Merkez Bankası faiz konusunda sabit durdu. Yani ne Cumhurbaşkanı başta olmak üzere siyasilerin dediğini gibi faizi düşürdü; ne de finans çevrelerinin beklentisi olan faizde yukarı yönlü bir harekete girişti.
Esasen baktığınızda bu çaresizlik içinde son derece doğru bir hareket. Yanlışlıkla ifade ettiğim düşünülebilir, o yüzden bir kez daha altını çizerek vurguluyorum: Çaresizlikte... buna tekrar döneceğim ama önce sağlamasını yapalım.
Türkiye’de şu anda kurumların profesyonel ölçülerde ve gereklilikler doğrultusunda çalıştığını düşünüyor musunuz? Bakanlar bile Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkanı emir telakki edip, dün başka söylediklerini bugün tersine söyleyebiliyorlar. Yani bu haliyle akıl tam anlamıyla tatile çıkmış durumda.
Şimdi şöyle bir düşünün. Türkiye’de hiçbir kurum Beştepe’nin tersine bir uygulama yapamayacak, ama Merkez Bankası tüm ısrarlara rağmen, Beştepe’nin isteğini yerine getirmeyecek. Doğru ya da yanlış demiyorum. Bu mümkün mü?
Türkiye’de yaşayan hiç kimse bunun mümkün olduğunu söyleyemez. Zira bugüne kadar tersini yapanların tamamının bir şekilde görevinden uzaklaştırıldığını ve mesleki cezalandırmaya uğradığına defaten şahit olduk.
Öyleyse bunun sebebi ne? Ne yazık ki ülkede hiç kimse meseleyi buradan düşünmüyor. İşte bunun yanıtı tam bir çaresizlik tezahürüdür. Cumhurbaşkanı geniş kitlelere faize karşı tavrıyla görüntü veriyor; ama Merkez Bankası’nın kendi iradesine direnmesine de ses çıkarmıyor.
Türkiye ekonomisi faizleri düşüremez; çünkü ekonomik olarak bunun karşılığı olmadığını ve dolardan enflasyona patlamalara neden olacağını biliyor. Zaten finans çevrelerinin faizin arttırılması talebi de buradan geliyor. İktisadi maliyetler açısından da bakarsanız faizin arttırılması zorunlu gözüküyor.
Lakin Merkez Bankası, bu çaresizlik içerisinde konjonktürü iyi kullanıyor. Dünyada Trump algısıyla başlayan dolardaki gevşeme eğilimini iyi kullanıyor ve direnebildiği kadar direniyor. Hatta elde kalan 30 milyon doların altına düşen kullanılabilir rezervleri de bir şekilde idare ediyor. Ne zamana kadar? Bugün için...
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gedikli’ye kalsak, elde ne var ne yok saçıp doları daha da düşürmeliyiz. Oysa dünyayı da Türkiye’yi de önümüzdeki süreçte daha zor koşullar bekliyor. Cephanesi az askerin, ortam müsaitken havaya ateş açmasının hiçbir etkisi olmaz. Peki neden kerhen bir başarı var ortada?
Zira bunların hiçbiri sorunu gerçekten ortadan kaldırmıyor. Neden? Türkiye ekonomisi hiçbir şey üretmiyor. Bu ifademle zor şartlar altında üretim yapanları rencide etmek istemem. Ama ben ülkenin gerçek sahibi olan vatandaş olarak mizana baktığımda ürettiğinde bile, imalatının içindeki ithal yapısı nedeniyle açık veren ve eksiye düşen bir ekonomi görüyorum.
Zenginleşme olmadan ve üretimden doğan kaynak yaratmadan da bu çarkın tersine çevrilmesi mümkün olamaz. Hatta Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin dediği gibi borçlanma da üretmenin ve büyümenin anahtarı değil. Çünkü bu iktidarın ekonomiden anladığı inşaattan ibaret. Reel sektörün üretim yapısı içindeki ithalat payını sorgulayıp gereğini yapmadan, gelen parayı da tüketicinin ve inşaatçının cebine koyarak bu işten çıkamayız. Birinin mutlaka Ekonomi Bakanı’na borç ile finansman arasında farkı öğretmesi gerekiyor.
Tüm bu fotoğraf içerisinde bugünü atlattık mı? Evet... Bugün için, bu çaresizlik içinde Merkez Bankası sabit kalmakla doğru yaptı mı? Evet... Tüm bunlar sorunu çözüyor mu? Hayır... Peki tüm bürokrasi Beştepe’nin önünde hazır ol beklerken, Merkez Bankası bunu nasıl yapıyor? Çünkü çaresizliğin boyutunu Beştepe de biliyor. Sadece topluca tavşana kaç, tazıya tut oynuyorlar.
Çetin Ünsalan