İyi akşamlar sevgili izleyiciler, dün akşam tamamen benden kaynaklanan küçük bir sağlık sorunu nedeniyle ekrana çıkamadım. Önemli bir şey değil. Boğazıma bir şey kaçtı, müthiş bir gıcık ve öksürük nöbeti tuttu. Yayın saati aksadı. Tabii bu benim de başıma ilk kez gelen bir şey sanıyorum kanalın da başına hiç böyle bir şey gelmemişti. Sonuçta düzgün bir açıklama da yapılamadı. Ne diyeyim, hepinizden özür dilerim. Demek bir daha yayından önce ağzıma biri getirdi de ayıp olmasın diye fındık fıstık atmayacağım. Bu arada artık her akşam saat tam 20.00’de karşınızda olacağım. Tekrarı ise gece onikiyi çeyrek geçe.
Evet gelelim AKP içindeki fırtınaya. Cemaat ile dershane kavgası, ama sadece dershane kavgası, şimdilik dondurulmuş gibi görünüyor. Çünkü bakanlar kurulu pazartesi toplantısında dershaneler konusunu biraz öteledi. Tamam yeni yasa çıkacak yni dershaneler yine kapanacak ama en azından bu ocak ayında durdurulacağı açıklanan dershane kayıtları devam edecek.
Cemaatin ağır toplarından Hüseyin Gülerce “dualarımız tuttu” demiş bu karar için. Acaba tutan dualar mı, yoksa kimi el altından kimi açıkça ortaya dökülen kirli çamaşırlardan iktidarın paniklemesi mi orasını bilemem.
Şimdilik dondurulduğuna göre, dershaneler konusunda bir iki cümle söylemek isterim. Hükümet dershaneleri kaldırmak istiyor. Bunda da bir kasıt olmadığını ısrarla söylüyor, yani cemaate yönelik bir eylem olmadığını anlatmaya çalışıyor. Ama bana göre öyle değil. Bu bal gibi cemaate karşı yapılmış bir operasyondu. Neden biliyor musunuz? Dershaneler neden var? Bir konuşmamda uzun uzun anlatmıştım. Özetle, üniversite giriş sınavı sistemi gereği, normal okullar, kolejler dahil yetersiz kalıyor. Dershaneler ise bu açığı kapatıyor. Şimdi siz sınav sistemini, üniversiteye giriş yöntemlerini değiştirmeden dershaneleri kapatırsanız bu hiçbir işe yaramaz. Yok eğer sınav sistemini değiştirirseniz zaten bu kez dershanelere ihtiyaç kalmaz. Siz kapatma kararı almasanız bile gerek olmadığı için öğrenci bulamayan dershaneler kendiliğinden kapanır. Bu nedenle dershane kapatma kararı belli ki cemaate karşı yapılmış kasıtlı bir harekettir.
Erdoğan, zaten hayli zamandır güçlenmesinden ve devlet yönetimine ortak olma çabalarından çok rahatsızlık duyduğu cemaate bu yolla bir darbe vurmak istedi ama, bu iş biraz ters tepti. Cemaat, daha önce Erdoğan yararına uyguladığı yöntemleri bu kez iktidar aleyhine kullanmaya başlayınca işin rengi değişti. İktidar panikledi. Çünkü önce dershaneler üzerinden yürütülen kavga bir anda yön değiştirdi ve iktidarı zora sokmaya başladı. İktidar bu salvoları savuşturmak için şimdilik dershane konusunu bir süre dondurmaya karar verdi vermesine ama, çıkan kavga öyle büyük ki belli ki artık tümüyle bitirmek mümkün değil.
Neden biliyor musunuz sevgili izleyiciler, cemaat sadece kendi gücüyle veya iradesiyle saldırmıyor iktidara. Bunun dış bağlantıları da var. Sorun sadece basit bir çıkar kavgası değil. Erdoğan iktidarı Türkiye’yi sonu belirsiz bir maceraya doğru hızla götürüyor.
Bu Türkiye’nin zararına olduğu gibi, bulunduğumuz bölgede çıkarları olan diğer ülkelerin de zararına bir hal almaya başladı. Erdoğan iktidarı dış güçlerin bütün isteklerine boyun eğerek bir yere kadar geldiler. İçte güçlerini pekiştirdiler. Ama sorun şu ki bu iktidar kendini bölgede gerçekten çok güçlü sanmaya ve belirleyici olmaya kalkıyor. Bunu yaparken de kurnazlıklara cinliklere başvuruyor. İşte son örneklerden biri. Barzani’yi Türkiye’ye getirip sonra oğul Barzani ile petrol anlaşması yapmaya kalktılar. Bunu da Türkiye kamuoyuna büyük başarı gibi sunmak istediler. Ama ne oldu, o beğenmedikleri, hap gibi yutacaklarını söyledikleri Irak Başbakanı Maliki arkasına Amerika’yı da alarak bir manevra yaptı, bizim iktidar ne yapacağını şaşırdı. Anlaşıldı ki Barzani ile yapılan petrol pazarlığı falan hikaye. Irak “Sen kim oluyorsun?” deyince Başbakan apar topar Enerji Bakanı’nı Bağdat’a gönderdi. Şimdi orada yapılan üçlü anlaşmayı zafer gibi sunmak istiyorlar ama nafile. Çünkü olan ne yazık ki Türkiye’ye had bildirilmesidir ki, düştüğümüz bu içimizi sızlatsa da bu gerçeği bilmek zorundayız.
