İyi akşamlar sevgili izleyiciler, bu akşam önce dün akşam bu saatlere dönmek istiyorum. Ben sizin karşınıza geldiğim sıralarda başbakan Erdoğan da konuğu olan İspanya Başbakanı ile ortak basın toplantısı yapıyordu. Kendisine ilk kez sorulan sorulara öyle cevaplar verdi ki, şaşırmalı mıyız, öfkelenmeli miyiz bilemiyorum.
Başbakana ilk kez medyaya telefonla baskı yapması, Urla’daki villaları ve Sabah ATV’nin satın alınması için büyük ihalelerin verildiği işadamlarından para toplanması konusu soruldu.
Basın toplantısında gariplik
Önce dikkatimi çeken bir garipliği belirtmek istiyorum. Başbakan iki yabancı iki Türk medya mensubuna söz verdi. Yabancılar tamam da alışılmışın dışında soru sorma hakkı Başbakan’a ters bir soru soracağı bilinen Zaman Gazetesi muhabirine verildi.
Niye böyle söylüyorum, daha önce anlatmıştım, izleyenler hatırlayacaktır. Başbakan’ın basın toplantısı türü yaptığı toplantılarda asla ve asla istemediği bir soru sorulamaz. Başbakan’ın basınla ilgili görevlendirdiği kişiler gazetecilere önceden nelerin sorulup nelerin sorulmayacağını söylerler. Sorular ya da konular önceden belirlenir. Basın toplantısı gibi yapılan konuşmalar aslında gazetecilerin sorularından değil Başbakan’ın ne söylemek istediğinden oluşur. Yani Başbakan hangi konuda bir çıkış yapacaksa mutlaka böyle bir soru sorulur, o da cevap verir. Zaten gazetelere manşet olan televizyonlarda tartışılan konular da buradan çıkar.
Mavi Marmara çok gerekliydi!
Şimdi, dün gece ilk soruyu soran Türk gazeteci Mavi Marmara olayını sordu. İsraille tazminat konusunda bir anlama sağlanıp sağlanmadığını merak etmiş o gazeteci.
Mavi Marmara olayı ve İsrail’in ödeyeceği tazminat elbette çok önemli bir haberdir, ama zaten sadece iki ya da üç sorunun sorulabildiği bir toplantıda normal bir gazetecinin aklına ilk önce bu soru gelmez.
Belli ki önceden denmiş ki “Bu soruyu sor, çünkü ona verilecek bir cevap var.” Nitekim Başbakan aslında şu anda kamuoyunun gündeminde pek olmayan Mavi Marmara olayı konusunda muhtemelen önceden hazırlanmış sert bir cevap verdi. İsrail’e yine ağır ifadelerle saydırdı. Demek ki şu sıralar iç siyasette İsrail aleyhtarı bir açıklama gerekiyormuş, bunu anladık.
Onca gazeteci arasından
İkinci soru sorma hakkı ise Zaman muhabirine tanındı. Eğri oturalım doğru konuşalım, gazetecilere sözü Erdoğan veriyor, bilmiyor mu karşısındaki gazeteci kimdir, hangi gazeteyi temsil ediyor ve en önemlisi ne soracak.
Ama diyorum ya, soru değil cevap önemli. Belli ki Başbakan beklediği bir sorunun gelmesini istiyor ama bu özellikle paralel yapı olarak suçladığı kesimden gelmeli ki ona göre verdiği cevabın da bir ağırlığı ve anlamı olmalı.
“Siz”den “Sen”e geçiş
Başbakan soruyu alır almaz salvo atışlarına başladı. Önce “siz” diye başladığı konuşmasının üslubunu giderek sertleştirdi, “siz” bir anda “sen”e dönüştü. Başbakan bir gazetecinin sorusun cevap vermeyi değil de hedef aldığı cemaatin yöneticilerine ayar vermeyi seçti. “Senin patronların” dedi “Bunların ne olduğunu biliyoruz” dedi sonunda da zaten “sana değil seni kullananlara söylüyorum” diye bitirdi.
Gelelim cevaplara. Habertürk olayı ile patlayan ama gazetecilerin zaten bildiği medyaya baskı konusunda Erdoğan tam bir şirket patronu gibi “evet aradım, bize hakaretler ediliyordu uyardım” dedi. Ama bununla bırakmadı başka medya organlarını da aradığını ve hatta cemaate yakın medyayı da zaman zaman aradığını ve uyardığını söyledi.
