Türkiye’de bugün yaşanan sorunların en önemli tetikleyici faktörlerinden birini vatandaş ve şirketler bazındaki borçlar oluşturuyor. Bunların döndürülemediği ile ilgili sıkıntı herkesin gözü önünde yaşanıyor.
28 milyonu aşan icra dosyasıyla vatandaş durumunu net bir şekilde gözler önüne sererken, şirketlerin borç çevirme kabiliyetlerini yitirdiğini konkordato haberleriyle görüyoruz. Gerçi sayı bini aştıktan sonra burada ilginç bir sessizleşme var. Neredeyse medya haberleri görmüyor. Sanırım bu durum seçimlere kadar da devam edecek.
Öte yandan yitirmeyenlerin de pozisyon açıkları nedeniyle kara kara düşündüğünü biliyoruz. Bu yapı, bankalara olan ödemelerin aksaması nedeniyle bankacılığı tehdit eder hale geldi. Vatandaşın bırakın geçinmeyi, borçları karşısında icralık olması sorununu doğurdu. İç talep daha da daraldı ve daralmaya devam edecek. Çöken tüketici güveninden ve Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun 16 Ocak tarihli toplantı tutanaklarından bunu anlıyoruz.
Şirketler de işten çıkarmalara başladı bile... Bir tarafta zorunlu ihtiyaçlar karşısında ezilen geçim seviyesi, öte tarafta stoktaki malı sattıktan sonra nasıl üretim yapacağını bilemeyen özel sektör gerçeği...
Ben bu problemin halledilmesi ile ilgili radikal bir çözüm önerisi sunmak istiyorum. Önce haneden başlayalım.
4 kişilik çekirdek bir aile düşünün. Kredi kartından ihtiyaç kredisine kadar finansman kullanabileceği tüm alanları borçlanarak tüketmiş. Evin babası işsiz kalmış ve aybaşında bırakın banka borcunu bir kenara, kirayı ödeyip, ekmek alacak nakit problemi dahi baş göstermiş.
Hemen aile meclisini topluyoruz. Evin küçük çocuğu yetkili kılınıyor. Sonra mahallede esnafı dolaşıp, durumun zannedildiği kadar kötü olmadığı ve veresiye alışveriş için hiçbir riskin bulunmadığını esnafa anlatıyor. Böylece alışveriş ve geçim sorunu çözülüyor.
Bankalar karşısında da evin hanımı yetkili kılınıyor. İcraya gelen memurlara karşı eşine kefil olduğunu ve borç ödemesiyle ilgili bir sıkıntı yaşanmadığı gibi, bu görünümün yeni kredi için yeterli bir fotoğraf verdiğini anlatıyor. Tabii bankacılar hemen ikna oluyor ve yine kredi muslukları açılıyor.
Aynı sistemi şirketlerimiz için de uyguluyoruz. Yönetim kurulundan bir yetkili belirleniyor ve mal aldıkları tedarikçilerden bankalara kadar herkese gidip ‘vallahi durum iyi, sıkıntı yaratmayın’ diyerek yemin kredisi temin ederken, mevcut borçların da ötelenmesini sağlıyor.
Nasıl çözüm ama? Şimdi bazı okurlarımızın benim ruh ve akıl sağlığımla ilgili endişelere kapıldığını hissediyorum. Bu çözüm modelinin deli saçması olduğunu ve insanın kendi kendine iyi demesinin, alacaklı nezdinde bir anlamı olmadığını söylediklerini duyar gibiyim.
Aslında çok da haksız olduğunuzu söyleyemeyeceğim. Ama beni biraz idare edin, vatandaşlarla şirketler de bu süre de elde avuçtakini satarak durumu kurtarsınlar. Hele şu seçim dönemini bir atlatalım; her şey yoluna girecek.
Buna rağmen çözüm önerimin saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyorsanız; sizden ricam bir de iktidarın mevcut ekonomik tablo karşısında kurma kararı aldığı ve Bakan Albayrak tarafından açıklanan milli reyting kuruluşunu bu pencereden değerlendirin.
Çünkü gerek vatandaş, gerekse de şirketler nezdinde sunduğum öneri, sadece milli reyting kuruluşunun geçerliliği kadar akılcı. Ya çözüm önerimi kabul edin ya da yetkililere gördüğünüz yerde milli reyting kuruluşu diye ortaya çıkmanın sorunlara çare olmayacağını, sadece bir boş laf olduğunu anlatın. Zira durum bire bir aynı.
Çetin Ünsalan