Uzun lafın kısası, bu iktidar artık patinaj yapıyor, sürekli geri kayıyor. Başbakan bunu durdurmak için her zamanki gibi içe dönük şovlar yapmaya çalışıyor ama göreceksiniz bunların hiçbiri tutmayacaktır.
Sevgili izleyiciler, yine kendimize dönelim. Dün de biraz söz etmiştim. Dershane olayı nedeniyle bir anda ağır saldırıya uğrayan iktidar, bu saldırıları durdurabilmek için duygusal yöntemlere de başvurarak aslında itiraf gibi açıklamalar yapıyor. Nedir bunlar? Cemaate bu iktidar döneminde ne kadar iyilik yapıldığını anlatma yarışındalar. Yandaş gazeteciler, tabii yandaş deyince artık Erdoğancıları anlamak gerek, işte onlar, hergün cemaate yapılan iyilikleri anlatıyorlar.
Bunlar Fethullah Gülen’e iyi niyetli çağrıları gibi. Ama bir de alttan yürütülen operasyonlar var ki onlar hafazanallah. Son örnek. Hırant Dink cinayetinde adı geçen büyük abi var, Erhan Tuncel. O da oyundaki yerini alıyor ve mahkemede hem iktidarı hem cemaati kurtaran ifadeler veriyor. Neymiş, bir çete varmış, bunlar cemaatle hükümeti birbirine düşürmeye çalışıyormuş.
Oysa ince bir oyun var bunda. Büyük abi denilen adamın işaret ettiği iki polis müdürü, biri Ramazan Akyürek, diğeri Ali Fuat Yılmazer, emniyet içinde cemaate yakın isimler olarak tanınıyor. Hani şu Şamil Tayyar “Emniyet cemaate bağlandı” demişti ya, işte o isimlerden ikisi bunlar.
Artık bugüne kadar hiç söylenmeyenler söyleniyor nedense. Dışarıda da hala güya demokratik hesap sorduklarını zannedenler bu tiyatroya farkında olmadan figüran olarak katılıyorlar.
Tabii aslında eğer hala kaldıysa cesur savcıların bütün bu yazılarları incelemesi gerek. Çünkü satır aralarında çok sayıda itiraf var, suç duyurusu var.
Ama bakın bir şey söyleyeyim, bu iş böyledir. Önce herkes iki grup arasında kavga var diye seyre oturur, sonra işler büyür, içinden çıkılmaz hale gelir, derken bir bakarsınız hiç olmadık bir anda küçük gibi görünen bir dava açılır, sonra bu çığ gibi büyür ve bütün iktidarı yutuverir. Olacağı budur. Ayrıca zaten şu son yılların da hesabının sorulması gerekmiyor mu? Bunca kötülük, hukuksuzluk, vicdansızlık, adaletsizlik ve vahşet hesap sorulmadan geçip gidecek mi?
Bakın sadece MGK haberlerinden sonra Ergenekon ve Balyoz ile benzeri davaların artık çöktüğü gün gibi ortada. Yakındır, öyle ya da böyle mutlaka gündeme gelecektir.
Unutmayın, bugüne kadar demokrasi oyunu oynayarak, halkı kandırarak, beyinleri muhallebiye çevirerek dilediklerini yaptılar, canlar yaktılar, ama demokrasi ağır çalışır belki de mutlaka hesap sorar. O gün yaklaşıyor.
Evet sevgili izleyiciler belli ki bu konu burada bitmeyecek, bu sefer, yumuşama, anlaşma, “biz kardeşiz” diye sarılıp ağlaşma falan olmayacak.
Şimdi biraz da yerel seçimlerden söz edelim isterseniz. AKP adaylarını birer birer açıklarken, CHP’de henüz ses yok. Pazar günü İstanbul’da 17 ilçede eğilim yoklaması yapıldı. Birkaçın ziyaret ettim. 26 yıl aradan sonra ilk kez önseçim gibi bir uygulamaya tanık olan CHP’liler çok heyecanlı ve coşkuluydu. Konuştuğum pek çok CHP’li “uygulamanın partide birlik ve beraberliği sağladığını, demokrasinin nihayet uygulandığını” söylediler. Tabii şunu bilmek gerek. Eğilim yoklamalarında birinci çıkan isimlerin mutlaka aday yapılması gibi zorunluluk yok. Sonuçta bu eğilim yoklamaları parti üst kurullarında görüşülecek ve kesin karara bağlanacak. Bu nedenle şu anda çok sevinçli olan adayların bazıları son dakika hüsranına da uğrayabilir.