Anayasa suçu işledi
Başbakanın tavrını biliyorsunuz, bu tür konularda hiç taviz vermeyen bir eda ile konuşuyor. Hak hukuk yasa bilmeyen ya da o sırada umursamayanlar Başbakan’ın bu tavrına bayılıyor, helal olsun diyor.
Ama gerçek bu değil ki. Başbakan dün gece açıkça bir anayasa suçu işlediğini itiraf etti. Çünkü anayasaya göre basın hürdür ve sansür edilemez. Oysa Başbakan açıkça bir yayın kuruluşuna başbakanlık gücünü kullanarak sansür uygulatmıştır. Bunun da ötesinde, sansürü bir başka siyasi partinin fikir ve görüşlerinin yansıtılmasını önleyerek gerçekleştirmiştir.
Başbakanın “kaldırın” dediği haber Meclis’te de temsil edilen bir siyasi partinin liderinin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadır. Başbakan bir başka siyasi partinin fikirlerinin medyada yer almasını önleyerek siyasetin de alanını daraltmıştır. Bu tam da bir anayasa suçudur ki, biliyorsunuz anayasayı ihlalin bedeli çok ağırdır. Hem Yüce Divan’da yargılanmayı gerektirir hem de parti kapatma gerekçesidir.
Haberde hakaret yoktu
Bir nokta daha var tabii çok dikkat çeken. Başbakan kaldırılmasını istediği haberin ne olduğunu söylemiyor ama diyor ki “Yahu görmüyor musunuz bize ağır hakaretler ediliyor.” Oysa habere de alt yazıya da baktığımızda bir hakaret yok. Bir siyasi parti lideri Gezi olaylarının tırmanması ve hükümetin buna duyarsız kalması üzerine Cumhurbaşkanı’nı göreve çağırıyor. Ortada hakaret falan yok.
Urla’daki villalar
Başbakan’ın Urla’daki villalarla ilgili açıklaması ise hayret vericiydi. Bir kere “Bizim hiç ilişkimiz yok” dedi. Peki, madem yok o zaman Başbakan’ın kızı neden müteahhiti arıyor da “Mustafa Amca havuzu şöyle yapalım, kenarına perde gerelim ama ikinci kattan bakınca görülmesin, annem de öyle istiyor zaten” diyor. Diyelim ki gerçekten Erdoğan ailesinin villalarla hiç ilişkisi yok, Erdoğan “orada 35 yıldır ev var” diyor. O da yok. O arazide ev falan yok. Sadece söz konusu arazinin sahipliği Başbakan’ın yakını olan müteahhide ait o kadar. Ama sorun şu ki arazi Sit alanı içinde ve oraya o kadar çok konut yapılması mümkün değil. O müteahhit Başbakana yakınlığını kullanarak o villaları kondurmuş, bunun mümkün olmadığını söyleyen ve idari olarak inşaata engel olan yetkililer ise işlerinden olmuşlar. Bir başbakanın yasal olmayan bir inşaata izin vermesi buna karşı çıkanları da görevden aldırması normal bir şey midir?
“Ne havuzu yaaa”
Gelelim üçüncü soruya. Devletten büyük ihaleler alan bazı işadamlarına baskı yapılarak para toplandığı iddiaları. Neden para toplanıyor? Efendim Sabah ATV’yi TMSF’den devlet kredisi ile alan işadamı artık medya patronluğu yapmak istemiyormuş, Başbakan da büyük bir medya grubu kim vurduya gitmesin diye Ulaştırma Bakanını görevlendirmiş o da büyük ihaleler verdikleri işadamlarına gidip “havuza para atın ve ATV’yi siz satın alın” demiş. İşadamları bu emrivakiye çok bozulmuşlar ama kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyeceğini düşünerek paraları bayılmışlar.
Bunları nereden öğrendik? Savcıların Meclis’e gönderdikleri fezlekelerin eklerinden. İşadamları rahatsız olmasına rahatsızlar ama yine de kolayını bulmuşlar aralarındaki konuşmalarda “Çok kötü bir şey bu ama, ne yapalım milletin anasını….. artık” diyerek sineye çekmişler.
Şimdi Başbakan bu çok açık konuşmalara rağmen diyor ki “Ne havuzu ya, bu işadamları borç vermişler, karşılığında hisse senedi almışlar.”
100 milyon vermiş
Başbakan bunu söyleyinceye kadar hiç sesini çıkarmayan işadamlarından biri nihayet bu sabah bir tv kanalına konuştu.”Evet 100 milyon dolar verdim ama bu borçtur, garanti olarak da karşılığında ATV’nin sahibinden hisse senedi aldım” dedi. Ama işe bakın ki aldığı hisse senedi ATV’nin hisse senedi değilmiş o patronun bir başka şirketinden hisse senedi almış.
Demek ki bu işadamları verdikleri parayı açıklayacak bahaneyi bulamıyorlardı günlerdir. Sonunda çareyi Başbakan bulmuş “Borç o para borç, öyle deyin karşılığında da hisse senedi aldık deyin” demiş.
Yani neresinden tutarsanız tutun dökülüyor aslında.
Para yoksa yolsuzluk yok mu?
Tabii bir nokta daha var sevgili izleyiciler. Başbakan ısrarla “Üçüncü havaalanı, kana İstanbul ve üçünü köprü projelerine biz bir kuruş vermiyoruz, parayı ihaleyi alanlar bulacak, o zaman nasıl yolsuzluk olur?” diye soruyor. İlk duyulduğunda mantıklı gibi değil mi? Devlet para vermiyor ki. Tamam da bir imtiyaz veriyor. “Parayı bul yap, karını al sonra bize ver” diyor. O halde imtiyaza bakalım, eğer bunları yapacak şirketler verilen vadede anormal para kazanacaklarını görüyorlarsa, işi alabilmek için baştan taviz verirler.
Anketlere göre ortalık sakin
Tabiii tüm bunları söylüyoruz anlatıyoruz da, vatandaş ne diyor? İnanmıyorum gerçi ama anketlere bakınca AKP’in oylarında fazla kıpırdama yok gibi görünüyor. Anketçiler ısrarla “yolsuzluk dedikoduları, artık bunlara da ne kadar dedikodu denirse, yahu görmüyor musunuz oğlan üç kuruş paradan söz ediyor, üstelik kalan paraymış o da ve sadece bir trilyoncukmuş, kalan paraya bak, evladım kalan buysa asıl para ne kadardı? Durun dağılmayalım yine, ne diyordum, anketçiler yolsuzluk iddialarına karşın AKP’nin oylarını koruduğunu söylüyor.
Bunca rezilliğin ortaya saçılmasına rağmen gerçekten AKP’ye oy verenler hiç umursamıyor mu? Benim aklım almıyor ama elimizde bunu kanıtlayacak veri de yok ne yazık ki, sadece tahminler ve gözlemler var, ona göre de AKP’de çok ciddi bir erime olduğunu söyleyebilirim.
CHP’nin kaçırdığı fırsat
Ama işte tam bu aşamada bana göre CHP tarihi bir hata yapıyor. Ortaya dökülen rezaletlerin üzerine gidip bu seçim kampanyasını namus, ahlak, dürüstlük, ilkelilik ve tabii ki çalışkanlık ve beceriklilik üzerine kurmak yerine garip aday seçimleriyle bir iç kavgaya sürükleniyor.
Çünkü birçok yerde adaylar halkın arzusuna ya da taşıdıkları niteliklerine göre değil de parti içinde önemli köşe tutan bazı isimlerin arzusuna göre belirlendi.
CHP’ye yakın isimlerin yazdığı haberlerden anladığımız kadarıyla gece yarısı pazarlıkları yapılmış, “senin adamın oraya aday olduysa benim adamım da buraya aday olacak” kavgaları yaşanmış. Bunlar olacak şeyler değil.
İzmir ve İstanbul Büyükşehir adayları istifa restini bile öne sürmüşler ki sırf kendi adamları aday yapılsın diye.
Oyları bölene adaylık
Şimdi bakın örneğin İstanbul Beşiktaş’a aday yapılan Sarıgül’ün adamı daha önce Ordu’da CHP’ye karşı bağımsız aday olmuş ve 700 oy almış. CHP bu seçimleri 1000 oyla kaybetmiş. Biri çıkıp Beşiktaş’ta aday olmaya kalksa “vay hain, vay bölücü” diye saldırır herkes, ama işe bakın ki aday yapılan zaten başka yerde CHP’nin kaybetmesine neden olmuş.
Sevgili izleyiciler, sırası gelmişken bir önemli noktayı hatırlatmak istiyorum. Bu seçimlerde yine “aman oyları bölmeyin” paranoyası yaşıyoruz. “Oyları bölmeyelim, CHP kimi aday gösterirse göstersin gözümüz kapalı oy verelim, yeter ki AKP gitsin.” Öyle mi?
Kazandıklarını da kaybedebilir
Böyle olunca AKP gidecek mi? Hayır. Eğer anketler doğruysa ve AKP yüzde 45’in üzerinde çakılmış duruyorsa oyları bölseniz ne olur bölmeseniz ne olur? “Alırsak AKP’yi yıkarız” dediğiniz yerleri kazanamadığınız gibi zaten sizde olan bazı yerleri bile kaybedebilirsiniz.
Oyları bölün ya da bölmeyin, AKP’nin oylarında bir azalma olmadığı takdirde her şey bir masaldır. Bana göre aslolan oyları bölmeyelim paranoyası ile herkesin birbirine saldırması yerine AKP’nin oylarını azaltacak formüller bulmaktır.
AKP oyları yüzde 45’de kaldıkça
Bakın AKP oyları yüzde 45’lerde kaldıkça ne şimdi ne de bundan sonraki genel seçimlerde hiçbir şey değişmez. Ama oyları yüzde 35’in altına düşmüş bir AKP isterse eskiden kazandığı her yeri tekrar kazansın, o da iflah olmaz. İlk genel seçimlerde çöker.
İşte aylardır anlatmaya çalıştığım buydu. AKP’den bıkan, yolsuzluklara, hırsızlıklara, şımarıklıklara artık tahammül edemeyen AKP seçmenine bir cazibe alanı sunmak gerekir. Bunun yolu da “ben de türbancıyım, ben de Cuma namazına gidiyorum, peygamber de benim Atatürk de benim” gibi abuk sabuk söylemlerle olmaz.
Ecevit yüzde 42’yi nasıl aldı
Bu millet dürüsttür, namusludur, ahlaklıdır, dinine de bağlıdır, zaman zaman kimi istismarların etkisi altında kalır ama doğru yolu bulmakta da mahirdir. Bakın şu örneği vereyim, Ecevit 1977’de yüzde 42 oyu alırken ilkelerinden taviz vermemişti, onu da severim bunu da severim o da benim bu da benim gibi herkese mavi boncuk dağıtmaya da kalkmamıştı, Dürüsttü, namusluydu, kibirsizdi, çalışkandı, millet bun gördü ve onunu verdi. Arkasının gelmemesi sadece Ecevit’in suçu değildi, dünyanın içine düştüğü durum da Türkiye’yi etkiledi, zaten arkasından darbe geldi her şey alt üstü oldu.
Yani diyeceğim, oyları bölmeyelim, şurada toplanalım, aramızda çatışmayalım türü sözler geçerli değildir. Üstelik bu seçimlerde yüzde 10 barajı da yok, bırakın herkes kime oy verecekse versin, siz AKP’de azalma olacak mı ona bakın.
Hasdal’dakiler çok moralli
Laf yine uzadı, Hasdal ziyaretinden söz edecektim Gerçi Cuma akşamı ayrıntılarını anlatacağım ama, sadece şunu söyleyeyim, konuştuğum komutanların morali çok yüksek. Hatta geleceğe bizlerden bile daha olumlu ve umutlu bakıyorlar. Adaletin er geç yerine geleceğini öyle af maf gibi şeylerle değil, alınlarının akıyla cezaevinden çıkacaklarını söylüyorlar. Örneğin teğmen Mehmet Ali Çelebi dedi ki “Siz dışarıda sağlam durun, bizim burada sorunumuz yok, biz gerçeğin ortaya çıkacağını biliyoruz çünkü artık ne yaparlarsa yapsınlar bunu saklayacak güçleri kalmadı” diyor. Ne güzel.
Evet yarın yine aynı saatte sizlerle birlikte olmak dileğiyle sevgiler sunarım. Hoşça kalın.
Can Ataklı
ulusalkanal.com.tr
CAN ATAKLI İLE GÜNÜN YORUMU. 12.2.2014.ÇRŞ. paylaşan: ulusalkanal