, bilgisayar oyunlarının çocuklara verdiği zarardan, alışveriş merkezlerinin toplum sosyolojisine olumsuz etkilerine, yemek kültüründen popüler kültürün ruhlarımızda yarattığı tahribata çok geniş bir alanda, esprili, keyifli, rahat ama aynı oranda ciddi bir programla bir buçuk saati aşkın karşınızda olacağız.
İnanın bizi izlerken aklınıza yok diziydi, yok yarışmaydı yok başka kanallardaki tuhaf sözde siyasi tartışmaydı falan hiç gelmeyecek. Hemen birazdan, 10 dakika içinde sizlerle birlikte olacağız.
Pazartesi akşamı yine aynı saatte günün yorumunda karşınızda olmak dileğiyle hepinize iyi hafta sonları dilerim. Hoşça kalın.