İyi akşamlar sevgili izleyiciler; dün sizlere Meclis'e türbanla da girilebileceğini ama AKP'li ve MHP'li siyasetçilerin "istismar olmamalı" açıklamaları üzerine görüşlerimi açıklamış ve bazı bilgiler vermiştim.
Daha sonra çok güzel mesajlar aldım sizlerden, öncelikle çok teşekkür etmek isterim.
Konuya biliyorsunuz Kosova'ya giden Başbakan da katıldı, artık Meclis'te türbanlı milletvekili olabileceğini söyledi. Tabii biliyorsunuz AKP'liler türban demiyor başörtüsü diyor. Sanki durum değişiyormuş gibi. Başörtüsünden kasıt zaten türban çünkü zaten başka türlüsü pek kullanılmıyor.
Böylelikle İslamın şartı olarak belirtilen tesettür konusu başörtüsü adı altında türban olarak dayatılıyor. Yani tesettürün şekli ancak türban ya da haydi kızdırmayalım AKP mantığına göre başörtüsü olabilir. Bunun dışındakiler ya istismara giriyor ya da yakışık almıyor. Yeni Türkiye ve yeni demokrasi anlayışımız böyle yani. Geçelim..
Bugün sizlerin huzurunda Başbakan'a tekrar sormak istiyorum. Aslında bazı sorular var cevapları bir türlü verilmiyor belki her gün bıkmadan usanmadan sormalıyız.
Sizlere de öneriyorum, özellikle AKP'li olduğunu bildiğiniz yakınlarınıza, arkadaşlarınıza, komşularınıza hep sorun. Başbakan sürekli olarak milletten söz ediyor. Aziz milletim diyor yüce milletim diyor ama biliyorsunuz bu milletin adını hiç söylemiyor. O halde ısrarla soralım sürekli dile getirilen bu milletin bir adı var mı? Varsa nedir? Başbakan, ya da hep millet diyen ama adını söylemeyen AKP'nin önde gelenleri bu milletten neyi kastediyorlar, kendilerini hangi milletin içinde görüyorlar. Tabii şimdi bazılarınızın hemen "canım onun millet dediği aslında ümmet değil mi?" dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Bu doğru bir tahmin ama benim aklıma başka bir şey daha geliyor. Ümmet bütün Müslümanların toplamına verilen bir ad. Oysa millet tanımını Osmanlı da çok kullanırdı. Ama Osmanlı'nın millet dediği aslında kendi topraklarımız içindeki Müslümanlardı. Osmanlı milleti din, inanç anlamında kullanıyordu. Yani Rum milleti, Yahudi milleti, Ermeni milleti gibi. Şimdiki AKP önde gelenlerinin kullandığı millet bana sanki bir tür Osmanlı özentisi gibi geliyor. Başbakan aklına estikçe Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki etnik kimlikleri saymaktan çok hoşlanıyor ya, hani Türk, Kürt, Çerkez, Boşnak, Laz falan diye başlayan cümleleri var. Bunların ortak özelliği Müslüman olmaları. Bunların hepsine birden millet diyor. Yani batı dillerinde nasyonal olarak tanımlanan milletten değil, aynı dine mensup ve aynı bölgede yaşayan Müslümanlardan söz ediyor.
Millet tanımı böyle olabilir mi? Bunu takdirinize bırakıyorum. Ama şunu da düşünün lütfen. Tamam, aynı dinden olanları millet olarak tanımlayacaksak, Müslümanlıkta da bazı kriterlere bak alım. Örneğin hangi Müslüman sorusunu da kendimize soralım. Bırakalım Türk olmayı ya da başka etnik kökenden olmayı, bizdeki gibi mi Müslüman olmak isteriz yoksa Arap ülkelerindeki gibi mi? Basit bir soru aslında. Suudi Arabistan'daki gibi mi Müslümanlık, Katar'daki, Umman'daki gibi mi Anadolu'daki gibi mi?
Çok farklı bunlar biliyor musunuz? İnanın bugün "çok ezildik, cumhuriyet bizi mahvetti, ezdi geçirdi, işkenceler yaptı, yasaklar koydu" diye yakınan, hele aralarında çok genç nesilden insanlar da var bunları söyleyen, hiç sanmıyorum ki Arap Müslümanlığı gibi yaşamak istesinler.
Bunu neye dayanarak söylüyorum biliyor musunuz, zamanında çeşitli gezilere katıldığım, o tarihlerde Refah Partisi'nde olan, sonraları AKP'nin kemik kesimini oluşturan bazı siyasetçilerden aldığım izlenimlere dayanarak söylüyorum.
O kişilerle bazı Müslüman ülkelere gezilerimiz olmuştu. Hemen hepsinin "Bizim ülke gibi yok, kızıyoruz falan ama buralarda yaşamak zorunda kalmadığımız için aslında çok mutluyuz" dediklerine bizzat tanığım.
Örneğin İrandaydık, dönemin en etkili Refahlı politikacılarından biri ile gece yarısı otelde sohbet ederken "Gözünü sevdiğiminin Türkiyesi" demişti "Buralarda hiç özgürlük yok, en önemlisi renk yok, bütün erkekler gri elbise giyiyor, kadınlar ise simsiyah. Bizde öyle mi, rengarenk bir ülkeyiz" diye de devam etmişti.
Yani demem o ki, Müslümanlık da İslami yaşam biçimi de tek değil. Türkiye Atatürk Cumhuriyeti sayesinde aslında İslam dinini en özgür yaşayan ülkedir. Atatürk düşmanları, cumhuriyet ve devrim düşmanları ne kadar şikâyet etse, bir karşı devrim için çabalasa da en büyük özgürlüğü Türkiye'de yaşayacağını da bilir. Zaten şunu düşünün, eğer Türkiye'de rejim, ki ben hiç de beğenmiyorum, evet bu rejim gerçekten dine düşman olsaydı, dini yasaklasaydı, söylenen yalanlardaki gibi Kuran'ı Kerim'ler toplatılmış, namaza gidenler fişlenmiş olsaydı, siyasal İslamcı bir zihniyet iktidara kadar yükselebilir miydi?
Eğer öyle olsaydı, neredeyse diğer tüm Müslüman ülkelerdeki toplam camiden bile fazla camimiz olur muydu? Cuma namazlarında, bayramlarda, bayram ve kandillerde camiler insan almaz biçimde dolar taşar mıydı? Kimi çok mütevazı olsa da çoğu reklam amaçlı dev iftar sofraları kurulabilir miydi?
İkide bir Türkiye'de dinin, dindarın ikinci sınıf gibi görüldüğünü, dindarların ezildiğini söyleyenlerin sakin kafayla bunu oturup bir düşünmelerini tavsiye ederim.
Neyse, biz sorumuzu tekrar sormuş olalım, başbakana, çok sık dile getirdiğiniz bu milletin bir adı var mı? Bu adı varsa neden söylemiyorsunuz veya neyi bekliyorsunuz?
Evet, konuyu değiştirelim, gelelim ODTÜ'de yaşanan olaylara. Ankara Belediye Başkanı'nın ODTÜ'ye karşı verdiği cansiperane savaş bütün hızıyla sürüyor. Haberde görüntüleri izliyorsunuz değil mi? Baraj inşaatlarında bile bu kadar çok kamyonu, dozeri, kepçeyi ve çalışan işçiyi bir arada göremezsiniz. Öyle bir çalışkanlık sergiliyor ki başkan sanıyorum bu yolu bir dünya rekoru kıracak kadar hızlı bitirecekler. Bakarsınız 29 Ekim'e bile yetişir ve o da çıkıp "90 yılda yapılamayanı yaptık" nutukları atar.
Ama ilginçtir 29 Ekim'de Ankara'da açılacak bir AVM var. Tam adını bilemiyorum, Taurus gibi bir şey. Nerede biliyor musunuz; açılacak bu yolun sonunda. Bu AVM'ye giden başka yollar var elbette. Ama eğer bu yol açılırsa gitmek çok kolaylaşacak. Rastlantıya bakın; değil mi?
Haaaa bu konuda bir ilginç şey daha var, şimdi aklıma geldi. Melih Gökçek biliyorsunuz polemiği de kavgayı da çok sever. Tepeden konuşmayı da sever. Biri kendine karşı mı çıkıyor, hemen onun benzer bir yanlışını ortaya koymaya çalışır. Örneğin ODTÜ'de ağaç kesti ve hem rektörlük hem öğrenciler buna isyan ediyor ya ne diyor çıkıp "Onlar da bina yapmak için ağaç kestiler." Tabii şaşırtıcı oluyor, hani bu ne perhiz bu ne lahana turşusu gibi değil mi? Aslında değil tabii, ODTÜ bina yapmak için ağaç kesmiş olamaz mı, kesmiştir muhtemelen, de herhalde gece yarısı onlarca iş makinesiyle ve kamyonla girmemiştir araziye. Ayrıca herhalde tüm yasal izinler alınmış her şey kuralına, hukuka uygun olarak yapılmıştır.
Neyse, başkanın huyu böyle, ama bazen çok konuşunca kısa süre aralıklarla söylediklerini de unutuveriyor. Bakın çok değil 27 Ağustos 2013'te yine ODTÜ'deki yolla ilgili karşı çıkmalara karşı "Bölgede sadece 250-300 ağaç var. Gürültüyü bunun için çıkarıyorlar onları da kesmiyoruz başka yere götürüyoruz" demişti.
Neredeyse bir ay sonra, ODTÜ'ye yapılan gece baskınından sonra 22 Ekim 2013'te "Kestiğimiz 2388 ağacın parasını ödedik" dedi.
Bak, bak bak bak, önceki açıklamada bölgede sadece 250-300 ağaç var diyeceksiniz sonra kesilen ağaç sayısını 2388 olarak açıklayacaksın. Tam 10 katı. Üstelik bunlardan sadece 600'ü nakledilebilmiş başka yerlere, 1500 küsuru ise ne yazık ki ya odun olacak ya kağıt.
Sevgili izleyiciler, öyle sanıyorum ki önümüzdeki haftanın önemli gündem maddelerinden biri Anayasa komisyonu tarafından kabul edilen 60 maddenin Meclis'e getirilerek hemen geçirilmesi olacak.
Gerçi partiler tam anlaşmış değil ama en azından lider kadroları bu işin halledilebileceği sinyali veriyor.
Yine sormak ve söylemek istiyorum. Ne olacak bu 60 madde geçince. Bu maddeler Anayasa daha mı demokratik hale gelecek. Hayır. Ayrıca AKP'nin de artık diğer partilerin de böyle olduğu anlaşıldı, asıl hedefi sıfırdan bir anayasa yazmak. Yoksa niye böyle bir komisyon toplansın?
Eh madem yeni anayasa yazılacak, niye böyle parti parti geçirmeye çalışıyorlar.
Ayrıca bu maddeler içinde gerek demokratikleşme açısından gerekse siyasi olarak çok tartışılan maddeler yok ki. Zaten anayasada olan maddelerin revize edilmiş hali.yani öyle aman aman bir değişiklik falan yok yenilik yok.Size de buradan bir iki kez söyledim, Türkiye'nin yeni baştan yazılmış bir anayasa ihtiyacı yok. Mevcut anayasanın zaten 116 maddesi değiştirilmiş durumda. Yani şu an geçerli olan anayasa ile 1982'de askerlerin yaptığı ve halkın yüzde 92'sinin kabul ettiği anayasa arasında dağlar kadar fark var. Ama tartışılan bazı maddeler var. Örneğin ilk üç madde. Sonra Türklükle ve laiklikle ilgili durumu saptayan maddeler.
Ama bir şey söyleyeyim mi, diğer maddelerin hiçbir anlamı olmayabilir. Eğer ilk üç maddede bir kelimelik haydi bilmediniz bir cümlelik değişiklikle her şey halledilebiliyor.
Nedir bu halledilecek olan. Birincisi laikliğin ya tümden kaldırılması ya da iktidarın istediği biçimde yorumlanması ikincisi ise üniter devlet tanımının değişmesi. Bunlar ilk üç madde ile bile değil 4. Madde ile bile tümden değişebilir.
O halde 60 maddenin Meclis'e gelmesinin kabul edilmesinin hatta reddedilmesinin bile öyle fazla bir anlamı yok.
Ayrıca diyelim ki komisyonda tüm partilerin oybirliği ile kabul edilmiş maddeler olsun. Değişiklikler Meclis Genel Kurulu'na geldiğinde her şey bir soru önergesine bakar. Aynen geçecek diye bir kural yok ki, zaten bu demokrasiye aykırı, elbette Meclis'te tartışılacaktır. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki, bu Meclis bir tartışma, karar verme organı gibi değil yukarıdan gelen talimatlar doğrultusunda kaldır parmak indir parmak sistemiyle çalışıyor.
Madde gelir milletvekillerinin önüne, yukarıdan birinin talimatıyla bir milletvekili değişlik önergesi verir, kalkar parmaklar, madde o haliyle kabul edilir sonra parmaklar iner.
Efendim o zaman yeterli sayıyı bulamayabilir, referandum yolu açılır. Açılsın. AKP iktidarı bilmiyor mu ister yeniden yazsın ister kendince önemli gördüğü maddeleri değiştirsin, eninde sonunda referanduma gitmeyecek mi? Biraz erken karar alınırsa ne mahsuru olabilir?
Ayrıca Genel Kurul'a 60 madde iner de, tam bunlar görüşülürken bir önerge ile Anayasa'nın dördüncü maddesinin kaldırılması istenir. Nedir bu madde. "Yukarıdaki üç madde değiştirilemez, değiştirilmesi bile teklif edilemez."
Sevgili izleyiciler, bir başka tartışma var biliyorsunuz. Bazı hukukçular seçilmiş bir Meclis'in Anayasa'yı yeniden yazamayacağını ancak değişiklik yapabileceğini, yeni anayasayı hazırlama işinin ancak kurucu meclisler tarafından yapılabileceğini söylüyor ve özellikle iktidar kanadı ile yandaşları buna şiddetle itiraz ediyor.
Bazen deniyor ya, Meclis neden Anayasa'yı yeniden yazamaz?
İşte örneğin bu 4. Madde durduğu sürece Anayasa'yı yeniden yazmak olanaksız aslında. Çünkü iktidar ilk üç maddeyi de değiştirmek istiyor. Bu durumda Meclis, üstelik bu anayasaya göre seçilmiş ve bu anayasaya bağlılık için yemin etmiş bir Meclis, bir anayasa maddesini baştan ihlal ederek çalışmalara başlamış oluyor. Teklif bile edilemez maddesi dururken koca meclisin bunu değiştirmek için kolları sıvaması anayasa ihlali değil mi?Anayasa ihlalinin cezası da çok ağır. İnsanlar 30 yıl falan yatıyorlar içerde.
Neyse kafaları çok karıştırmayayım. Anlayan anlıyor.
Ne diyordum? 60 madde görüşülürken bir üye çıkıp da 4. Maddenin kaldırılmasını isteyemez mi? Bal gibi ister. Muhalefet itiraz eder, falan filan, sonuçta belki referandum olmadan kabul edilmesini sağlayacak 367 oy bulunamaz ama referanduma gitme sayısı olan 330 rahatlıkla bulunur. Eh AKP'nin istediği bu zaten. Tek madde referanduma bile gidebilir. Yapılacak yoğun propaganda ve beyin yıkama ile, tabii burada tamamen baskı altına alınan medyanın ne yapacağı çok belli, bu değişiklik halkın isteği gibi kabul edilir geçer gider. Ondan sonra Anayasa yapmanın zaten zorluğu yok. İlk maddeleri canları nasıl istiyorlarsa yazarlar. O maddelerin kalkmasından yana oy kullanan halkımız yeni anayasayı da kabul eder haliyle.
Peki üçüncü madde neden çok önemli. Az önce dedim ya, hem laiklik hem üniter devlet bunun içinde. Türkiye hızla üniter yapısını ayakta tutan anayasa maddesini değiştirmeye zorlanıyor. Uluslararası plan bu.
Bakın bunu burada keseyim, önümüzdeki hafta zaten konu gündeme daha fazla oturacak o zaman anlatayım. Çünkü burada oynanan oyun müthiş. Türkiye'nin yeniden şekillendirilmesi planı bu. Bunun için mevcut aktörler olduğu kadar yeni aktörler de aranıyor ki, şimdi anlatmaya kalkarsam laf çok uzayacak diye korkuyorum. Bu nedenle haftaya bırakayım.
