Bilindiği gibi Diyarbakır’da konuşlu, meşhur “bayrak indirme olayına” sahne olan İkinci Taktik Hava Komutanlığı lağvedildi. Konu ile ilgili olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamalar üst üste oturmuyor. Usta bir marangoz tarafından sağı solu törpülense de bu iki materyal bir türlü simetrik bir şekil almıyor. İki tarafın söylediklerini hatırlayalım:
Genelkurmay Başkanlığı Açıklaması: “Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılan teşkilat değişikliğinin, çözüm süreci ve bayrak indirme olayı ile hiçbir ilgisi olmayıp uzun ve titiz bir çalışmanın ürünüdür.”
Başbakan’ın Demeci: “Diyarbakır’ın hassasiyetleri belli, böyle hassasiyetleri olan vilayetimizde böyle bir adımın atılması gerekliydi. (Aydınlık, 7 Ağustos 2014)”
Balyoz sürecinin yoğunluk kazandığı 2012 yılında yapılan Yüksek Askeri Şura toplantısında, terfi sırasında olan tüm general ve amiraller emekli edilmişti. Bu durum tutuklu subaylar arasında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Gerçi kimsenin geri dönme niyeti yoktu ama henüz yargı kararı yokken, kurumumuz bizleri yüzüstü bırakmıştı.
Amiral Fikret Güneş, Cumhuriyet gazetesinde 22 Ekim 2012’de yayımlanan mektubunda duygularını şu sözlerle dile getiriyordu: “Bizler, hukuk dışı uygulamaları nedeniyle kapatılma kararı verilen ve tarafsızlığını yitirmiş olan özel yetkili mahkemede yargılanmamız devam ederken, hukukun en temel ilkelerinden birisi olan masumiyet karinesi hiçe sayılarak, “Özel Yetkili YAŞ kararları” ile tasfiye edildik Sizler bizim gözümüzde komutanlık vasıflarınızı yitirdiniz ama daha önemlisi çocuklarımızın gözünde de amcalık vasıflarınızı kaybettiniz.”
Bu kararların hemen arkasından, dönemin Birinci Ordu Komutanı Org. Yalçın Ataman askeri cezaevine gönderildi ve “YAŞ kararlarının, siyasi mülahazaların bütünüyle dışında ve askeri gereklilik(!) nedeniyle alındığını” bildirdi. Bu görevi yerine getiren Org. Ataman, bir Pazar (!) günü (3 Mart 2013) 28 Şubat soruşturması nedeniyle kendisini, şüpheli sıfatıyla Ankara Adliyesi’nde bulacaktı.
Mehmet Türker’in, 8 Mart 2013 günkü Sözcü gazetesindeki köşesinde, “Aman I. Ordu Komutanı kaçmasın!” başlığı ile yayımlanan yazısı TSK’nın içine düşürüldüğü durumu trajikomik bir üslupla yansıtıyordu: “Savcı Mustafa Bilgili bu defa adli kontrol ve yurt dışı yasağı istemiş! Adli kontrol denilen I. Ordu Komutanı’nın karakola gidip imza atması… İyi de, Selimiye Kışlası’ndaki karargâhından Fenerbahçe Orduevi’ne zaten hep adli kontrolle gidip geliyor! Ben zaman zaman rastlıyorum, önde iki trafik aracı yolu açıyor, arkada ve yanında iki polis aracı koruma yapıyor, en arkada bir cip ve sinyal çözücü araç konvoy halinde gidip geliyorlar. Yani Ordu Komutanı’nın değil kaçması, kımıldamasına imkân yok!Belki şu olur: Komutan, Selimiye Kışlası’ndan tünel kazıp kayıplara karışabilir! Savcı acaba bunu mu düşündü?”
Ağustos 2013 Yüksek Askeri Şura kararları ile Org. Yalçın Ataman Harp Akademileri Komutanlığı’na getirilirken, kendisinden daha kıdemsiz olan Org. Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı oldu. Son Şura’da ise emekliye sevk edildi. Merak ediyorum, acaba birileri de Org. Ataman’a tüm bu olanların askeri gereklilik nedeniyle yapıldığını tebliğ etmiş miydi?
Şimdi “askeri gereklilik” konusunu aklımızın bir köşesinde tutarken, YAŞ konusunda Başbakan Erdoğan’ın hem de canlı yayında söylediklerini hatırlayalım: “Şura’da gerek Balyoz gerek Ergenekon gibi davalarda, kim olursa olsun, bunların emekliye ayrılması gerekir!”dedik. Bunların içinde emekli olmayan kalmadı, hepsi emekli edildi!”
Demek ki anayasal bir organ olan ve karar alma yöntemi yasalarla belirlenen YAŞ’ta, YAŞ üyelerinden birisi yapılması gerekenleri söylüyor! “Yukarıdaki sözlerden başka bir anlam çıkarılabilir mi” konusunu Türk dili uzmanlarına bırakalım.
Bendeniz ve Balyoz davasında kader birliği içinde olduğum general ve amiral arkadaşlarımın tamamına yakını, olağanüstü dönemlerde yapılan bu tür YAŞ toplantıları ile emekli edilmekten büyük bir şeref ve onur duyduğumuzu her vesile ile vurguladık. Bakın Amiral Cem Gürdeniz, emekliği sonrasında Türk kamuoyuna nasıl seslenmişti: “Mustafa Kemal Atatürk’e ve kurucu atalarımıza ihanetin ve neredeyse hakaretin liyakat sayıldığı bir dönemde, bedeni tutsak, ama Mustafa Kemal’in amirali olarak ruhu sonsuza kadar hür kalacak olan ben Amiral Cem Gürdeniz, bir tasfiye sonucu emekliye sevk edilerek tertemiz üniformamın dışarıdaki çamur ve ihanet ile kirlenmesini önlediği için talihime şükrediyorum!”
Bu yazımıza da Ziya Paşa’nın (1825-1880) dizeleri ile son verelim:
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın
Kibre ne sebeb yoksa vezîrim diye gerçek
Sen kendini dustûr-u mükerrem mi sanırsın
Ey müftehir-i devlet-i yek rüze-i dünya
Dünya sana mahsus-u müsellem mi sanırsın
Halî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan
Sen zatını bu âleme elzem mi sanırsın
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun (En ummadıkların bile içindeki gizli yönleri keşfeder S.P.)
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr