Erdoğan kurtuluşunu savaşta mı görüyor?

Yazarı Olmayan Makaleler Yazar iletisim@ulusal.com.tr

İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bu akşam sizlere bugünkü Sabah gazetesinden aldığım bazı satırları okuyacağım. Hükümete en yakın yayın organlarından biri olan Sabah, “iyi niyetimiz sömürüldü” başlığı ile manşetten verdiği haberde Başbakan Erdoğan’ın Brüksel’deki temasları sırasında Avrupa Birliği’nin en önemli yetkililerine söyledikleri aktarılıyor.

“Başbakanlık kaynaklarından” alınan bilgiye göre mahreciyle yayınlanan haberde Erdoğan’ın “AB yetkililerine paralel devleti nasıl anlattığı” dile getiriliyor.

Okuyorum; Devletin içinde paralel yapı var. Bununla ilgili endişelerimiz iki yıldır sürüyor. Bu paralel yapılanma adaleti sağlamak değil belli yapıları cezalandırmak için uğraşıyor. İstedikleri yapıya istedikleri davayı açabiliyor, belgelerin denetimlerinde de gerçek olup olmadığının sonuçlarını kendi istekleri gibi çıkartabiliyorlar. 17 Aralık operasyonu örneğinde görüldüğü gibi, yolsuzluk adı altında başlayarak, yasal olup olmadığı belli olmayan yollarla elde edilen delillerle, masumiyet karinesini hiçe sayarak anında suçlu havası estiriyorlar.

Endişelerimizi Türkan Saylan, Ahmet Şık ve Nedim Şener ve diğer önemli davalarda dile getirdik. Ancak yargıya müdahale eleştirilerine karşı iyi niyetimizi koruduk. Ama bu suiistimal edildi.

Türkiye yargı bağımsızlığı için büyük mücadeleler verdi ve reformları hayata geçirdi. Ancak bir önemli eksik daha kaldı. O da yargının tamamen tarafsız bir yapıya kavuşması.

Herhalde bu cümleler size hiç yabancı gelmemiştir. Başbakan’ın 17 Aralık’tan bu yana söylediklerini kastetmiyorum, dediğim o değil, biz bunları beş yıldır söylüyoruz. Anlatıyoruz.

Ama bugün adeta dünya kamuoyu önünde müthiş bir itirafta bulunan Başbakan ve ona canhıraş destek verenler bu sözlere hiç kulak bile asmadılar.

Ne zaman ki aynı silah kendisine döndü, Başbakan bir anda gerçeği görüverdi.

Sevgili izleyiciler, Başbakan itiraflarında bile doğruyu tam söylemiyor. Örneğin Türkan Saylan, Ahmet Şık, Nedim Şener ve diğer önemli davalarda kaygılarını dile getirdiklerini ama yargıya müdahale gibi algılanmasın diye iyi niyetlerini koruduklarını söylüyor.

Akıl alır gibi değil, Başbakan zekamızla alay ettiği gibi hafızamızla, haydi hafızaya güvenmeyin, arşivlerle de alay ediyor. Türkan Saylan, Ahmet Şık, Nedim Şener olaylarında neyi dile getirdi? Tam tersine o sırada o kadar havalarda uçuyordu ki, “henüz basılmamış” bir kitabı “teröristlerin bombasına” bile benzetmedi mi?

Başbakan’ın geçen beş yıl içinde Türkiye’nin aydınlarını zindanlara dolduran davalarla ilgili olumlu sayılabilecek tek tavrı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hapse atılması sırasında yaşanmıştı. Başbakan o tarihte üstü kapalı Genelkurmay Başkanı’nın hapse atılmasından rahatsızlık duyduğunu dile getirmişti.

Tamam, paralel yapı var, devlet içinde devlet var ve Başbakan bunu fark etmiş, peki niye hiçbir şey yapmadı, niye kılını bile kıpırdatmadı da aklı başına 17 Aralık’tan sonra geldi?

Başbakan bu soruya hiçbir zaman tatmin edici bir cevap veremez işte.

