İyi akşamlar sevgili izleyiciler; bugün berberdeydim. Herhalde belli oluyordur zaten. Anca ayda bir fırsat bulabiliyorum. 12 yıldır aralıksız gittiğim bir berberim var. Nişantaşı’da, berber Osman Baş. 12 yıldır saçımı başka hiç kimse kesmedi. Aslında ilginç bir öyküsü vardır Osman’la tanışmamın. 2002 yılında Habertürk’ün kuruluşunda gece 21.00’den 24.00’e kadar günün haberlerini yorumuyla birlikte sunuyorum. Habertürk kuruluş yıllarında Ataköy Marina’daydı. Ben de yayına gitmeden önce Nişantaşı’nda ir arkadaşımın bürosunda çalışırdım.
Ofiste traş
Sabahın erken saatlerinde gazetelerimi toplar ofise giderdim, internetten ve televizyondan haberleri izler, gerekli hazırlıklarımı yapardım. Yayın gece olduğu için sakal traşımı da akşamüzerine bırakırdım. Önce ofiste küçük bir ayna karşısında traş oldum ama baktım olmuyor. Bulunduğumuz iş hanının içinde bir berber vardı. Bir akşam gittim, “haftanın 5 günü bu saatlerde buraya geleceğim, sakal traşı olacağım, ayda iki kere de saçımı düzeltirsin” dedim.
Neyse uzatmayayım, ben her akşam gitmeye başladım, tabii bir iki gün sonra ahbap oluyorsunuz. Şimdi sakal traşı oluyorum ama kendi traşım gibi olmuyor. Çünkü ben aşağıdan yukarı yukarıdan aşağı, sağdan sola soldan sağa alıştığım gibi kesiyorum sakalımı. Berber Osman ise berber gibi kesiyor sakalımı, tersten almıyor, sağ sol yapmıyor. Öyledir ama, insan ancak kendi traş olursa tersten de kesmeye cesaret eder, erkekler anlar ne demek istediğimi.
Kendi kendime traş
Sonunda bir gün dedim ki “Osman, böyle yapmayalım, benim traş takımı burada dursun, ben kendim traş olayım, sen ara sıra saçlarımı düzelt, ben sana yine hergün traş oluyormuşum gibi paranı ödeyeyim. “Tamam” dedi. Tabii ben gidince garip bir manzara oluşuyor, adamın biri oturmuş berber koltuğuna kendi traşını kendi yapıyor. İlk başlarda handakiler de şaşırmıştı duruma, sonra hepsiyle dost olduk, Habertürk’ten ayrılana kadar bu maceram sürdü, ama ondan sonra da başka berbere gidemez oldum.
Şimdi diyeceksiniz ki, “kes traşı nereden çıktı bu berber muhabbeti böyle” diye. Şuradan. Bazı iş kolları piyasanın nabzını tutmak için birebirdir. Kahveler, taksiler, terziler, berber ve kuaförler. Çünkü buralara herkes girer, herkes sohbet eder ve iş sahiplerinde hayli bilgi birikir.
Ekonominin aynası sektörler
Örneğin berberde bir saat oturursanız ekonominin durumunu da anlayabilirsiniz. Bakın bugün berber konusuna neden girdim. Adettir ya, berbere girince laf açmak için “Nasılsın, işler nasıl?” diye sorarsınız. Bugün de sordum Berber Osman’a “işler nasıl?” diye Laf yani, bir şey anlayacağımdan değil.
Osman “çok kötü” dedi, “Nasıl yani?” Osman devam etti “Müşteri yok.” İyi de nasıl yok, insanların saçları uzamıyor mu artık. “Yok” dedi Osman yine, “müşteriler aynı ama daha uzun aralıklarla geliyorlar artık.”
İşte lafı getirmek istediğim nokta bu. Berber, her erkeğin olmazsa olmazıdır ama, ekonomiyle çok yakından ilintilidir. Saç sakal kesilmesi, saç bakımı, cilt bakımı hatta boyama tamamen kişisel tercihlerdir ve bunun da bir bedeli vardır. Durun lafa devam ederim de şu boyama deyince aklıma geldi, etrafta yaşını başını almış ama saçları hala simsiyah olan ne kadar çok erkek var değil mi? Bakın şu bakanlar kuruluna örneğin, neredeyse bütün bakanlar 50’nin üzerinde ama saçına ak düşmüş bakan sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Hepsi maşallah simsiyah saçlı. Hele Dışişleri bakanı harika, bıyıklar bembeyaz ama saçlar kuzguni siyah. O yolsuzlukla suçlanan bakanların saçına hiç ak düşmemiş. Yıpranmıyorlar demek ki. Bir de yüzlerinde kırış yok vallahi. Hepsi pürüzsüz. Kimbilir belki günlerin getirdiği stresler nedeniyle gergindirler de ondan yüzleri hiç kırışmıyordur.
İlk tasarruf kişisel keyiften
Tamam, dedikoduya gerek yok, kimsenin özel hayatına ve özel zevklerine karışacak değilim de dikkat çekiyor diye söyledim, belki kıskançlıktır, baksanıza benim saçlar bembeyaz oldu. Bugün Osman da söyledi “Can bey, 12 yıl önce saçınızda çok az beyaz vardı, bugün siyah kalmadı” dedi.
Ne diyordum, hah, sadece saç kesimi değil, cilt bakımı, tırnakların kesilmesi, saç bakımı, bunlar kişisel keyiflerdir aynı zamanda. Ve eğer ekonomik durum iyi gitmiyorsa, erkekler ilk bu kişisel keyiflerden vazgeçerler. Osman’ın dediği galiba bu. Ekonomik durum belirsizleşince, berber müşterisi de, belki daha doğrusu berbere gitme sıklığı da azalıyor. Hergün berberde sakal traşı olanlar evde traş olmaya başlıyor örneğin. Ayda bir saçını kestiren “olsun biraz daha uzasın ne yapalım” diyor. Ayda bir de olsa manikür yaptıran erkekler, “kendim keserim olur biter” diyor. Küçük tasarruflar gibi görünüyor bunlar belki ama, Berber Osman’ın tesbitine katılmamak mümkün değil. “Can bey ne zaman bir kriz ortamı yaşasak bizim işler kesiliyor” dedi.
Büyükleri değil küçüklere bakın
Kısacası, ekonominin iyi gidip gitmediğini anlamak için ille döviz fiyatlarına, faize, borsaya, global rakamlara bakmak gerekmiyor. Berbere gidin, terziye uğrayın, taksiye binin. İşlerin nasıl azaldığını oradan görürsünüz. Ya da pazara çıkın bakalım. Sabah bizim mahallede Pazar vardı, Salı günleri kuruluyor. İçinden yürüyüp geçtim, tanıyan satıcılarla kısa sohbetler yaptım, çoğu “pazarların hiç tadı kalmadı, herkes taneyle alıyor, file dolduran yok” diye yakındılar. Ama en önemlisi pazarın müşterisi bile çok azalmış. Hesapta daha ucuz gibi görünüyor değil mi? Öyle olmasına öyle de, pazarcı malını seçtirmiyor örneğin, kendi dolduruyor kese kağıdına, oysa markete gidenler her şeyi seçip alıyor. Seçile seçile geride kalan kötüler daha sonra ucuza satılıyor bir de onların müşterisi var.
Tabii biraz daha büyük çaplı olanlarda da durum farklı değil. Pazar günü Ulusal gönüllülerinin kahvaltısından çıktıktan sonra biri plastik diğeri demir çelik işi yapan iki genç kadınla sohbet ettim. Nasıl yakınıyorlardı anlatamam. Çünkü hammaddeyi yurtdışından alıp işliyor ve yerli sanayi şirketlerine satıyorlarmış. Kısacası dövizle hammadde alıp Türk lirasıyla mamül ürün satıyorlarmış. “Halimiz perişan” dediler. Onların sektöründe geri dönüşler 3 aylık hatta daha uzun vadelerdeymiş. “Parayı topladığımızda hammaddeye verdiğimiz parayı bile karşılayamıyoruz” dediler. Üstelik ikisi de banka kredisi de kullanmıyormuş, yani borçları yok, ama dövizle mal alıp Türk lirası ile sattıkları için dövizdeki belirsizlik onları fena vurmuş.
İşin özeti diyeceğim şu ki, Başbakan ve güya ekonomi allamesi yandaşları danışmanları istedikleri kadar “Türkiye yıldız gibi parlıyor, ekonomide çok iyiyiz” nutukları atsınlar, kendi halindeki insanların ekonomisi hiç de iç açıcı değil.
İşin kötüsü yakın bir gelecekte Anadolu kaplanları diye anılan, çoğu AKP’ye gönül vermiş, bir zamanlar çok iyi paralar kazanan küçük ve orta ölçekli şirketlerin bir anda iflas edivermesi söz konusu. Siz o zaman seyreyleyin gümbürtüyü.
Kartlara getirilen taksit sınırlaması
Bakın bir gözlememi daha söyleyeyim. Bu da küçük gibi görünen ama hepimizi ilgilendiren bir konu. Yeni yasayla 1 şubattan itibaren kredi kartına taksite sınırlama getirildi ya, birçok yerde işler bıçak gibi kesilmiş. Taksitin cazibesi vardı, herkes korkmadan borçlanabiliyordu. Şimdi bu borçlanma olanağı biraz daralınca sıkıntı baş gösterdi. Hani size geçen akşam anlatmıştım, bu iş eroin gibidir demiştim borçlanma için. Geldikçe mutlusunuzdur, kesilince krize girersiniz ve ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bugüne kadar aşırı borçlanarak herkes sanal bir refahı yaşadı, şimdi hem ekonomik sıkıntı hem de yasaların piyasaları daraltması gündeme gelince herkes şaşırdı.
Merkel’den Erdoğan’a kibarlık
Sevgili izleyiciler; Başbakan Almanya’da biliyorsunuz. Bugün Alman Başbakanı ile görüştü. Her zaman olduğu gibi görüşmeden sonra iki başbakan basın toplantısı yaptı. Ama bilmem sizin dikkatinizi çekti mi, nedense hiç can alıcı soru sorulmadı Başbakan’a. Daha doğrusu galiba sordurulmadı. Ne Türk gazeteciler ne Alman gazeteciler merak edilen konularda sorular sormadılar. Örneğin Başbakan gezi olaylarında da 17 Aralık sürecinde de Almanya’yı suçlayan konuşmalar yapmıştı. Almanların üçüncü havaalanını da kanal İstanbul’u da istemediklerini bu nedenle Türkiye’yi karıştırdıklarını anlatmıştı. Ne Türk ne Alman gazeteciler “Bu konuların görüşülüp görüşülmediğini” sormadılar belki de soramadılar. Benim izlediğim kadarıyla sanki iki başbakan anlaşmış gibiydi. Belki de Merkel özel görüşmede Avrupa Birliği üyeliği konusunda yeşil ışık yakmadığı, Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler konusuyla medyaya uygulanan baskılar nedeniyle zaten hayli üzdüğü Erdoğan’ı bir de basın önünde zora sokmamak için tehlikeli soruların sorulmasını önledi.
Almanya’da da olur
Bakın Başbakan Merkel’le görüşmeden önce gezi olayları ile Hamburg’da çıkan olayları kıyaslayarak “Oradaki polis şiddetinin görüntüleri elimizde” demişti. Nedense hiçbir gazetecinin aklına “Bu görüntüleri Merkel’e hatırlattınız mı?” diye sormak da gelmedi. Ya da “Paralel devlet konusunu anlattınız mı, Merkel ikna oldu mu?” gibi bir soru da gelmedi. Galiba önceden seçilmiş gazetecilere yine önceden belirlenmiş sorular sorduruldu.
Şimdi belki “Almanya’da böyle şey olur mu?” diyenleriniz olabilir. Olur tabii olur. Kibarlık da yapmış olabilirler, çünkü bu tür soruların sorulması halinde cevaplar da çok ters olabilir, Erdoğan’ı bu kadar da zorda bırakmak istememiş olabilirler.
Korumadan da korktular
Bugünün ilginç olayları arasında Başbakanlık koruma müdürlüğündeki operasyon var. Tam 23 koruma görevlisi başka görevlere atandı. Üstelik bunlardan bazıları ilk günden beri Başbakan’ın yanından hiç ayrılmayan, onu bir gölge gibi izleyen polisler. Anlayın artık durumu. Paralel devlet konusu iktidarı ve Başbakanı o kadar ürkütmüş ki, tam diplerinde duranlardan bile şüphelenir hale gelmişler. Bu iyi bir duygu değildir sevgili izleyiciler, insanda denge falan bırakmaz. Başbakan’ın ruh hali bu açıdan bana hiç de sağlıklı gelmiyor.
Baksanıza Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nin ortasında bir sakalet abidesi gibi yükselen Başbakanlık Sarayı’nda sadece Erdoğan’ın girebileceği odalar bile yapılıyor. Öyle bir teknik düzenleme yapılıyormuş gibi, o odalara Başbakan dışında biri girdiğinde sensörler hemen durumu fark edip alarm zillerini çalıyormuş. Demek ki Başbakan kendi ofisinde bile rahat hissetmiyor kendini. Bu gerginlikle ülke nasıl yönetilir ki?
Bugün lafa berberden, traştan girdik, dün sözünü ettiğim konulara değinemedim yine. Ama onların zamanı geçmiyor nasıl olsa, yarın olmadı bu hafta içinde anlatırım yine nasıl olsa.
Bugünlük sürem bitti galiba. Yarın aynı saatte görüşmek üzere hepinize sevgiler sunarım. Hoşça kalın.
CAN ATAKLI İLE GÜNÜN YORUMU. 4.2.2014.SALI. paylaşan: karsiyorum