İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün çok üzücü bir trafik kazasıyla uyandık hepimiz. Kayseri’de meydana gelen bir trafik kazasında ne yazık ki 21 vatandaşımız can verdi, 20’nin üzerinde kişi de yaralandı. Öncelikle kazada ölenlere Allah’tan rahmet yakınlarına ve herkese baş sağlığı dilemek istiyorum.
Trafik kazaları her zaman oluyor, her gün nice insanımızı yitiriyoruz. Ama bir kazada bu kadar çok ölüm pek alışıldık durum değil, sanki uçak kazası gibi bir şey. Sabah haberi ilk kez izlerken çok şaşırmıştım. Çünkü kaza görüntülerine bakınca insan “yan yatmış bir otobüste neden bu kadar çok insan ölmüş olabilir ki?” diye düşünmeden edemiyor.
Acı gerçeği bir süre sonra öğrendik. Otobüs buzlu yolda kayıp şarampole yuvarlanmış ve yan yatmıştı. Ancak ölenlerin bir kaçı candan fırlayıp sonra otobüsün altında kaldıkları için ölmüşlerdi. Ama ölenlerin büyük çoğunluğu soğuktan donarak can vermişti.
Kaza raporlarından anladığımız kadarıyla yardım ekipleri ancak 3.5 saat sonra olay yerine ulaşmışlar. Otobüsün içinde sıkışıp kalanlar, doğal olarak paltolarını çıkardıkları ve kıpırdayamadıkları için bulundukları yerden onlara ulaşıp giyinememişler ve bazıları hiçbir yaraları olmamasına rağmen dondurucu soğuğa teslim olmuş.
Elbette kış koşulları, yolların buzlu olması yardım ekiplerinin gelmesini de geciktirmiştir, ama biraz insaf, Kayseri gibi gelişmiş bir ilimizde koşullar ne olursa olsun 50 yolcunun bulunduğu bir otobüse bu kadar geç ulaşmanın hiçbir bahanesi olamaz.
Ne yazık ki bu olayla ülkemizde yaşamanın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kere daha görmüş olduk. Demek ki gelişmişlik nutukları atmakla ülkeler gelişmiş olmuyorlar. Anlık olaylar karşısında çabuk hareket edebilecek çapta yöneticileri bulup iş başına getiremiyorsanız, işte insan hayatı da bu kadar ucuz bir şekilde sonlanabiliyor.
Tekrar ölenlere rahmet, yakınlarına baş sağılığı dilerken, bir kaza sonucu yaşanan bu korkunç ihmalin bir daha başımıza gelmemesini temenni ederim.
Sevgili izleyiciler; önceki akşamki sohbetimizde hükümetin hapisteki askerleri kurtarmaya yönelik bir yasa tasarısından kısaca söz etmiştim. Hatta “nasıl olsa bu yasa ile ilgili öne komisyon çalışmaları sonra da meclis genel kurulunda yapılacak görüşmelerin olacağını” belirterek “bu konuyu daha konuşacağız” demiştim.
İşte o yasa tasarısı bugün Meclis komisyonundan geçti. Sanıyorum en kısa sürede Meclis’e gelecek ve büyük olasılıkla hemen kabul edilecektir.
Tasarıya göre, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı soruşturma açılmasına, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları hakkında Başbakan; Jandarma Genel Komutanı hakkında ise, İçişleri Bakanı karar verecek.
İsimsiz, imzasız, adressiz yahut takma adla yapıldığı anlaşılan ya da belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikayetler işleme konulmayacak.
Düzenleme Tuğ, Tüm ve Korgenerallere, mevcut sisteme göre, daha erken terfi ya da daha erken emeklilik getirebilecek. Hükümetin getirdiği yeni tasarı ile, generallerin durumunun ele alınmasının süresi, 3 yıla çekiliyor.
Bu yasanın meclisten geçmesi halinde neler olabilir? Bunu bugün özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi toplum vicdanını da kanatan davalarla ilgili hukukçulara sordum.