Bugün Zaman gazetesinde bir ilan yayınlandı. İlanın sahibi uzun yıllardır Amerika'da yaşayan Fethullah Gülen. Hatırlayacaksınız Gülen bir süre önce bir rahatsızlık geçirdi. Bugünkü ilan Fethullah Gülen'in rahatsızlığı nedeniyle kendisine geçmiş olsun diyenlere teşekkür ettiği bir ilan.
Ancak veriliş tarzıyla çok dikkat çekici.
Bir kere ilan iki tam sayfa. İkisinin de giriş metinleri aynı. Ama iki ayrı ilan.
Birinde teşekkür edilen ilk isim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ikincisinde ise birinci isim başbakan Tayyip Erdoğan.
Yani protokol sırasına göre Cumhurbaşkanı'ndan başlayıp sonra meclis başkanı, Başbakan, bakanlar ve ondan sonrakiler olarak gitmiyor.
Sanki iki ayrı protokol gibi düzenlenmiş ilanlar. İlanlardan birincisinde başa Abdullah Gül oturtulmuş, ondan sonra meclis başkanı geliyor. Arkasındaki isim ise İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu. İlk ilanın protokolünde önce işadamları yer alıyor. Ardından kimi cemaat önderleri sıralanmış arkasına da Gülen cemaatine bağlı olduğu bilinen birkaç sivil toplum kuruluşu ve bir üniversite öğretim üyesi var.
İkinci listede en başa Başbakan konmuş. Onun altındaki protokolde ise bütün bakanlar,CHP, MHP ve BDP'li milletvekilleriyle bazı bağımsız milletvekilleri ile bazı eski siyasetçiler var. Siyasetçilerin altında ise bazı gazete ve televizyonların yayın yönetmenlerinin isimleri var.
Şimdi ilk listeye bakalım. İşadamları arasında TÜSİAD, TUSKON, İstanbul Sanayi Odası başkanları var. Ardından Mustafa Koç, Bülent Eczacıbaşı, Ferit Şahenk, Hüsnü Özyeğin, İshak Alaton var. Aydın Doğan, Ahmet Çalık Akın İpek, Mehmet Ali Yalçındağ gibi medya patronları geliyor.
Cemaatlerde Mahmud Ustaosmanoğlu en başta yer alırken Aleviler ve Musevi hahambaşı da unutulmamış.
İkinci listede, Başbakan'ın protokolünde dediğim gibi bakanlar bazı AKP milletvekilleri olduğu gibi CHP milletvekilleri Erdoğan Toprak ve Gürsel Tekin, MHP'den Oktay Vural sayılmış. İstanbul Ankara Belediye başkanları da listede. Eski siyasetçilerden Hüsamettin Özkan, Işılay Saygın ile rahmetli olmuş Alpaslan Türkeş ve Aydın Menderes'in eşleri var.
Bu listenin en dikkat çekici bölümü ise medyadan isimlerin bulunduğu son bölüm.
Kimler var burada; Hürriyet Genel Yayın Müdürü Enis Berberoğlu, Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan demir, Radikal Genel Yayın Müdürü Eyüp Can ile Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek var örneğin. Türkiye, Bugün, Yeni Şafak, Yeni Akit gazetelerinin genel yayın müdürleri de teşekkürü hak edenler arasında.
Bakın burada dikkatimi çeken ve sizinle de paylaşmama neden olan nokta şu. Fethullah Gülen ilanı ikiye bölüyor,. Böylelikle devlet sıralamasını da ikiye bölüyor. Bir ilanda birinci sırada Cumhurbaşkanı varken diğerinde başbakan ilk sıraya oturuyor.
Ama daha ilginci iki ismin altına yerleştirdiği diğer isimler bana göre.
Başbakan'ın adının olduğu listede adı geçenler icradaki kişiler. Bakanlar, siyasetçiler ve medya.
Cumhurbaşkanı'nın olduğu listenin altındaki isimler ise establişment olarak tanımlanan Türkiye'nin siyaset dışında olan ama aslında siyaseti hem maddi hem de fikren destekleyen kişiler, yani perde arkasındaki asıl aktörler.
