Cemaatin faaliyetleri her MGK toplantısında başbakanın önüne kondu

Yazarı Olmayan Makaleler Yazar iletisim@ulusal.com.tr

İyi akşamlar sevgili izleyiciler, dün akşam sizlere söylediğim açıklama ile ses ve görüntü kayıtları bugün yayınlandı. İmralı’da ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası çeken terör örtükü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın kaldığı tek kişilik odada çekilmiş görüntüleri ilk kez yayınlandı.

Bu haber her açıdan önemlidir. Bir kere 15 yıldır hapiste olan Öcalan ilk kez görüntülü olarak kamuoyunun gündemine geldi. Daha önemlisi örgüt liderinin söyledikleridir. Konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla bu kişi kamuoyunda özellikle Kürt yurttaşlar arasında bilindiği, sanıldığı gibi bir kişi değil. İlerleyen günlerde herkesi şaşırtacak daha ne nemli açıklamalar, sözler var.

Barış sürecine köstek mi?

Bunları gerek bu yorumlarda gerekse haber programlarında ben de dile getirmeye, yorumlamaya çalışacağım. Ancak bugün dikkatimi çeken bir noktayı belirtmek istiyorum.

Öcalan’ın görüntüleri yayınlandıktan hemen sonra iktidara yakın bazı çevrelerde “Barış sürecine zarar verilmek isteniyor” yorumları gördüm. Neden bu görüntüler çözüme engel olsun ki. Tam tersine herkes her şeyi öğrenir, bilir ona göre tavrını ortaya koyar, bugüne kadarki görüş ve düşüncelerini yeniden değerlendirmeye tabii tutar.

Abdullah Öcalan’ın hayallerindeki gibi biri çıkmaması, bu kişinin sözlerinin özellikle Kürt kökenli yurttaşlar üzerinde olumsuz etki yaratacağını ileri sürerek “Sırası mı şimdi bunun” demekle ortaya saçılan yolsuzlukları örtbas etmek için “şimdi yolsuzlukları, hırsızlıkları bırakın, bunlar paralel yapı işleridir” demek aynıdır, ki zaten Öcalan’ın görüntülerinin ortaya çıkmasına da en çok bu kesim tepki gösteriyor.

Amaç hep aynı

Yani işimize gelmeyen her şeyi saklayalım, söylemeyelim, böylelikle vatandaş bunları olmamış zannetsin, iktidara destek olmaya devam etsin. Demokrasi ve hukuka bağlılığın en güzel tarafı budur. Bazen olaylar, geçekler herkesi rahatsız eder, bu nedenle yoğun tartışmalar da yaşanabilir ama sonuçta her şey ortaya konduğu için en doğru, en sağlıklı yolu geç de olsa seçmek ve yolda yürümek mümkün olur.

Bu nedenle, Öcalan görüntülerini önümüzdeki günlerde de dikkatle izlemenizi konula ilgili görüşlerinizi buna göre yeniden değerlendirmenizi ve arkasında bir art niyet aramadan gelişmeleri beklemenizi önermek isterim.

Sanki ilk defa öğrendiler

Sevgili izleyiciler, bugün izlere anlatmak istediğim bir konu var. Biliyorsunuz iktidar yolsuzluk , hırsızlık, iktidar gücünü kullanarak menfaat elde etmek gibi iddialarla karşılaşınca sanki ilk defa öğreniyormuş gibi bir paralel devlet söylemi koydu ortaya.

Başta başbakan olmak üzere yandaşlar ve yalakalar bir ayı aşkın süredir paralel devletle yatıp paralel devletle kalkıyor. Öyle bir anlatıyorlar, öyle pislikleri ortaya döküyorlar ki, zannedersiniz 17 Aralık’a kadar çok gizli bir örgüt devleti ele geçirmiş de bunların ancak o zaman haberi olmuş. Oysa biz zaten yıllardır söylüyorduk bunu. Paralel devlet demiyorduk elbette, çünkü biliyorduk ki ortada paralel devlet falan yok, iktidar gücünü artırmak, Türkiye’yi dönüştürmek isteyenlerin yurtseverlere, demokrasi ve hukuka, özgürlüklere karşı bir savaşı ve bu savaşta kullanılan maşalar vardı. Bu maşalar şimdi iktidarın da canını yakmaya başlayınca feryat başladı “devlet içinde çete var” diye bağırmaya başladılar.

Dokunan yanarı hatırlayın

Onlara sadece şunu sormak isterim; cemaatin devlet içinde yuvalandığı ve taşeron olarak tüm kirli işlere imza attığı hep söylenmiyor muydu? Dokunan yanar sözü boşuna mı çıkmıştı? Polis müdürü Hanefi Avcı, bir bilen olarak, işin içindeki biri olarak kitap yazmamış mıydı? Yani biliyordunuz her şeyi ve bu nedenle o sırada sizinle aynı kaptan yiyen Nazlı Ilıcak’a “her taşın altında cemaat aranıyor, yok böyle bir şey” dedirterek “The cemaat” kitabını yazdırmamış mıydınız?

Bakın sevgili izleyiciler, birkaç gün önce bir yemekli toplantıda zamanında Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına da katılmış bir emekli generalle yan yana düştük. Hemen söyleyeyim bu komutan Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına katılmış katılmasına ama kuvvet komutanı değil. Gerek görüldüğü için birkaç Mili Güvenlik Kurulu toplantısına çağrılmış. Kendisi ile ilgili bölüm bitince de çıkmış. Biliyorsunuz Milli Güvenlik Kurulu’nun bir daimi üyeleri vardır, askerlerden ve sivillerden oluşan bir de gerek görüldüğünde davet edilenler vardır. Bunlar da sivil ya da askeri personel olabilir.

İster istemez laf son günlerin siyasi gelişmelerine geliyor.

Başbakan gerçeği söylemiyor

Emekli general ilginç şeyler anlattı. “Başbakan halka bir şeyler söylüyor, sanki bir anda devlet içinde devletle karşılaşmış, bir kesimin devlet içinde çete gibi çalıştığını öğrenmiş gibi konuşuyor. Tabii meseleyi çok bilmeyenler ister istemez Başbakan söylediği için inanıyorlar ama gerçek bu değil ki” dedi.

“Peki nedir gerçek?” diye sordum. Emekli general “Ben bu iktidarın ilk yıllarında birkaç Milli Güvenlik Kurulu toplantısına katılmıştım” diye söze girdi. Ayrıca zaten konumu gereği Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında görüşülen pek çok konunun daha sonra önüne geldiğini ve doğal olarak yapılan konuşmaların tutanaklarını da okuduğunu belirterek “Ben bildim bileli hemen her Milli Güvenlik Kurulu toplantısında cemaatin devlet içindeki faaliyetleri mutlaka konuşulur” dedi.

Emekli generalin anlattığına göre özellikle askerler her Milli Güvenlik toplantısında ordu içindeki dinci yapılanmalardan olduğu kadar devlet bürokrasisi içindeki yuvalanmalardan da şikayet etmişler. Özellikle cemaatin faaliyetleri konusu her Milli Güvenlik Kurulu toplantısında mutlaka bir rapor olarak masaya konurmuş.

Tutanakları açıklasınlar bakalım

Sohbet ettiğim emekli general “İktidarın cesareti varsa açsın bu tutanakları kamuoyunun bilgisine, o toplantılarda dinci yapılanma ile neler konuşulmuş, hangi belgeler üzerinde çalışılmış, açıklasınlar bunları, herkes öğrensin paralel yapılanma biliniyor muydu bilinmiyor muydu? Haydi, Başbakan söylesin, bugüne kadar katıldığı Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında kendisine bu konularda hangi bilgiler verildi hangi raporlar sunuldu, devlet içinde köşe başlarını tutan kimi cemaatçilerin, tarikatçıların isim isim listeleri önüne kondu mu?” dedi.

Fişleme mi yapıldı?

Doğal olarak “Yani asker herkesi fişlemiş mi?” diye sordum ister istemez. Emekli general bunun fişleme olmadığını söyleyerek “Bakın Milli Güvenlik Kurulu devletin en üst düzey güvenlik birimidir. Burada devletin bütün kademelerinden gelen güvenlik mensupları ellerindeki bilgi ve belgeleri oraya koyarlar. Orada bütün heyete sunulan raporlar, listeler kamuoyuna açıklanmaz ki, bunlar iç görüşmelerde ele alınır, ayrıca bugüne kadar ne Başbakan, ne Cumhurbaşkanı ne de diğer başka yetkililer (siz fişleme mi yapıyorsunuz?) diye sormadılar ki, çünkü hepsi bu konulardaki işleyişi bilirler” diye karşılık verdi.

Emekli general “fişlemenin” itici bir tanım olduğunu da belirterek “Bakın Can Bey, bu tür rapor ve listeler ille de dinci yapılanmalar için değildir ki. Aynı şekilde örgütlü kaçakçılık suçlarına karışanlar, sağdan soldan nereden olursa olsun terör faaliyeti içinde bulunanlar, Türkiye aleyhine faaliyette bulunanlar, ayrımcılık yapan, mezhep farklılığı üzerine çalışmalar yapanların da kimler olduğu belirlenir ve burada konuşulur. Bakın Can Bey, şimdi bunlara fişleme mi diyeceğiz. Peki bunlar yapılmasa bir devlet kendini nasıl koruyacak, hiç istihbarat yapmayacak mı?” diye sordu.

İktidarın çirkin oyunu

Emekli general daha sonra çok çarpıcı bir şey daha söyledi. “Bakın Can Bey, bu fişleme lafını ağzına alan konuşmaya başlıyor. Bu ne zaman sorun olur biliyor musunuz. Eğer tamamen istihbarı bir çalışma için belirlenen ve ancak Milli Güvenlik Kurulu’nda açıkça konuşulan isimler belli amaçlar uğruna medyaya sızdırılırsa sorun olur. Ne yazık ki bu iktidar bunu yaptı. Devletin en önemli ve gizli olması gereken yerlerde edindikleri bilgileri kendi yandaşlarına sızdırdılar. Sonra bunlar çeşitli gazete ve televizyonlarda veya internet sitelerinde yayınlandı. Bu olmaz. Bu bugüne kadar da hiç olmamıştı. Ama bu iktidar bunu yaptı. Bununla da kalmadı, o Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında elde ettikleri bilgileri depoladılar, daha sonra bunları istemedikleri, korktukları, etkisiz hale getirmek istedikleri kişilere karşı kullandılar.” Aynen bunları anlattı o emekli general.

Ordudan atılmalar neydi?

Haaa, bir şey daha söyledi. Hani şu eskiden ordudan çıkarılmalar vardı ya, işte onu da söyledi. Hatırlarsınız, eskiden Yüksek Askeri Şuraların sonunda çeşitli nedenlerle ordudan çıkarılanların sayısı da açıklanırdı. Bunların kimler olduğu ve hangi nedenle ordudan çıkarıldıkları açıklanmazdı ama, genel tanımlar yapılırdı. Örneğin disiplinsizlik, asker olmakla bağdaşmayan tutum ve davranışlar ya da irticai yapılanma başlıkları altında toplanırdı.

“İrticai faaliyetlere karıştı” denilenlerin büyük çoğunluğu Fethullah Gülen cemaatine bağlı olan bazı askeri personelmiş. Emekli General Hilmi Özkök’e kadar bu tür yapılanmalar içinde olanların ordudan çıkarıldığını belirterek “Özellikle bu cemaat orduya sızmak için yıllarca çok büyük emek harcadı. Fark edilenler hemen ordudan çıkarıldı, ama Özkök’le birlikte bu cemaate mensup olanlara da gün doğdu. Zaten biliyorsunuz daha sonra iktidar irticanın bir tehdit ve tehlike olmadığı kararına vararak bu nedenle ordudan kimsenin atılmasına izin vermedi” dedi.

Orduda irtica neden tehlikeli?

Yeri gelmişken “Paşam” dedim “Bu konu hep tartışıldı. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte bu sanki bir demokrasi ve özgürlükler konusuymuş gibi anlatıldı, ama şunu da merak ediyorum, irticai faaliyet içinde olmak neden büyük tehlike olarak görülüyor, ya da bir asker kişinin namaz kılması, oruç tutması, eşinin türbanlı olması onun işini yapmasına engel mi” diye sordum.

“Çok haklısın” dedi emekli general “Ama durum sizin dediğiniz ya da iktidar yandaşlarının bağırdığı gibi değil. Orduda kimsenin ne namazına ne orucuna ne de eşinin kızının akrabalarının başının kapalı olmasına bakılmaz. Peygamber ocağı dediğimiz orduda kimsenin aklına böyle bir şey gelmez” karşılığını verdi.

Emekli generalin anlattığına göre, sorun bir subay ya da astsubayın dindar olmasında değil. Bir tarikata ya da dini yapılanmaya bağlı olup olmaması. Sıradan dindar bir subay ya da astsubayın görevini yapmasına engel bir şey yok. Ancak eğer bir cemaate tarikata bağlıysa o zaman dinin kendi içindeki hiyerarşiye uyarak davranması söz konusu ki asıl tehlike bu.

Albay’la çavuş ilişkisi

Diyelim ki orduda bir albay ile bir başçavuş aynı tarikata mensup. Ordu içinde elbette albay başçavuştan çok daha üst rütbede. Ancak tarikat içi hiyerarşide başçavuş albayın çok önünde bir yerde. Bir tarikat, bir dini yapılanma adına orduya sızanlar, bu görevlerini yaparken de dışarıdaki hiyerarşiye uyacaklardır. Çünkü zihniyetleri böyle. Bu durumda ordunun kendi işleyişine darbe vurulmuş oluyor. İşte orduda dini yapılanmaların engellenmesinin mantığı bu. Yoksa bugün pek çok kışlada camii de var ve isteyen her asker personel buraya gidip dini ibadetini yerine getirebiliyor.

Emekli general “bugün ve tabii dün de böyleydi, kışlalardaki camilere gidenler, oruç tutanlar hiç takibata uğramış mı? Takibata uğrayanlar işte tehlikesine dikkat çektiğim cemaat ve tarikat içlerinde bulunanlardır” dedi.

Şimdi cemaatlere yol açıldı

Peki şimdiki durum nedir? Emekli general “İşte onu hiç sormayın. Çünkü son 6-7 yıldır orduda hiç kimse bu tür faaliyetler içinde olduğu gerekçesiyle tard edilmiyor. Muvazzaf arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla bu dinci yapılanma için çok müsait bir ortam yaratmış. Özellikle deniz kuvvetlerinde büyük bir tasfiye oldu biliyorsunuz, arkadan gelenlerin pek çoğunun cemaatçi olduğu iddialarını duyuyoruz. Aynı şekilde hava kuvvetlerinde de yoğun bir yapılanma olmuş. Bunların yaratacağı hasarı belki şimdi değil, ama 10 yıl sonra çok kötü hissederiz” diye yakındı.

Evet, biraz uzunca oldu ama bir emekli generalle yaptığım sohbetin ayrıntılarını anlattım sizlere. Görünen o ki, bu iktidarın orduyu etkisiz hale getirmek istemesinin perde arkasında aynı zamanda ordu içinde bir dinci yapılanmanın da önünün açılması var. Eğer bu iktidar halkın oy gücüyle durdurulamazsa, belli ki 20 yıl sonraki Türk Silahlı Kuvvetleri çoğunluğu cemaat ve tarikat müritlerinden oluşan bir tür “Din muhafızları” haline gelecek. Ne diyeyim, kimileri “demokrasi varsa bunu da kabul edeceksiniz” diyor. Valla ben kendi hesabıma bunu kabul edemem. Bunu da söyleyeyim. Bu akşamlık bu kadar, Yarın biliyorsunuz Çift Vuruş programı var, Halil Nebilerle birlikte sunduğumuz. Hepinize iyilikler dilerim, hoşça kalın..

Can Ataklı

ulusalkanal.com.tr

CAN ATAKLI İLE GÜNÜN YORUMU. 6.2.2014.PRŞ. paylaşan: karsiyorum

Tüm yazılarını göster