Sevgili izleyiciler; kendi yaratıp hem kendi başına hem de Türkiye’nin başına bela ettiği, kendi deyimiyle paralel yapıyı çökertmek için şimdi Cumhuriyet tarihinin en anti demokratik uygulamalarını sahneye koymaktan çekinmiyor. Artık biz da izlemekten yorulduk. İşte bugün de Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüklerinde tasfiyeler yapıldı, 500 polisin daha görev yeri değiştirildi, dün 96 hakim ve savcının yeri değiştirilmişti.

Eğer şu anda üzerine çullandığı devlet görevlilerinin paralel devlet mensupları olduğuna inanıyorsa neden görev yeri değiştirmekle yetiniyor, neden açığa alıp haklarında soruşturma açmıyor? Bu soru cevaba muhtaç değil mi?

Avrupa Birliği yetkilileri ile yaptığı toplantıda kendisine bu soru soruldu mu bilmiyorum, ama dün de dediğim gibi Brüksel zirvesi Başbakan için tam bir hezimet oldu. Konsey ve komisyon başkanlarının ortak basın açıklamasında söyledikleri “Türkiye Başbakanı olayları kendi gözüyle anlattı” cümlesi ve ardından ekledikleri “Bunlar Türkiye’nin iç işleri, biz bilmeyiz, biz sonuca bakarız” demeleri zaten bu hezimetin kanıtıdır.

Ayrıca beni aklıma takılan bir cümle ise “Başbakan demokrasi ve hukuka uyma konusunda bize güvence verdi” cümlesi. Şimdi sevgili izleyiciler, herhangi bir demokratik ülke için böyle bir söz söylenebilir mi? Bu ancak demokrasi ve hukukun uygulanmadığı ülkeler için geçerlidir. Demek ki Türkiye’de hukuk ve demokrasinin olmadığı konuşulmuş o toplantıda ve Başbakan “merak etmeyin, biz buna uyacağız” demiş. Türkiye’nin düşürüldüğü duruma bir bakar mısınız?

Ne gariptir ki yandaş yalaka medya Brüksel toplantısını “başarı” olarak değerlendiriyor ve Avrupa’nın “destek sözü verdiğini” belirtiyor. Yani insanın aklı duracak gibi oluyor, ama ne yaparsınız ki onların da geçim kaynağı bu, övecekler, parlatacaklar, halkı kandıracaklar ki, yerlerini korusunlar, avantalarının kesilmemesini sağlasınlar. Ne diyeyim?

Şimdi Avrupa yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı falan diyor ya, AKP’ye yaslanmış akıldane yandaşlar çeşitli Avrupa ülkelerinde hakim ve savcılarla ilgili kuralları hatırlatıyorlar kendi akıllarınca. Efendim neymiş falanca ülkede bizdeki HSYK gibi kurulların üyelerinin tamamını Adalet Bakanları atarmış. Bazı Avrupa ülkelerinde parlamento seçermiş, bazılarında cumhurbaşkanları atarmış.

Doğru tabii bunlar. Ama bunların aklına demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bağlı olma hasleti hiç gelmediği için, bunların hiçbiri aslında ne demokrasiye ne de hukuka saygılı olmadıkları için böyle güya akıl oyunlarıyla zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmaya çalışıyor.

Mesele hakim ve savcıları kimin atadığı değil, hakim ve savcıların bağımsız davranabilme haklarının korunmasıdır. Mesele adaletin sağlanıp sağlanmamasıdır.

Bakın kadıları padişahlar atardı. Ama yüreğinde adalet duygusu taşıyan, ahlak ve vicdan sahibi olan hiçbir kadı padişahın emriyle istenilen kişi suçlayıp mahküm etmezdi. Ya da suçlu birini sırf padişah emretti diye suçsuz göstermeye kalkmazdı. Padişahlar da kendi seçtikleri kadılara kalkıp emirler vermezlerdi. Osmanlı tarihi bunlarla ilgili anekdotlarla doludur.

Çok bilinen hikayedir. Musa peygamber Mısır Firavunun en yakın arkadaşıydı. Çocukluktan itibaren sarayda birlikte büyümüşler, birlikte eğitim görmüşler, birlikte koşup eğlenmişlerdi. Musa peygamber firavun için çok önemliydi. Bir gün Musa peygamber, inşaat işinde çalışan bir Yahudi işçiye hakaret eden ustabaşına öfkelenip tokat atmıştı. Cılız bir adam olan ustabaşı dev yapılı Musa peygamberin tokadı üzerine yere düşmüş, başını taşlara çarpınca o dakika ölmüştü.

Sebebi ne olursa olsun Musa peygamber suçluydu ve yargılanması gerekiyordu. Firavun çok üzüntülüydü, aslında bir emirle Musa peygamberi hakimlerin önünden alabilirdi, ama yapmadı, yapması halinde ülkesindeki adaleti zedeleyeceğini düşündü ve Musa peygamber yargılandı mahküm edildi.

Yani diyeceğim şu ki, bugün hakimlerin, savcıların tamamını başbakan bile atayabilir. Ama şuna inanabiliyor muyuz, başbakanın atayacağı hakim ve savcıların hukuka bağlı kalacaklarına adaleti hiç korkmadan, emir almadan, telkinlere kulak asmadan yerine getirilebileceğine inanıyor muyuz?

İşte gerçekten demokratik toplumların böyle bir endişesi olmadığı için hakim ve savcıları kimin atadığına bakmazlar bile. Ama o hakim ve savcıların iktidardan emir alarak adalet dağıtmaya kalktıklarını gördükleri anda da o iktidara dünyayı dar ederler.

Değerli izleyiciler; Başbakan’ın Brüksel temasları sırasında üzerinde en çok durduğu diğer konu ise Suriye oldu. TIR konusunu Brüksel’de de anlattı Başbakan. İnandırıcı olduğunu sanmıyorum. Ama üslubu yine bildik biçimdeydi ve Suriye’ye karşı uluslar arası bir müdahale yapılmasını istedi yine.

İktidarın Suriye politikasının yanlışlığını üç yıldır anlatıyoruz. Bu yanlış politikalar yüzünden hem Suriye’deki iç savaşın hiç bitmediğini ve hem de her gün katlanan öldürme olayları ile tam bir insanlık dramı haline geldiğini sadece bizler değil dünya da kabul ediyor artık ve Türkiye bu konuda giderek yalnızlaşıyor.

Ancak görünen o ki Suriye politikasındaki bataklık Başbakan’ı oturup yeniden ve sakin biçimde düşünmek yerine daha hırslı daha gözü kara yapıyor. Anladığım kadarıyla Başbakan iç politikada da sürekli patinaj yapmaktan kurtulmanın bir yolu olarak Suriye’de bir savaş durumu yaratılmasından medet umuyor.

Bu nedenle temeli olmayan duygusal konuşmalarla dünyayı da tahrik edebileceğini düşünüyor. Amaç içinde Türkiye’nin de olduğu uluslar arası bir askeri gücün Suriye’ye müdahale etmesi, Esad’ı devirmesi ve yönetimi muhaliflere vermesi.

Peki bundan Erdoğan’ın çıkarı ne? Çok basit, bir savaş durumu Türkiye’yi doğal olarak kenetler. Savaş gibi çok olağanüstü bir durumda ülke içindeki muhalefetin sesini çıkarması da pek mümkün olmaz, bu ses çıksa bile bastırma yöntemleri tepki çekmez. Başbakan uluslar arası güç sayesinde Suriye’deki yönetimin devrilmesi halinde bundan kendine kahramanlık payı çıkarır. Kahraman bir Başbakan da seçimleri yine kazanabileceği gibi otoritesini ve gücünü birkaç kat daha artırır.

Tabii bu bir rüya sevgili izleyiciler. Başbakan istediği kadar temelsiz duygusal çıkışlarla dünya ülkelerini etkilemeye çalışsın, kimse aptal değil, herkes ne olup bittiği görüyor.

