İyi akşamlar sevgili izleyiciler; ne yazık ki günün konusu yine ağırlıklı olarak şu "kızlı erkekli" olma durumu. Başbakan başlattığı tartışmayı daha da tırmandırarak sürdürme eğiliminde. Ama asıl tehlike Başbakan'ın konuşmalarında değil. Durumdan vazife çıkaran devlet görevlilerinin tavrı durumun ne kadar kötüye gideceğinin işaretidir.
İşte dün ilk atışı biliyorsunuz Adana Valisi Hüseyin Avni Coş yapmıştı. Başbakan'ın ağzından çıkan her laftan sonra coşan Vali Coş "Başbakan'ın sözleri emirdir, gereğini yerine getireceğiz" demişti hemen sıcağı sıcağına.
Şimdi yine dün akşama dönmek istiyorum. Apart Otel ya da bir tür yurda dönüştürülmüş apartmanlarda yer kiralayan gençlere karşı ne yapılabilir, neyle suçlanabilir bu gençler diye sormuştum. Aklıma gelenlerin başında işin maliye tarafından yürütülmesi ve işletme belgesi yok diye bazı apartmanların veya apart otellerin mühürlenebileceğini söylemiştim. Bu olmuş bile. 150'ye yakın apartotelin işletme ruhsatı olmadığı için kapatıldığı bilgisi geldi bugün.
Ama bana göre asıl tehlike kızlı erkekli kalan öğrencilere "fuhuş baskınları" yapılabileceği idi. Böyle bir uygulamanın gencecik insanları aşağılama, karalama, gururlarını kırma anlamına geleceğini anlatmıştım.
Bazen haberlerin geliş saatleri sizin programınıza azizlik yapabilir. Tıpkı önceki gün ben tam yayına girerken Başbakan'ın yaptığı konuşma gibi, dün de tam yayına girerken İçişleri Bakanı Muammer Güler kameraların karşısına geçmişti. Onu da yayına girme telaşı içinde can kulağı ile dinleyememiş sadece bir iki cümlesini not edebilmiştim. Sonra tabii ki baştan sona izledim.
İşaret ettiğim ve asla olmamasını dilediğim o korkunç ithamı ne yazık ki bu ülkenin içişleri bakanı canlı yayında dile getirdi.
"Biz" dedi "konuya terör ve fuhuş açısından bakarız."
Sonra da kimsenin itiraz edemeyeceği ama hiçbir anlam taşımayacak popülist bir anlatıma geçti. Efendim kimi terör örgütleriyle özellikle fuhuş ticareti yapanlar için en elverişli ortamlar buralarıymış. Bazı örgütler kendilerine eleman bulmak için kızları ve erkekleri bu tür evlerde bir araya getirmeye çalışırlarmış.
Bu yanlış mı? Değil tabii. Her türlü suç örgütü kendi örgütünü kurmak, sağlamlaştırmak ve eleman sayısını artırmak için bu yöntemleri kullanır.
Peki bu yeni bir şey mi? Olur mu? En eski yöntemlerden biridir.
Aynı açıdan bakarsanız, kahvehaneler, barlar, diskotekler, nargile kafeler, kimi dernekler de bu amaçla kullanılabildiği gibi suç örgütlerinin hedefleri arasındadır.
Ama bu böyle diye hepsini toptan suçlama, töhmet altında bırakma hakkını kendimizde bulabilir miyiz?
İçişleri Bakanı 18-25 arası gençlerin neredeyse tamamını potansiyel terörist, suç örgütü elemanı ya da kızları fahişe gibi tanıtmaktan çekinmemiştir. Ne uğruna? Başbakan'ın sözlerini haklı göstermek için.
O bakan sormak isterim. Yıllarca İstanbul Valiliği yaptınız, daha sonra sizi aldılar Ulusal Güvenliğin başına koydular. Siz orada o kadar başarılı işler yaptınız ki, Başbakan sizin bu üstün özelliklerinizden yararlanmak için milletvekili seçti ve ardından da sizi İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturttu. Söylediğim 15 yılı kapsayan bir süreçtir. Peki sayın bakan; bu süreçte ne yaptınız?