Birincisi; hiçbir şey olmaz. Yasa şu anda görev başında olan Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanları ile bundan sonra bu göreve gelecek olanları koruma altına alıyor.
Ayrıca bu yasa teknik olarak zaten bu hükümetin bir tasarrufu da değil, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde ve zaten daha önce değiştirilmiş olan anayasa maddesine göre yapıldı. Yani, bu konuyu anayasasına sokmuş olan Türkiye’nin bu yasayı çıkarması gerekiyordu.
Ancak, hani son günlerin moda deyimi var ya, “zamanlama” diye, işte bu yasanın şu anda gündeme gelmesinin de zamanlaması önemlidir.
Sevgili izleyiciler, hukukta en temel kurallardan biri sanıkların korunmasıdır. Yani yasalar sanıkların lehine uygulanmaya çalışılır. Amaç yasalarla sanıkların hayatını karartmak değil, yasaların sanıklara en yararlı olabilecek şekilde uygulanmasıdır.
Hani bazı cinayet davalarında çeşitli nedenlerle ceza indirimine gidiliyor ya, işte burada yasaların sanık lehine işletilmesi söz konusu olduğu için böyle oluyor.
Adam beş kişiyi öldürmüş, bir bakıyorsunuz ömür boyu hapis almıyor da 24 yıl alıyor, infaz yasasından da yararlanıp 10 yıl sonra çıkıyor. Bazen şaşırıyoruz hatta öfkeleniyoruz da, “olur mu böyle şey?” diyoruz. Ama bu bütün dünyada böyle.
Şimdi gelelim yine bu yeni yasaya. Bu yasa ister istemez herkesin aklına Ergenekon ve Balyoz davalarını getiriyor. Çünkü birinde bizzat genel kurmay başkanı var, diğerinde ise genelkurmay başkanı yok ama kuvvet komutanları var.
Peki yasa çıkarsa sistem nasıl işleyebilir? Bunu sordum ve kendi görüşlerime anlattım bazı hukukçulara. “Senin iyi niyetin bu, ama söylediklerin elbette olabilir” dediler.
Anlatayım; Balyoz davası bitti. Yerel mahkeme mahkümiyet kararlarını verdi, Yargıtay ise bunların bazılarını bozdu bazılarını ise onadı. Yani orada bitmiş bir dava söz konusu. Artık sanıkların başka itiraz yeri de kalmadı.
Ancak tek olasılık var. O da Balyoz davası savcılarının Yargıtay kararını temyiz etmesi. Eğer dava savcıları davayı temyiz ederlerse Yargıtay Ceza Genel Kurulu davaya bir kere daha bakabilir. Ve bu kurul “yeni çıkan yasaya göre kuvvet komutanlarının yargı yeni Yüce Divan. Ayrıca yine bu yasaya göre kuvvet komutanlarının suçlandığı davalarda, onlarla birlikte tüm sanıklar da yüce divana gönderilir deniyor. Bu durumda bu davanın yüce divana yani Anayasa mahkemesi’ne devrine karar verilmiştir” diyebilir.
Bu durumda Balyoz davası olduğu gibi Yüce Divan’a devredilir. Yüce Divan tüm sanıkların tahliye edilmesine ve davanın tutuksuz olarak sürdürülmesine karar verebilir.
Balyoz avukatlarına sordum. Dava savcısına “Yargıtay kararını temyiz edin” çağrısı bir dilekçe ile yapılmış zaten. Ama henüz bir ses yok, yani savcılar henüz ne evet ne de hayır dememişler. Yasanın çıkması halinde savcılar sanıkların lehine olan bu durumu sağlamak için böyle bir yola sapabilirler. Bakalım göreceğiz. Sanıyorum yasanın geçmesinden sonra Balyoz avukatları taleplerini yenileyeceklerdir.
Ergenekon davası için durum Balyoz’a göre biraz daha kolay gibi görünüyor. Çünkü Ergenekon davasında yerel mahkeme kararı verdi, mahkümiyetleri saptadı ancak henüz gerekçeli karar yazılmadı. Bu nedenle henüz temyiz aşamasına geçilmedi.
Yeni yasanın sanıklar lehine işletilebilmesi için mahkemenin gerekçeli kararı yazması ve davanın temyize, Yargıtay’a gitmesi gerek önce.
Bu olduktan sonra Yargıtay “yeni çıkan yasayı sanıkların lehine işletmek üzere davayı Yüce Divan’a gönderiyoruz” kararı alabilir. Bu durumda Ergenekon’un sadece Genelkurmay Başkanı olan sanığı değil onunla birlikte tüm sanıklar da Yüce Divan’da yargılanabilir. Yüce Divan Ergenekon sanıklarını da tutuksuz yargılama kararı alabilir.
Ergenekon ve Balyoz avukatları bu olasılığın hayata geçebileceğini düşünüyor mu? Bunu da sordum net cevap veremediler. Çünkü bu davalar şimdi Başbakan’ın “bana da yapıyorlar” diye yakındığı kesimler tarafından açıldı, geliştirildi, tüm hukuksuzluklar, sahte belgeler, oluşturulmuş dijital belgeler, imzasız ve hatta sahte ihbar mektuplarına itibar edildi ve kararlar da bunlar hiç dikkate alınmadan verildi.
Avukatlar doğal olarak “hükümetle çatışma içinde olan bu heyetler ne pahasına olursa olsun kararlarında direnç gösterebilirler” endişesi taşıyor.
Ama bana sorarsanız, örneğin Baro Başkanı Metin Feyzioğlu’nun bazı davalara yeniden bakılmasını sağlayacak olan yasa teklifi kabul görür ve yasalaşırsa, bu yol daha çabuk açılır. En azından beş yıldır hapiste tutulan insanlar özgürlüklerine kavuşur. Toplum vicdanını yaralayan davalar ve kararları hakkında yeniden yargılama şansı doğar.
Sevgili izleyiciler; bugün bir yasa ile ilgili ayrıntılı konuşmaya çalıştım, ama Türkiye’de yargıyı tamamen iktidarın emrine verecek bir başka yasanın Meclis’teki görüşmeleri ise devam ediyor. Biliyorsunuz, HSYK yasası, 12 Eylül referandumu sırasında “yargıyı tam bağımsız hale getiriyoruz, artık demokrasi tamamen sağlandı” nutukları arasında halka kabul ettirilmişti. Ancak iktidar cemaatle kavgaya tutuşunca, yargının aslında kendi ellerinde olmadığını, taşeron olarak cemaate verildiğini anladılar. Başlarına bir daha böyle bir şey gelmesin diye yasayı baştan aşağı değiştirip bu kez tamamen kendi arzuladıkları hale getirmek istiyorlar.
İşte o yasanın bugünkü görüşmelerinde kavga çıktı. CHP milletvekili Bülent Tezcan yediği şiddetli yumrukla kanlar içinde kaldı sedye ile hastaneye götürüldü.
İşe bakın ki kavga yeni HSYK yasasının bir maddesi yüzünden değil de, Başbakan’ın “yolsuzluk yaptığını öğrenirsem evlatlıktan reddederim” dediği Bilal Erdoğan yüzünden çıktı. Çünkü AKP’li milletvekilleri Bilal Erdoğan hakkında yakalama kararı olmadığını savundular mecliste. Bunun üzerine CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce Bilal Erdoğan’la ilgili yakalama kararını çıkarıp gösterdi. AKP’li milletvekilleri önce bu kağıdı yırttılar sonra da CHP sıralarına saldırdılar. Çıkan arbedede Bülent Tezcan ve bazı CHP’li milletvekileri yumruklandı. Tezcan dediğim gibi sedye ile çıkarıldı.