Ama uluslar arası müdahaleden daha korkunç başka spekülasyonlar da var. Örneğin Suriye sınırımızda üst üste gelebilecek terör olaylarından sonra Türkiye’nin tek başına sınırlı bir müdahaleye kalkışabileceği de söyleniyor.

Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, dün üç büyük kentte bomba ihbarı yapıldı. Türkiye’ye dağılan bazı El Kaide militanlarının sağda solda bomba patlatabileceği öğrenilmiş.

Şimdi düşünün, böyle korkunç olaylar gelişirse, sınırdaki Suriye mülteci kampları saldırılara uğrarsa, elbette Türkiye’nin sabrının taştığı da öne sürülebilir.

İktidar bu kadarını göze alabilir mi? Bilemiyorum, ama Başbakan’ın her konudaki öfkesine, kimseyi takmamasına, şiddet ve celaline bakınca ve en önemlisi iktidarın sürekli aşağı doğru inişine bir çare arayışında olduğunu da bilince insan ister istemez endişeleniyor.

Tabii ben bunları anlattığımda bazı yakın arkadaşlarım bile “O kadar kolay değil, ayrıca ne olursa olsun hiçbir iktidar bu kadar akılsızca bir adım atamaz” dediler.

Bilemem artık. Ama tarihe baktığımızda, nice dev devletlerin, imparatorlukların, onca güçlerine, büyüklüklerine rağmen “asla olmaz” denilen akılsız kararlar almaları sonucu tarihe gömüldüklerine çok tanık almadık mı?

Suriye konusunu kapatmadan önce bir şey daha söylemek istiyorum: Bakın, Türkiye’nin de payı olduğu söylenen bir işkence ve cinayet fotoğrafları çıktı ortaya. İddiaya göre bu fotoğraflar Esad’ın cezaevlerinde işkence yaptırarak öldürttüğü muhaliflere ait. Fotoğraflar bunları çeken ve sonunda vicdan azabına dayanamayan bir Suriyeli tarafından çalınmış ve Katar’a götürülmüş. Katar bir İngiliz hukuk firmasıyla anlaşmış. Bu firma fotoğrafların gerçek olduğunu bilimsel çalışma sonunda saptamış ve bunlar daha sonda The Guardian gazetesi ise CNN İnternational’e verilmiş. Fotoğrafları yayan ikinci merkez ise bizim Anadolu Ajansımız.

Hani yolsuzluktan yakalandıklarında “zamanlama manidar” diyorlar ya, işte Cenevre 2 konferansından hemen önce bu fotoğraflar servis edildi. Ben manidar zamanlama demiyorum, çünkü bu tür belgeler en işe yarayacağı sırada ortaya çıkarılır.

Neyse, ancak burada tartışma konusu bu fotoğrafların gerçek olup olmadığı. Yani bunlar gerçekten işkence sonucu öldürülen Suriyeli muhalifler mi? Türkiye medyası dışında ve tabii The Guardian dışında dünyada bu fotoğraflara çok itibar eden çıkmadı Çünkü şüphe çekici. Bugün gelen bir bilgiye göre bu fotoğraflar gerçekten Suriye’den çıkmış ama işkence sonucu ölenler değil. Şam’daki morgdan çekilmiş bunlar. Çeşitli olaylarda öldürülen ve morga kaldırılan bu arada otopsi de yapılan ceset fotoğrafları olduğu ileri sürülüyor. Hatta bugün eski bir polis muhabiri ağabeyim “Bizim morgda da bu fotoğrafları bulabilirsin, yani yarın öbürgün biri morg fotoğraflarını çalıp işte Türkiye’de işkenceden ölenler diyebilir” dedi.

Gerçeği tam bilmiyorum bende, iddiaları dile getiriyorum, ama bu fotoğrafların Türkiye üzerinden servis edilmesi, son zamanlarda Suriye konusundaki tavrımız nedeniyle bana kuşkulu geliyor.

Eve, bu akşam da süremiz bitti. Yarın tekrar birlikte olmak dileğiyle sevgiler sunarım. Hoşça kalın.

Can Ataklı

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster