Türkiye ekonomide yeni bir şey deniyor. Konsantrasyonunun tamamını ihracata verdi ve orada artan rakamın ülke ekonomisini kalkındıracağına, gün sonunda yapılan ihracatın da dolar ihtiyacını karşılayarak göstergeleri dengeye oturtacağına inanıyorlar.
İnanıyorlar mı, yoksa inandırmaya mı çalışıyorlar açıkçası şüpheliyim. Çünkü insanın söylediği ile yaptığının tutarlı olması gerekir. Fakat doların değer kazanmasından enflasyondaki yükselişe kadar ekonomiyi kontrolden kaçırıp, her şeyi normalmiş gibi gösterip, üstüne bir de faiz düşürme ısrarı ekleyince durum şüphe uyandırıyor.
Öncelikle temel bir düşünce hatası var. Bilime inat faiz düşürmekten bahsetmiyorum. O zaten başka bir faz. ‘Tek bir derdimiz var ihracat, ihracat, ihracat’ söyleminden bahsediyorum. Bir ülkenin yönetimi tek bir yere odaklanarak ülkeyi kalkındıramaz.
Bunun en güzel sağlamasını tüm sektörleri göz ardı ederek, yıllardır inşaat büyümeye inanılmasından ve sanayicileri bile inşaatçı yapan zihniyetten biliyoruz. Bugün geldiğimiz noktada bu yaklaşımın çok etkisi var.
Şimdi aynı hata yeniden yapılıyor. İhracattan daha önemli bir şey olmadığını söyleniyor. Dış satım önemli mi; elbette önemli. Ama tek başına değil. Üreten bir ekonominin içerisinde, doğru hamleleri yaparak, dış ticaret fazlası da vermek kaydıyla ihracat bir çıktı.
Lakin ihracata salt gelir gözüyle bakar, hatta bunu yapabilmek için gider kalemini de yok sayacak bir akıl tutulması içinde davranırsanız, sadece yeni bir sorunlu yapı için kapıyı aralarsınız.
Dış ticaret açığı veren bir ülkenin önce bunun nedenlerini sorgulaması gerekir. Yetmez… Neyi ihracat ettiğine de bakmalıdır. Zira ihtiyacınız olan bir şeyi ihraç edi, daha sonra ihtiyacınız olduğunu anlayıp ithal etmeye kalkıyor ve daha büyük paralar ödeyerek satın alıyorsanız, ortada bir terslik var demektir.
Envanter diye yırtınmamızın sebebi bu. Bir ülke ihtiyacı olanı üretir; iç piyasada talep ve fiyat dengesini yakalar; ardından rekabetçi hamleler de dahil yeni bir strateji oluştururak, pazarını bularak, kapasite arttırımına gider ve iç talebin ihtiyacının fazlasını ihraç eder. Bunu da ancak planlama ve veri yönetimini doğru algılayarak yapabilirsiniz.
Bu sayede hem içteki enflasyonu kontrol edersiniz, hem ülkeyi üretici hale getirsiniz, hem istihdam yaratırsınız, hem de katma değerli ihracatın yolunu açarsınız. Taksimetre gibi ithal ederek ürettiklerinizin kilogramından gelecek 1,3 dolara tav olmuşsanız, daha çok ağlarsınız.
Ayrıca üreticinin durumunu da analiz etmek zorundasınız. Ülkede resmi ağızdan açıklanan, ama gerçekle yakından ilişkisi olmayan enflasyon oranları bile buram buram iflas, işsizlik ve sermaye edimesi kokuyor.
Üretici enflasyonu, fiyatlara maliyetlerini yansıttığından daha fazla artıyor; tüketici satın alma gücünü yitirirken, üretici yükselen maliyetlerle başa çıkamıyor. En son tüketici ile üretici arasındaki enflasyon farkı yüzde 33’ü geçti.
Bu insanlar piyasanın ve tüketicinin durumundan dolayı maliyeti yansıtamıyorlar; ama ekonomiyi yönetenler enerjiden istihdam maliyetlerine kadar her şeyi fütursuzca arttırıp sonuç almayı bekliyorlar.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yapının netice vermesi mümkün değil. Hatta konsantre oldukları alandan dem vurayım. Bırakın kalıcı ve istikrarlı ihracat yapmayı, üretebilmeleri mümkün olmaz. O zaman da ihtiyaç yine ithalatla karşılanır yani dışarıda pazar kapayım derken, iç piyasanızı da kaptırırsınız.
Çok açık uyarımdır. Bu plansızlık, tek başlıklı ekonomi yönetimi ve her şeye rakam olarak bakma tutkusuyla, bilim dışı, akıl dışı tutum ihracat beklediğiniz üreticiyi ya batmaya ya da yok pahasına pazarıyla birlikte bir yabancıya satılmaya sürüklüyor. Ekonomi yönetimi ise ısrarla hatayı sürdürmeye devam ediyor.