Aslına bakarsanız Gülen'in ilanı Türkiye'nin nasıl yönetildiğinin de bir aynası değil mi?
Ama burada aklıma bazı başka sorular da takılıyor. Gülen'e rahatsızlığı nedeniyle geçmiş olsun diyenler sadece bu kadar mı? Yani siyasetten, iş dünyasından, medyadan sadece adı konmuş kişiler mi kendisini aradı ve geçmiş olsun dileklerini iletti?
Başka kimse yok muydu? Vardır tabii, gerçi Gülen zaten ilanında adını geçiremediklerinden de özür diliyor. Peki bu durumda seçim nasıl yapıldı? 6 tane medya patronu var listede, diğer patronlar aramadı mı? Hürriyet'in Radikal'in hem sahipleri hem Genel Yayın Müdürleri hem Ankara temsilcileri geçmiş olsun dediler de Milliyet, Vatan, Habertürk, Posta, Akşam'ın patronları Genel Yayın Müdürleri aramadı mı?
Ve yine bir soru, madem herkesin ismi konmadı ilanlara, ismi konulacaklar nezaketen aranarak kendilerine bilgi verildi mi? İsmi konmayanların bir komplekse girmemesi için gönülleri alındı mı?
Açık söyleyeyim, altında hiçbir şey aramıyorum, sadece çok dikkat çekici olduğu için bu ilanı sizlerle paylaştım. Ama diyorum ki Fethullah Gülen bu iki ilanla sanki bütün Türkiye'ye bir şeyler söylemek istiyor. Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu liste Türkiye'nin değişmez listesidir. Başbakan'ın bulunduğu liste ise değişebilirler listesidir. Sadece bunu gördüm.
Sevgili izleyiciler, bugün Parlamento haber.com sitesinde ilginç bir haber vardı. Bundan da birkaç kelime ile söz etmek istiyorum. Biliyorsunuz Türkiye'de mektuplar PTT eliyle dağıtılır. PTT mektup bedellerini de zarfların üzerine yapıştırılan pullarla tahsil eder. Yani mektup yazıp PTT'ye veren üzerine bunun bedeli kadar pul yapıştırır. Pul basmak ve satmak PTT'ye özeldir, bir tür tekel yani.
Şimdi yeni çıkan pullarda harf devrimiyle kabul ettiğimiz Latin alfabe inin dışında eski Türkçe yazılar da baş göstermiş. Hesapta "hat sanatını korumak" için düzenlenen etkinlik çerçevesinde basılmış bu pullar. PTT böyle özel gün ya da haftalar için pul basar ama bunların kullanım süresi geçicidir. O gün ya da hafta için basılır, satılır, tükenince de o pul tedavülden kalkar koleksiyoncuların arşivine girer.
Ama haberi yapan internet sitesi muhabirleri hat sanatı ile ilgili pulların sürekli basılacağını ve bunların sürekli kullanılacağını öğrenmişler. Şimdi ne var bunda değip geçemeyiz. Bazı kanunlar böyle numaralarla delinir. Devrim kanunlarının içi böyle boşaltılır. Bizler her şeye sessiz kalırsak, önce pulla başlar, sonra başka yerlere sıçrar, derken paramıza "tarihime sahip çıkıyoruz" diye eski harfler basılır. Yedire yedire yapılır yani bunlar.
Ben süremin sonuna geldim artık. Az sonra Ümit Zileli ile Ana Haberler başlayacak.
Her zamanki gibi yarın saat 18.30'da karşınızda olacağım diyeceğim ama, bu kez öyle değil. Çünkü yarın 18.30'daki programdan önce sabah saat 8.25'te Halil Nebiler'in konuğu olacağım,. Biliyorsunuz dün söylemiştim, yarın akşam Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde tek kişilik gösterim var. Halil Nebiler sağ olsun "Sen kendini kendi programında anlatamazsın, sabah benim programa gel de seni bir sorguya çekeyim" dedi. Yarın sabah sizlere oyundan bazı sahneler de izleteceğiz. Evet bu akşamlık bu kadar hepinize iyi akşamlar hoşça kalın.