Türkiye ekonomi anlamında farklı noktalara bakarken, sessiz sedasız yükselen petrol fiyatları haber olmaktan öte gündeme gelmiyor. Oysa petrol fiyatlarının 2015’ten bu yana ilk kez 68 doları görmüş olmasının hem uyarı anlamında, hem de risk yönetimi bakımından önemli sonuçları var.
Öncelikle bir hatırlatma yapalım. Dünyada petrol fiyatları 2008’de 140 dolar seviyesini gördü. Daha sonra süreç içinde Ukrayna başta olmak üzere, geleceğin rekabeti adına Rusya’yı köşe sıkıştırmaya çalışan batı buradan baskı yapmayı denedi.
Nitekim petrol fiyatları 40 dolarlar seviyesine kadar geriledi. Bu elbette Rusya’nın gelirlerinde önemli bir sıkıntı yarattı. Ama tek etkilenen olmadı. Körfez ülkeleri başta olmak üzere herkesin gelirlerine yansıyan olumsuz katkı, dünyada zaten beklenen iktisadi daralmayı tekikleyip, öne aldı.
Hatta bu ambargoya katılan AB üyelerinin zararı, Rusya’nınkinden de büyük oldu. Neticede bu aşamaya kadar gelindi. Elbette iktisaden sıkıntı yaşayan bizim gibi ülkeleri, düşen petrol fiyatları bir miktar rahatlattı. Fakat TL karşısında değer kazanan dolar yüzünden cebe yansımadı.
Şimdi bu hatırlatmayı yaptıktan sonra ajanslara yansıyan 68 dolarlık varil fiyatını iki pencereden yeniden okumak gerekir. Birinci başlık petrol fiyatının neden yükseldiği ile ilgili…
Gerekçeye baktığınızda İran’daki olaylar, üretim kısıntısı, petrol boru hatlarındaki kesintiler ve Aramco’nun borsaya açılmadan önce gündeme gelen beklentileri. Üretim kısıntısının yeterli bir gerekçe olmadığı açık. Çünkü Suudlar ABD korkusundan en büyük üretici olarak, dikkate değer biçimde bunu yapmaya yanaşmıyorlar.
Diğer gerekçelerin tamamı da konjonktürel. Dikkat edilmesi gereken ayrıntı, petrolün varil fiyatının bir talep nedeniyle artmıyor olması. Bu, dünya pazarlarında yeterli ivmenin kazanılmadığını göstermesi bakımından önemli. Zira korumacılığın ve daralmanın arttığı pazarda ekstra bir petrol talebi yok.
Bu bilhassa 2018 yılında ihracat atılımı hedefleyen Türkiye adına hoş bir haber değil. Yani petrol fiyatının bir yüzü bize, dünya ekonomisinin yeterince toparlanmadığını, jeopolitik veya sektörel nedenlerle bir fiyat artışının olduğunu haber veriyor.
İkinci boyut ise olayın Türkiye ekonomisine olan maliyeti… 40 dolarda seyrederken nefes alındı, bunun önemli etkisinden bahsedildi; ama yüzde 50’den fazla artış kaydeden fiyatın yaratacağı tahribat konuşulmuyor.
Bunun Türkiye’ye yeni bir maliyet kalemi oluşturacağı, zaten dolardan darbe yiyen enflasyon başta olmak üzere bir çok başlığı da olumsuz yönde etkileyeceği açık. Petrolün varil fiyatının yüzde 50’den fazla artması zaten bir sıkıntı.
Ama bunun kadar önemli bir başka sıkıntı da Türkiye ekonomisine olan yükü… Bakın 140 dolar olan 2008 yılında dolar/TL kuru 1,22… Yani o tarihte Brent bazlı bir varil petrolün Türkiye ekonomisine yükü 170 TL… Varil fiyatının 120 dolara gerilediği 2012 yılında dolar / TL kuru 1,89; varil bazlı ekonomimize maliyeti 226 TL…
Gelelim 2015’ten beri en yüksek seviye olarak nitelendirilen ortalama 68 dolar olan varil fiyatının bize anlattığına… Bu seviyeyi gördüğü gün dolar / TL kuru 3,75… Türkiye ekonomisine varil maliyeti ise 255 TL…
Altını çizmek için hatırlatayım. Brent petrolün varil fiyatının 120 dolardan 68 dolara düşmüş halindeki farkına rağmen, TL bazında Türkiye ekonomisine yükü varil bazında daha fazla…
Bu ekonomi yönetiminin üzerinde durması gereken ve dünya daralırken, artan fiyatlara karşı ne yapılacağını tartışmasını zorunlu kılan bir fotoğraf. Risk yönetimi bunu gerektirir.
Yani petrol fiyatının iki yüzü de bizim için alarm veriyor; ama ülkenin gündeminde sıraya bile giremiyor. Bir kere, sadece bir kere de sorun kapıya gelmeden ders çalışsak olmaz mı?
Çetin Ünsalan