AKP’li vekillerin düştüğü duruma bakar mısınız? Ortada deste deste paralar, baba gücüyle bazı müteahhitlerle yapılmış telefon görüşmeleri, rüşvet olarak tanımlanabilecek arsa bağışları, para bağışları, 4 bakanla ilgili milyonlarca dolarlık rüşvet belgeleri var, ama onlar zorunlu olarak bunları inkar ettikleri gibi kimileri işte böyle cengaverler gibi savaşıyor.
Şimdi düşünüyorum, o CHP’li milletvekiline yumruk atan AKP’i milletvekili kendi memleketine gittiği zaman “O deste deste paralarla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye soran kendi oy verenlerine ne cevap veriyordur? “Hayır,“yok öyle bir para” dese kimse inanmayacak, çünkü ayakkabı kutuları içindeki paraları herkes gördü, “var” dese bu kez genel başkanının hışmından nasıl kurtulacak.
Yani diyorum ki şu sıralar AKP milletvekili olmak kadar zor bir şey olamaz herhalde. Allah düşmanımın başına vermesin. Çok zor durumdalar yani.
Ama aslında var çaresi. Biraz karakterli olmak, bir kişinin çıkarı için değil milletin çıkarı için çalıştıklarını hatırlamak, ahlak ve vicdanı hatırlayıp ona göre davranmak. Bunları yapabilir AKP’li milletvekilleri. “ Zor” mu diyorsunuz. Doğru, zor, bugüne kadar hiç itirazsız, her şeye boyun eğerek, başbakan neyi işaret ettiyse doğrusuna eğrisine bakmadan destek olmuşlar, bu benliklerine işlemiş. Şimdi vicdanlarının sesini dinlemek, adaletli davranmak çok zor.
Değerli izleyiciler bu akşam son olarak Başbakan’ın dün de sözünü ettiğim cemaatten yakınmalarına kısaca bir daha değinmek istiyorum. Başbakan’ın Brüksel dönüşü gazetecilere anlattıkları bugünkü yandaş medyada çarşaf çarşaf yayınlandı. Aman Allahım neler var neler? Dinlemişler Başbakanı, en yakınlarına şantajlar yapmışlar, tezgahlar kurmuşlar, tuzaklar hazırlamışlar.
Zannedersiniz ki bütün bunlar yapılırken Başbakan başbakan değilmiş de sıradan bir vatandaşmış sanki. Bunca yıl bu tertiplere uğramış ama hiç sesi soluğu çıkmamış. Neden acaba? Ne oldu da şimdi celalleniyor böyle? Ne diyeyim.
Bir de şu çok dikkatimi çekiyor. Başbakan ve yakın çevresi sürekli tehdit ediyor. “Şunu yapacağız, bunu yapacağız” diye esip gürlüyorlar. Ama henüz polis ve yargıda oradan oraya atamalar yapmak dışında bir şey yaptıkları da yok. Belli ki bir korku var. Dün de söyledim, harekete geçip cemaati terörist örgüt gibi gösterecek ve büyük tutuklamalara gidecek bir operasyon planlıyorlar ama cemaatin karşı atak olarak ne yapabileceğini tam bilmiyorlar. Tahmin ettikleri var, bunları nasıl atlatacaklarını düşünüyorlar elbette, ama hiç tahmin etmedikleri saldırılar da olabilir. Cemaati çökerteceğiz derken bugünkünden bile daha büyük rezaletlerin ortaya çıkmasından endişe ediyorlar gibi geliyor bana.
Ama yine de söyleyeyim. Fırtına, hatta kasırga yakında patlayacaktır. Polis ve yargıda “bunlara daha çok güveniriz” diyebilecekleri kadrolar yerine tam oturduğunda çok heyecanlı günler yaşayacağımız kesindir.
Evet bu akşam da bu kadar. Yarın akşam günün yorumu ile Halil Nebiler’le sunduğumuz çift vuruş birlikte başlıyor. Yine saat 20.00’de tabii, ama bitişi 21.45. Yine bol sohbetli, keyifli ve o kadar da bilgilendirici bir program olacak.
Hepinize iyilikler diliyorum, hoşça kalın..