Gül’ün internet yasasını veto etmesi kolay değil

Yazarı Olmayan Makaleler Yazar iletisim@ulusal.com.tr

İyi akşam iyi haftalar sevgili izleyiciler; hafta sonu çok heyecanlı geçti. İstanbul’da internet sansürünü protesto etmek isteyenlere her protesto eyleminde olduğu gibi polis yine saldırdı. Gaz sıktı, su sıktı, plastik mermi attı, köşeye sıkıştırdıklarını vahşice dövdü.

Ama ilgin bir şey daha var. Onca gaz ve su sıkılmasına, plastik mermi kullanılmasına rağmen kalabalıklar bu kez daha dirençli çıktı. Çok çabuk dağılmadı. Polis gecenin geç saatlerine kadar İstiklal Caddesi’ni tam kontrolüne alamadı Bu nedenle takviye kuvvetler getirildi. İtfaiye tomalara su taşıdı, hatta bir ara koca bir dozeri bile soktular İstiklal Caddesi’nin ortasına.

Taşkınlık yok

Oysa hiçbir taşkınlığın yaşanmadığı bir protesto eylemiydi. Ama biliyorsunuz İstanbul’da Taksim ve çevresinde suya ve gaza boğulmak için taşkınlık yapmaya gerek yok. Üç beş kişi bir araya gelip biraz sesini yükseltse tomalar hemen harekete geçiyor.

Çünkü iktidar Taksim’i “namusu gibi “koruma kararında. Sanki birileri bir şekilde Taksim’e girer ve protesto eylemi yaparlarsa iktidarın namusu elden gidecek gibi geliyor galiba. Baksanıza, göstericiler daha Galatasaray’da toplanırken valilik Gezi Parkı’nı halka kapattı. Park boşaltıldı etrafına onlarca çevik kuvvet polisi yerleştirildi, kuş uçurtulmadı.

İnternete sansür yasası

Neyse olaylar geçti artık, peki bu internete sansür yasası nedir?

Çok basit, iktidar, medyayı neredeyse tamamen kontrolü altına aldı. Ana akım medyada iktidarın hoşuna gitmeyecek hiçbir şey yayınlanmıyor. Ama internet ortamı farklı. Çünkü burada klasik gazete ve televizyon yayını yapılmıyor. Gazete ve televizyonlarda yayınlanamayan belgeler, bilgiler, bazı ses kayıtları, görüntü kayıtları alabildiğine yayınlanabiliyor.

Elbette kişilik haklarına saldırı niteliğindeki ya da birilerinin sırf başka birilerini küçük düşürmek için tezgâhladıkları ses ve görüntüleri kastetmiyorum, bunlara karşı çıkmak hepimizin görevi. Yatak odası görüntüleri, montajlanmış ya da oluşturulmuş dijital kayıtlar elbette kapsam dışıdır.

Ancak iktidar internete sansür getirirken bunları bahane ediyor. Neymiş zamanında Baykal’a ve MHP’ye bu tür seks kasetleriyle şantaj yapılmış. İktidar bunları önlemek istiyormuş.

Çeşitli medya organlarına yerleştirilen yazar kılıklı hükümet komiserleri bunları yazarak internet sansürüne destek veriyor.

En can sıkıcı nokta

En can sıkıcı olan da bu. Aklımızla alay ediyorlar. Bu hükümet komiserlerinden biri internet ortamında erişilen yolsuzlukla ilgili belgeleri, bilgileri bir kenara koymuş, onlaran hiç söz etmeden “sizin yatak odanıza girip çekim yapılmasını ve bunun internette dolaştırılmasını ister misiniz?” diye soruyor. Sanki sansür dediğimiz şey buna geliyormuş gibi. Ayrıca böyle bir rezilliği engellemek, hatta lanetlemek için yasalara gerek yok ki. İnsan olma vasfı bile yeter.

Oysa gerçek bu değil sevgili izleyiciler. İktidar çoğumuzun bildiği, ama detaylarına ya da belgelerine ulaşamadığı, 17 aralıkta ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının önüne geçmeye çalışıyor.

Bakın son günlerde bazı telefon kayıtları dolaşıyor ortalıkta. Bunlar gizlice çekilmiş ve sonra düzenlenerek servis edilmiş kayıtlar değil. Bu kayıtlar yolsuzluğa karıştıkları ileri sürülen ve çocukları da bu nedenle halen tutuklu olan bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılması için meclis başkanlığına gönderilen fezlekelerde yer alıyor.

1.5 yıl iz sürülmüş

Savcılar 1.5 yıldır iz sürmüşler, yasaların izin verdiği ölçüde teknik takipler yapmışlar. Sonra bütün belge ve bilgiler toplandıktan sonra harekete geçmişler.

İktidar buna “paralel yapılanma” diyor. Niye? Çünkü bu kez hep kullandığı silah kendine döndü de ondan.

Başbakan önce 17 aralıkta ama asıl 25 aralıkta işin ucunun kendisine de geldiğini görünce çok şiddetli önlemler alarak iktidar gücünü kullanıp 10 bine yakın polisle 300’e yakın yargı mensubunun yerlerini değiştirdi.

Birinci operasyondaki tutuklamalara ilk anın heyecanında olacak engel olamadı ama asıl bomba olan ikinci operasyonu kaynağında durdurdu ve kuruttu. Binlerce polis, hakim ve savcı yerlerinden alındı, polise “savcıların verdiği operasyon talimatlarına uyulmayacak” emri gönderildi ve yolsuzluk iddiasıyla suçlanan işadamları, bürokratlar, AKP’li isimlerle Başbakan’ın çok yakınları böylelikle kurtarıldı.

İktidar yolsuzluk operasyonlarının üzerine kalın bir sis perdesi örttü örtmesine ama Başbakan’ın deyimiyle “baş belası” sosyal medyaya hakim olmak o kadar kolay değildi elbette.

Belgeler fezlekede yer alınca

Nitekim, savcılar yolsuzluk soruşturmasını yapacak güç bulamadılar ama bulunan belge ve bilgiler, meclis başkanlığına gönderilen fezlekelerin eklerinde yer alınca, ister istemez aleniyet kazandı. Tabii bunlar yazılı ve görsel medyada yayınlanamadı, bunun yerine internet ortamında milyonlara ulaştı.

İşte AKP iktidarını korkutan asıl gerçek budur. Polisleri, hakim ve savcıları, bazı bürokratları darmadağın edebilirsiniz, dosyaları ilgili savcılardan alıp hükümetin emirleri doğrultusunda bunları yok edecek savcılara da verebilirsiniz, ama bunların hiç biri gerçeği ortadan kaldırmaya yetmez. Gerçek öyle ya da böyle bir yerlerden ortaya çıkar biraz zaman kaybedilir o kadar.

Nitekim son birkaç günde oraya çıkan ses kayıtları iktidarın ve medyanın yürekler acısı halini gösteriyor. Başbakan sanki başka hiç işi yokmuş gibi izlediği bir televizyon kanalına yerleştirdiği hükümet komiserini arıyor “bu ne yaaa” diye fırça atıp bunun derhal yayından kaldırılmasını istiyor. O hükümet komiseri de “anlaşıldı, çok özür dileriz, emredersiniz, derhal” diyerek emri yerine getiriyor.

Tabii bu ses kayıtlarından çok vahim şeyleri de öğrendik. Örneğin yine Başbakan beğenmediği bir sağlık haberi için aramış bu hükümet komiserini. Ama ne var ki bu kez televizyon değil, gazete, yani basılmış gitmiş her yere.

“Hemen işten attık efendim”

Çare bulunmuş. Hemen ertesi gün sağlık bakanı ile ilgili çok güzel bir haber manşete taşınmış. Haberi yapan ve sayfaya koyan üç kişi derhal işten atılmış. İşe bakın ki bu pisliklere imza atan gazetenin genel yayın müdürü büyük bir pişkinlikle yaptığını savunuyor ve bir de üstüne “Ne yani iyi ki ben varım, benden başka biri olsa daha kötü olmaz mı” diye sorabiliyor.

Çağdaş bir demokratik hukuk devletinde bu tür bir sözde gazeteci bir dakika bile orada oturamaz ama, burası Türkiye işte, bütün değerlerin ilkelerin içi o kadar boşaltıldı ki, bu adam hiç utanmadan yerinde oturup bir de üstüne köşe yazası yazarak gazetesini yönetmeyi sürdürüyor.

Yani işin özeti, iktidar görsel ve yazılı medya üzerinde çok etkili, orada açık kapı bırakmıyor, bakanlar, danışmanlar olmadı bizzat başbakan devreye girerek zaten sansür uygulatıyor, beğenmedikleri herkesi işten attırıyor. Tek hakimiyet olmayan yer internet. Onu da sansürleyince sorun çözülüyor. Tabii ne kadar çözülüyor orası da meçhul. Çünkü başbakanın emriyle sitelere erişim engellenecek engellenmesine de, teknolojide hele bilgisayar teknolojisinde sınır yok, bir yerden engellerseniz başka bir yerden patlak verir. Çare bulunur yani. Haaa şu olur, şimdiki gibi isteyen herkes anında ulaşamaz bazı bilgilere ama eninde sonunda herkes ulaşacak bir yer bulur.

Gül veto eder mi?

Şimdi beklenti Cumhurbaşkanı’nın internete sansür yasasını veto etmesi yönünde. Kişisel tahminim cumhurbaşkanının bu yasayı veto etmeyeceği yönünde. Belki daha önce de yaptığı gibi “ne şiş yansın ne kebap” diyerek kısmi veto hakkını kullanabilir.

Bu arada bazı sivil toplum kuruluşları “Cumhurbaşkanı asayı veto etmezse twitterda izlemeyi bırakma” çağrısı yapıyor. Bugün Gül’ün twitter hesabına baktım. Tam 4 milyon 360 bin kişi Gül’ü izliyormuş. Niye ki? 4 küsür milyon kişi Gül’ün twitlerini neden merak eder de izler? Böyle bir kampanya olursa kaç kişi izlemeyi bırakır? En az 2 milyon kişi izlemeyi bırakmazsa bu kampanya başarısız oldu demektir. Bakalım göreceğiz.

CHP adaylarının durumu

Sevgili izleyiciler, seçimlere çok az zaman kaldı. Ana muhalefet partisi CHP sonunda tüm adaylarını açıkladı. Ancak gördüğüm kadarıyla açıklanan adaylar herkese memnun etmedi. Elbette her seçim döneminde bu tür şeyler olur, beklentisi olanlar hayal kırıklığına uğrayınca tepki gösterir. Ancak bu kez galiba biraz daha fazla. Sadece beklentisi olanların hayal kırıklığından kaynaklanan bir sıkıntı değil bu. Topluma da yayılan bir sıkıntı var sanki.

Tabii ki adayları belirlemek bir parti yönetiminin bileceği iştir. Sonuçta bu adayları belirleyenler de seçimi kazanmayı düşünüyorlar ve bunun seçtikleri isimlerle daha iyi olacağını hesaplıyorlar. Sonuçta seçimi kaybetmek ve çok ağır bedel ödemek var, bu nedenle “şu yanlış, bu yanlış” demenin pratikte çok yararı yok.

Büyük fırsat vardı

Ancak özellikle CHP için şunu söylemek istiyorum. Bana göre CHP 17 aralık sürecinde eşi bulunmaz bir fırsat yakalamıştı. AKP iktidarının karıştığı ileri sürülen ve akıllara sığmayan yolsuzluk iddialarına karşı sadece dürüstlük, namus, vicdan ve adalet kavramlarını işleyerek ve elbette çalışkanlığı bilinen isimlerin öne çıkarılması toplumda da bir karışlık bulacaktı. Oysa CHP’nin içinden gelen seslere baktığımızda birçok yerde üzerinde şaibe olan kişilerin seçildiği iddiaları var. Ben bilemem, ama bunun CHP’de sıkıntı yaratacağı kesin.

İster beğen ister beğenme

Beni bu konuda rahatsız eden şu; CHP adaylarını çok geç açıkladı. Öyle bir tavır takındı ki bu çaresiz kalan toplum kesimlerine dayatma gibi geliyor bana. Yani CHP diyor ki “Benim seçtiğim adayı ister beğen ister beğenme, sonuçta AKP’nin gitmesini istiyorsan mecbur bana oy vereceksin.”

Bu iyi bir şey değil. Şu anda ülkenin birçok yerinde CHP’liler arasında olduğu gibi AKP’nin gitmesi için oyunu CHP’ye vermeyi düşünen kesimler içinde ciddi bir çatışma olduğun görüyorum. Bir grup “Adaylar belirlendi, artık kavgaya gerek yok, kimse bölücülük yapmasın, oyları bölmeyin” derken bir kesim ise “Hep bölünmeyelim diye diye bu bizi esir durumuna getirdiler, AKP karşısında çaresiz bırakılıyoruz, bunun demokrasiyle ilgisi yok” diye feryat ediyor.

Akıntıya kürek mi çekiyoruz?

Açıkçası ben de bilemiyorum, bir tarafta AKP’nin giderek daha otoriter hale gelmesi ve Türkiye’nin yaşanmaz bir ülkeye dönüştürülmesi gerçeği var, diğer taraftan oyları çantada keklik gibi görerek canının istediği gibi davranan, aday seçimlerinde insanı kuşkuya düşüren tercihler yapan ve “İşinize geliyorsa, yoksa gidip AKP’ye mi oy vereceksiniz?” diyen bir muhalefet zihniyeti var. Bu koşullarda oyumuzu gönül rahatlığı ile kullanma konusunda çok ciddi tereddütlerin oluştuğu kesin. Türkiye bunu hak ediyor mu? Etmiyor etmesine de, ne diyeyim “yolsuzluk var ama partimi değiştirmeyi düşünmüyorum” diyenlerin oranının yüksekliğine bakınca kendi kendime “Acaba?” diyorum “Bütün çabamız aslında boşa mı gidiyor” demeden de edemiyorum.

Evet, bugün de süremizin sonuna gelmişiz. Yarın yine aynı saatte buluşmak dileği ile hepinize sevgiler sunarım. Hoşça kalın.

CAN ATAKLI İLE GÜNÜN YORUMU. 10.2.2014.PTS. paylaşan: ulusalkanal

Tüm yazılarını göster