Gencecik kızlarımızın, oğullarımızın fuhuş batağında olabileceği fikri ancak Başbakan'ın, kendisine en sempatik davranan bir yazarın bile zırva dediği sözlerinden sonra mı ulaşabildiniz de, şimdi hiç sıkılmadan "biz konuya terör ve fuhuş açısından bakarız" diyebiliyorsunuz.
Çok açık ve net söylüyorum, sizin içişleri bakanı olduğunuz bir Türkiye bana acı ve ıstırap veriyor.
Sevgili izleyiciler; Başbakan bu tür tartışmaları genellikle yurtdışına giderken ya da yurtdışındayken başlatıyor. Kendisi dışarıdayken Türkiye'de herkes konuyu tartışıyor, kimse Başbakan'la karşı karşıya gelmiyor, Başbakan dönmeden önce Türkiye'de olup bitenleri danışmalarıyla ölçüp biçtikten sonra yeni bir tavırla Türkiye'ye dönüyor. Şimdi korkarım, oluşan hava nedeniyle Başbakan'a yine "asrın lideri" veya "Ahlakımızın tek koruyucusu" pankartlarıyla kalabalık bir karşılama töreni düzenlerler.
Bakalım bu kez yine öyle bir şey yaşayacak mıyız?
Şimdi, bu konu üzerinden bir başka bakış açısı getirmek istiyorum. Başbakan'ın "kızlı erkekli" polemiği bu kez hayli sert eleştirilere de neden oldu. Yani bu kez sadece muhalefet değil bizzat AKP içinden de eleştiri sesleri yükseldi.
Özellikle AKP'ye payanda olarak kendi çıkarlarını da iyi kollayan ve hayli palazlanan güya liberal görünümlü faşist çevrelerden de bu sefer yüksek sesler çıkmaya başladı.
Bir tanesi "AKP'ye (o AK Parti diyor tabii) oy verdiğim için utanıyorum" dedi örneğin. Bir başkası ise boş bulunup "Bu kadar zırvaya ben bile bahane bulamam" deyiverdi. Boş bulundu diyorum, çünkü bu öyle bir cümle ki, adam itiraf ediyor, "bundan önceki zırvalara akıllı fikirli bahaneler bulmuştum hep, ama buna ben bile bulamıyorum" diyor aslında.
Başbakan'ın "abi" diye seslendiği bir başka yandaş ise, biliyorsunuz Başbakan'ın şahsi talimatı ile işinden atıldıktan sonra bir anda Erdoğan düşmanı kesilmişti, şimdi o da avaz avaz bağırıyor "susmayacağız" diye. Güzel abicim biz yıllardır "susmayacağız" diye bağırıyoruz. Meydanlara iniyoruz. Sizler o sırada rahat koltuklarınızda oturup "Siz yeni Türkiye'yi okuyamıyorsunuz, bu Tayyip var ya bu Tayyip hiç aklımızın almadığı biçimde Türkiye'yi uçuruyor" diye bize parmak sallıyordunuz. Ne oldu şimdi?
Ne olduğunu aslında ne zamandır anlatıyorum. Bunların "son kullanma tarihleri" var. Son kullanma tarihi gelenler çöpe atılıyor. Kaç tanesini attılar biz saymayı unuttuk. Gözünüzün önüne bir getirin, Tayyip Erdoğan'ın önünde iki büklüm olanlardan ne kadarı bugün yok.
Çöpe atılanlardan birkaç tanesi, artık bilemiyorum hangi güçlerin sayesinde orada burada ayakta durmaya çalışıyor. Çoğunun adını bile unuttuk. Kıyakçılık yapayım derlerken hepsi ayakçı oldu.