Tabii bu doğru görüş ama, bir de başka gerçek var. Bazen örgütün veya parti üyelerinin istediği isimler, o bölgede kazanmaya yetmeyebilir. Örneğin birkaç yerde bana da söylediler, tamam birinci çıkan kişi çok sevilen, yetenekli, bilgili ve dürüst isim ama iş herkesin önüne çıkıp yarışmaya geldiğinde kazanma şansı olmayabilir. Yani, kesin aday belirlemelerinde sürprizler olabilirmiş.
Büyükşehirlerde ise CHP’nin sıkıntısı devam ediyor. İzmir her ne kadar tamam deniyorsa da yani Aziz Kocaoğlu ismine kesin gözüyle bakılıyorsa da, durum henüz net değil. Ankara’da hala aday yok. İsim çok ama kimse “şu daha şanslı” diyemiyor.
İstanbul ise medyaya, muhalifi yandaşı medyaya göre aslında tamam. Mustafa Sarıgül medyanın, hala eski alışkanlıklarını sürdürerek toplum mühendisliğine soyunan medya patronlarının, büyük sermaye çevrelerinin, cemaat ve tarikatların, PKK uzantılarının ve Amerika’nın “olmazsa olmaz” adayı. Ama sorun şu ki, Mustafa Sarıgül bütün gününü seçim gezileri yaparak geçirmesine rağmen bir türlü “Ben adayım” demiyor. Bunu anlayamıyorum. Neden açıklamıyor? Neyi bekliyor. Yoksa CHP’nin kendisini aday yapmamasını mı tercih ediyor? Hiç seçim riskine girmeden, partinin göstereceği adayın kazanamamasını ve arkasındaki güçlerin “Biz demedik mi?” diye ayağa kalkarak Kılıçdaroğlu’nun yerine oturtulmayı mı bekliyor? Efendim 11 Aralık’ta İstanbul İl merkezi açılacakmış. Adaylık açıklaması da o tarihte yapılacakmış.
Bilmiyorum belki biraz önce açıklamıştır, ben sohbetimin son düzeltmelerini hazırlıyordum izleyemedim, Star TV’ye çıkacağı duyurulmuştu. Gündüz okuduğum bazı haberlerde “aday olduğunu yine açıklamayacak ama bu kez hissettirecek” gibi cümleler vardı. Neyse.
Bu arada bir küçük sitemimi tekrarlamak istiyorum. CHP Genel Başkanı Amerika biliyorsunuz. Yanındaki bazı gazeteciler pazartesi günü “Kılıçdaroğlu açıkladı, Sarıgül artık resmen aday” diye haberler yazdılar. Ben de yanılıp size söylemiştim. Ama az sonra Kılıçdaroğlu’ndan yalanlama gelmişti. CHP lideri “Ben adayımız demedim, herhalde artık adaylığını açıklayacaktır” dedim diye konuşmuştu. Kılıçdaroğlu buna bir de ekleme yaparak “Tabii bizim başka adaylarımız da var bu nedenle bir anket yapacağız” dedi. Güzel, anket fikri iyi de, kimin aday adayı olduğu konusunda ne yazık ki medya adil davranmıyor. Örneğin ben adaylığımı daha önce de açıklamıştım ama cumartesi günü Beşiktaş’taydım. Gelenler gördüler, binlerce kişi tek bir rica üzerine, hiçbir organizasyona tabii olmadan Beşiktaş İskele Meydanı’nı doldurmuştu. Kendilerini muhalif olarak tanımlayan gazeteler nedense bu toplantıyı hiç görmedi. Cumhuriyet küçücük bir haber koydu iç sayfalarına. Ama Sözcü Yurt gibi gazeteler için o gün söyle bir haber yoktu. Hala da yok. Bunu anlamam mümkün değil. Tamam Sarıgül’ü destekliyorlar, ama o zaman demokrasi nutukları atmayacak, AKP’yi eleştirmeyeceksiniz. Çok eleştirdiğiniz medyanın ve iktidarın yaptığının aynısını siz de yapıyorsunuz, peki ne farkınız var o zaman onlardan. Yapabileceğim bir şey yok tabii de, en azından buradan onları protesto ettiğimi söylüyorum. Dinlemeyecekler ve aldırmayacaklar elbette. Canları sağolsun.
Sevgili izleyiciler bugün de bu kadar. Yarın aynı saatte tekrar görüşmek üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoş çakalın.