Zamanında bize inanmadılar "son kullanma tarihiniz geliyor, sizi buruşturup atacaklar" dediklerinde kızgın gözlerle bakıp sonra da bize "ah zavallılar" muamelesi yapıyorlardı.
Şimdi yazın şuraya, "kızlı erkekli meselesi nedeniyle öfkelenip Başbakan'a eleştiri yönetenler de yakında bu kervana katılarak çöplüğe atılacaklardır. Çünkü Allah affeder Tayyip Erdoğan affetmez."
Neyse, biz bu son kullanma tarihleri gelenleri bir kenara bırakalım, peki Tayyip Erdoğan neden bu kadar gergin, neden sürekli büyük tartışma yaratacak gündemler oluşturmaya çalışıyor.
Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle şunu söyleyeyim, ik gün önceki sohbetimizde de anlatmıştım, Tayyip Erdoğan iktidarının yolunun sonuna geldiğini biliyor görüyor. Artık dünyada hemen hiç itibarının kalmadığını anlamış durumda. Sanki üzeri çizilmiş gibi.
Aslına bakarsanız, bugüne kadar Batı blokuna ve Amerika'ya ne kadar sadık kaldıysa, onlardan gelen istekleri eksiksiz yerine getirdiyse ve bunu sürdürüyorsa da, tutum ve davranışları artık eskisi gibi güven vermiyor.
Evet, dünyadaki büyük güçler şu anda Tayyip Erdoğan'dan daha iyi birini bulamazlar, Erdoğan hala tek alternatif ama, özellikle Türkiye'yi hızla ve tehlikeli biçimde bir İslam Devleti'ne doğru götürmesi, Türkiye'yi her anlamda bir Ortadoğu ülkesine benzetmeye çalışması uluslar arası arenada tedirginlik yaratıyor.
Bu nedenle yerine başka birini bulmadan vazgeçmek pek işlerine gelmez. Ama bu anlamda çalışmadıkları da söylenemez. Yeni bir alternatif yaratmaya çalıştıklarını ve nasıl pompaladıklarını her halde sizler de fark ediyorsunuzdur. O da ayrı konu.
Herhalde Tayyip Erdoğan'ın bu durumu fark etmemesi mümkün değildir, ki zaten sanıyorum bu kendi yüzüne karşı açık açık söyleniyordur. Ayrıca daha ne olsun, Başbakan Gazze'ye gideceğini söylemişti, bunun üzerine Amerika Dışişleri Bakanı Kerry, üstelik Türkiye'de "Hayır gidemez" demişti. Başbakan ve yakın çevresi "haddini bil" falan gibi efelenmelerde bulundular biraz ama sonuca bakın siz gidebildi mi Gazze'ye? Hayır. Gidebilir mi? O hiç olmaz artık.
Erdoğan için bundan sıyrılmanın tek yolu, arkasındaki seçmen gücünü aynen korumak hatta üstüne çıkmak. Çünkü böyle bir durumda uluslar arası güçlerin ülkesinde yüzde 50'nin üzerinde oy alan bir lidere dokunamayacaklarını hesaplıyordur.
O halde dışarıyı bir kenara bırakıp her şeyi iç politikada kullanılacak hale getirmeye çalışıyor. Gerginliğin temelinde yatan bu. Gezi direnişi sırasında "halkın yüzde 50'sini evinde zorla tuttuğunu" söylemişti. Bu çok riskli ve tehlikeli bir söylemdi. Bizzat Cumhurbaşkanı'nı ve kendi partisinin ileri gelenlerini bile çok rahatsız etmişti bu sözler. Ama sonunda Tayyip Erdoğan haklı çıktı, Gezi'de geri adım atmayarak kendi seçmeninin önemli bir bölümünü kemikleştirmeyi başardı.
Dikkat edin, Gezi direnişi bitti, gerçi Gezi Ruhu dediğimiz o müthiş muhalif duygu ve düşünceler aynen devam ediyor ama, Gezi olayını hala taze tutan tek kişi bizzat Başbakan Erdoğan. Hemen her konuşmasında mutlaka Gezi olayına değiniyor ve doğru olmayan ifadelerle Gezi'ye katılanları, ona destek verenleri aşağılamaya, karalamaya çalışıyor. Hatta öyle ki bir Vandallık olarak tanımladığı Gezi direnişinin hala sürdüğünü, fırsat bulunduğu takdirde bu kesimin her yeri yakıp yıkacağını çekinmeden söyleyerek partisini hep teyakkuzda tutmaya çabalıyor.
Şimdi burada çok dikkat çekici bir noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Başbakan gerginlik politikasını hep sonunda dini tartışma yaratacak polemiklerle sürdürüyor.
Alın içki olayını. Gençlerin kötü alışkanlıklardan korunması sanki amaçmış gibi başlıyor ama iş dönüyor dolaşıyor ve dine bağlanıyor. Bu iş görevlendirilmiş kalemşörler yeterli olmazsa sonunda başbakan bizzat devreye girip "dinimizce haram olan içkiyi niye bu kadar savunuyorsunuz ki" deyiveriyor.
Kürtaj tartışması da öyleydi. Yine kadın sağlığı ve doğacak her bebeğin hakkı diye başlayan bir tartışma, bir bakıyorsunuz ayetlerle savunulan bir polemiğe dönüşmüş.
Alın yine türban. Demokratik haklar, kadının ne giyeceğine kimsenin karışmaması diye başlatılan tartışmaya son noktayı yine Başbakan koyuyor ve "İnançları gereği başları örten kadınlar siyaset yapamayacak mı?" diyor.
İşte son kızlı erkekli tartışması. Kimi AKP sözcüleri istedikleri kadar "efendim terör, efendim suç örgütleri, efendim fuhuş, efendim vergi kaçağı" falan desinler,. Başbakan bakıyor ki istediği sonuç tam çıkmamış "Meşru yaşam gayrı meşru yaşam" diyerek temelini İslam'dan alan ahlak kurallarını sıralıyor.
Bakın sonuçta ne oluyor biliyor musunuz; muhalefet siyasi muhalefet yapmak yerine sanki İslam'a karşı muhalefet yapar duruma düşürülüyor.
Dün de söyledim ya, Türkiye'deki muhalefet eksikliği solda değil sağda. Sol muhalefet var, tamam da sağ muhalefet yok.
Bu durumda ne oluyor, iktidar bütün polemikleri din üzerinden açınca, sol muhalefet bilim, akıl ve sağduyunun ışığında eleştiri getirse bile sonuçta "Görüyorsunuz değil mi bunların derdi İslam diniyle. Dinimizle ilgili ne varsa yok etmeye çalıştılar. 90 yıl bunu yaptılar ama şimdi millet duruma el koydu,. Artık eski Türkiye yok" diyerek üste çıkıyorlar.
Çok açık söyleyeyim, ne kadar haklı olursanız olun, ne kadar bilime, doğruya, mantığa güvenirseniz güvenin eğer bir muhalefeti din üzerinden yapma tuzağına düşürüldüyseniz, başarı şansınız çok azdır
Ne yazık ki sol muhalefetin bugün içine düşürüldüğü durum budur. İktidar devletiyle, bürokrasisiyle, medyasıyla, iş adamlarıyla, hacısıyla hocasıyla öyle bir bastırıyor, öyle bir din ticareti yapıyor ki sizin eliniz kolunuz bağlanıyor, mecburen bu gündemin peşine düşüyorsunuz ve her seferinde de çıkmaz sokağa giriyorsunuz.
Oysa dolar iki lirayı geçmiş, tarihinin en yüksek noktasında, enflasyon rakam ve kalem oyunlarıyla yüzde 10'un altında gibi gösteriliyor oysa hayatın gerçek enflasyonu yüzde yüz olmuş, işçilerin kıdem tazminatları gasbediliyor, dış borç 500 milyar doları aşmış, işsizlik yüzde 10'un üzerinde gizli işsizlik yüzde 25'lerde. Bunları konuşturmuyor iktidar. Varsa yoksa ucu eninde sonunda İslam dinine bağlanan ve eleştirdiğiniz zaman sanki din düşmanı gibi görüneceğiniz polemikler.
Diğer konuları konuşamıyoruz. İşte ben de konuşamıyorum çünkü muhtemelen zaten sizler de bugünün ortamında bunların konuşulmasına ilgi göstermeyeceksiniz.
Bakın sevgili izleyiciler, lafı çok uzatmayayım, bir başka tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Hani dedim ya uluslar arası güçler artık Tayyip Erdoğan'dan tedirginlik duyuyor bunu Erdoğan da fark ediyor. Başbakan'ın şu son dış gezisi bile bu yönde bize ışık tutacaktır. 10 gün kadar önce "Başbakan bazı Müslüman ülkelere gidebilir ama Avrupa ülkelerine gidemez" demiştim. Gitti. Gerçi gittiği ülkeler, dünya siyasetinde çok önemli köşebaşları değil. Finlandiya, İsveç ve Polonya. Ama bakın göreceksiniz bu gezilerden sonra Başbakan'ın itibarı daha da düşecektir.
Dünü hatırlayın önce. Finlandiya'da bir gazeteci, üstelik Türkçe olarak bir soru sordu Başbakan'a. Son derece öfkeli bir yüz ifadesiyle dinledi Başbakan soruyu ve sonra çok sert bir şekilde "Bu arkadaş galiba görevlendirilmiş" dedi.
Batı medyasının bu tavrı anlaması mümkün değildir. Orada hiçbir gazeteciye, bir devlet adamı "Sen bu soruyu görevlendirildiğin için soruyorsun" türü bir tavırla yaklaşmaz. Hiçbir Batılı devlet adamı bir soruyu böyle algılayıp gazeteci azarlamaya kalkmaz.
Başbakan bu tavrını İsveç'te de sürdürdü. Bir gazetecinin sorusuna "Neymiş o kimde belge var, anlıyor musun beni" diye tersleyerek cevap verdi.
Oysa soru çok basitti. İsveç'li gazeteci Suriye sınırında çok sayıda El Kaide militanının olduğunu hatırlattı Başbakan'a. Başbakan bunu yalanladı. Ama yalanlarken öncelikle gazeteciyi azarlamayı tercih etti.
Ama sevgili izleyiciler, Başbakan İsveç'li gazeteciyi de azarlarken, hemen hemen aynı sırada CNN İnternational Antakya'dan yapılan bir haberini servis ediyordu dünyaya. Az sonkra Ümit Zileli ile Ana Haberler'de ayrıntısını ve görüntülerini izleyeceksiniz. Bu habere göre çok sayıda El Kaide militanının Antakya'ya uçakla geldikleri ve önce Antakya ve çevresindeki güvenli evlerde kaldıktan sonra gruplar halinde akın akın Suriye'ye geçtikleri anlatılıyor. Görüntüler verilerek, röportajlar yapılarak. Başbakan'ın "yok öyle bir şey, belgesi nerede, anlıyor musun beni" diye gazeteci azarlarken CNN İnternational, Türkiye'deki el Kaide militanlarıyla görüntülü röportajlar yapıyor. Örneğin şöyle diyor bir El Kaide militanı "Suriye'ye geçeceğim için çok heyecanlıyım, inşallah orada bu dava uğruna öleceğim. " Adam ölmeye gelmiş, ölümü göze almamış yani, ille ölecek ve bunun için Türkiye'yi kullanıyor. Başbakan hala "nerede belgesi" diye soruyor.
CNN haberinde çok sert ifadeler de var. Yayınını Antakya Havaalanı'ndaki dev Türk bayrağı önünden yaparak "Bütün bunlar Türkiye sınırında Türk yetkililerinin gözleri önünde yaşanıyor" diyor CNN ve ekliyor "Türk sınırı NATO'nun en istikrarsız bölgesi oldu." Bakın işin içine NATO da karıştırılıyorsa durum vahimdir.
Şimdi sevgili izleyiciler bunun tehlikesi ne biliyor musunuz? Bugün haberi birlikte izlediğim bir gazeteci arkadaşım "Türkiye aleyhine delil topluyorlar" dedi.
Hafızalarınızı bir zorlayın. Bir süre önce Suriye'de kimyasal silah kullanıldı, çoğu çocuk ve yaşlı yüzlerce kişi can verdi. Türkiye'deki medya aldığı talimat gereği kimyasal gazı Esad'ın kullandığını açıkladı. Önce diğer ülkeler de böyle sandılar ama kısa sürede bu bilginin üzerine şüpheler düştü. Sonunda anlaşıldı ki, kimyasal silahı kullanan Esad değil. Ama kimin kullandığı da tam anlaşılamadı. Birleşmiş milletler müfettişleri ise kimyasal gazın Türkiye üzerinden Suriye'ye sokulduğunu, Esad muhalifi grupların silahı yanlışlıkla kullandıkları gerçeğine ulaştı.
Yine batı medyası uzunca bir süredir Suriye'deki kanlı terör eylemlerini Türkiye'de konuşlanan, beslenip eğitilen ve günü birlik eyleme gönderilen teröristler tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürüyor. Bu konuda batı medyasında yayınlanan yığınla haber, makale ve röportaj var.
Şimdi tehlikeye geliyorum. Türkiye Suriye iç savaşında taraf ülke. Suriye'de karşılıklı olarak insanlık suçları işleniyor. Yani Esad halkını bombalıyor bombalamasına ama muhalif adı altında ülkeye giren kimi İslamcı terör örgütleri de hepimizin kanını donduran katliamlara vahşete imza atıyor.
Uluslar arası kuruluşlar, Suriye'de işlenen bu insanlık suçlarını araştırırken, Türkiye'nin de katkısına dikkat çekerek "Türkiye de bu işte suç ortağı durumuna düşmektedir" yorumlarını yapıyorlar.
İşte "belge toplanıyor" sözü bu nedenle önemli. Bir süre sonra Türkiye bir anda "savaş suçlusu" ilan edilebilir. Bu suçu işleyen kişi olarak da Başbakan gösterilebilir. Bir bakmışız Türkiye Başbakanı "savaş suçlusu" olarak arananlar listesine konuvermiş.
Bu o kadar kolay değil diyebilirsiniz. Evet ben de biliyorum kolay olmadığını, ama gidişatın bu olduğunu da söylemeden edemem. Çünkü böyle bir izlenimin bile Türkiye'yi ne duruma düşüreceğini düşünebiliyor musunuz?
Yani, Başbakan dünyanın başına bir çorap ördüğünün farkında olarak bu sarmaldan kurtulmak için içte gerginlik yaratarak gücünü koruma refleksinde olabilir. Ama burada da dikkatimi çeken bir şey var. Onu da söyleyeyim.
Başbakan yanıltılıyor olabilir. Nasıl mı? Anketlerle. Yapılan bütün kamuoyu anketlerini bizzat Başbakan denetliyor. Hatta öyle ki bazı araştırma kuruluşlarının merkezi neredeyse AKP Genel merkezi olmuş gibi. Başbakan'ın sıkıntısını bilen ve buna karşı söz söylemeye de cesaret edemeyen bazı anketçilerin Başbakan'a bazı konularda yanıltıcı bilgiler sundukları konusunda şüphelerim var.
Neden? Çünkü sokakta gördüğüm havayla anketler örtüşmüyor.
Kim kazanırdan söz etmiyorum. Anketçiler seçim araştırmaları yaparken Gezi olaylarını da baz alıyorlar. Televizyonlardan izliyoruz bu anketçileri, ısrarla diyorlar ki "Gezi olayları AKP'ye yaradı, birincisi oyların düşmesini engelledi ikincisi hatta bazı yerlerde oy bile kazandırdı."
Yani AKP'nin korkulu rüyası gibi sunulan Gezi olayları aslında AKP'yi güçlendirmiş bu anketlere göre. Erdoğan da buna inanarak sertlik politikasını tırmandırıyor.
Oysa dediğim gibi bu bana pek doğru gelmiyor. Çünkü anketlerin hiçbirine güvenmiyorum artık. Bunların halkı yönlendirmek için yapıldığı bana göre çok açık bir gerçek. Amaç beyinlere "AKP kazanacak" algısını yerleştirmek. Birileri bu araştırmaları yaparken sizin kalkıp bunu çürütmeniz, karşı belge koymanız mümkün değil. Bunun sağlaması ancak seçimlerde yapılacak. Ona da 5 ay var. Sürekli olarak AKP yüzde 50'nin üzerinde, AKP'den başka kimse kazanamaz klişesi zihinlere pompalandıkça bununla baş edemezsiniz.
Aynı şekilde CHP üzerinde de bir baskı var biliyorsunuz. Ona da aday biçiyor medya ve anketçiler. Solun kurtarıcısı olarak gösterilen sadece bir kişi var ve ancak o aday olursa CHP belki, altını çizerek söylüyorum belki kazanacak. Ama algı yaratılıyor. Bir tür algı yöneticiliği yapılıyor. Oysa o solun kurtarıcısı olarak nitelenen CHP adayı dün gece bir tv ekranına çıkıp Başbakan Erdoğan'dan "dünya lideri" diye söz edebiliyor. Ama belli ki algı yönetimi o kadar iyi çalışmış ki, kendini solda gören, veya Atatürkçü, cumhuriyet ve devrimlerine bağlı, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine inanan milyonlar efsunlanmış gibi en küçük bir tepki bile göstermiyorlar.
Bütün bunları eninde sonunda seçim sandığında göreceğiz. Umarım o zaman iş işten geçmiş olmamış olur. Herkes için söylüyorum bunu, lütfen yanlış anlamayın. Eğer anketçiler gezi olayları konusunda Erdoğan'ı yanıltıyorsa onun için de sandık artık çok geç olur. Eğer CHP adayı konusunda bir algı mühendisliği nedeniyle illüzyona uğramışsa o da hüsrana uğrar.
Sevgili izleyiciler, dün size ahlak bekçiliği yapmanın iki tarafı keskin bıçak olduğunu söylemiş ve bunun yakında AKP'yi de vurabileceğini anlatmıştım. Bugün bu konuda ufak tefek de olsa bazı haberler gelmeye başladı. Örneğin dün tam söyleyememiştim, sadece Emine Hanım'a gidip "Kocam kendine imam nikâhlı bir eş tutmuş, artık eve gelmiyor, ne olur bir şeyler yapın" diyen en az bir düzine milletvekili eşi olduğu anlatılıyor siyaset kulislerinde. Evlilik dışı çocuğu olan, iki ya da üç eşli, tabii ikisi imam nikâhlı AKP önde gelenlerinin olduğu da söyleniyor.
Hani başbakan "meşru yaşam vardır, gayrı meşru yaşam vardır" diyor ya, gayrı meşru konusunda bir bakmışsınız AKP'liler fark atıvermiş.
Neyse bundan fazlası dedikoduya girer o da bana yakışmaz, ama net bilgiler geldikçe o zaman paylaşırım.
Bu arada 28 Şubat davasında bazı tahliyeler var. Zamanımız kalmadı artık onu da yarın konuşuruz. Kimileri "nerde bu medya patronları gazeteciler diye çırpınırken, komutanlar çıkıyor, bakalım ne olacak?
Bu akşam da bu kadar. Yarın yine aynı saatte buluşmak üzere hepinize iyi akşamlar dilerim. Hoşçakalın.