Türkiye’de pek ilgi uyandırmadı ama bütün dünya Hong Kong’da neler olduğunu anlamaya çalışıyor. “İkinci bir Tiananmen’e doğru mu gidiliyor?” sorusuna herkes cevap bulmaya çalışıyor. Bilindiği üzere, 1842 yılından itibaren İngiltere’nin hükümranlığı altında bulanan Hong Kong, 1997 yılında yapılan özel bir anlaşma ile Çin Halk Cumhuriyeti’ne (ÇHC) devredilmişti. Bu anlaşmaya küresel düzeyde büyük önem atfedildi. Çünkü kapitalist dünyanın saygın merkezlerinde biri olan Hong Kong’un, Komünist Parti’nin yönetimi altında bulunan ÇHC denetiminde nasıl bir rota izleyeceği merak ediliyordu. Hong Kong’ta 32 bin dolar olan kişi başına düşen milli gelir, Çin ortalamasının (7.000 dolar) çok üzerindeydi.
ÇHC, yedi milyonlu nüfuslu bu gökdelenler şehrini tam bir özerklik vereceğini taahhüt ederek devralmıştı. Hong Kong, anavatan ÇHC’den ayrı bir sistemle yönetilecekti. Bu nedenle, mini anayasa da denilen “Bir Ülke İki Sistem” sloganı esas alınmıştı. Hong Kong’un finansal işleyişe dokunulmayacak, bağımsız bir yargı organına izin verilecekti. Ayrıca liberal haklar kapsamında, Hong Kong’da özgür basın yayın organlarına hoş görü ile bakılacak, gösteri ve protesto yürüyüşleri serbest bırakılacaktı.
Özel anlaşmadaki en can alıcı husus, “Evrensel Seçim (Universal Suffrage)”in nihai bir amaç olduğunun vurgulanması ama bununla ilgili zaman ve yöntemden söz edilmemesiydi. Kıyamet de bu nedenle koptu. Hong Kong Başkanı (Chief Executive) olarak da tanımlayabileceğimiz en yetkili kişi, çoğunluğu Pekin hükümetine yakın 1200 kişilik bir grup tarafından seçiliyordu. Mevcut başkan 2012 yılında 689 oyla seçilmişti. Muhalifler onu “689” olarak adlandırıyordu. Batı jargonuna göre demokrasi yanlıları, 2017 yılında yapılacak Hong Kong Başkanı seçiminde, “Evrensel Seçim” kuralının uygulanmasını talep etti. ÇHC bu talebi kabul etmeyince, yazın ortalarında başlayan sokak gösterileri ve sivil itaatsizlik eylemleri geçtiğimiz günlerde dünyanın ilgi alanına girecek kadar yoğunluk kazandı.
Polis, çoğunlukla öğrenciler, akademisyenler ve din adamlarından oluşan göstericilere karşı göz yaşartıcı bomba ve biber gazı kullanarak kontrolü sağlamaya çalıştı. Öğrenciler, şehrin finans merkezi olan CENTRAL’i dağıtarak mali yapıyı çökertmeyi ve böylece Hong Kong yönetimi ve arkasındaki ÇHC’yi taviz için zorlamaya çalıştılar. New York Wall Street’deki gösterilerden esinlenerek (OCUPPY WALL STREET), girişimlerini “OCCUPY CENTRAL” olarak isimlendirdiler. Hükümet binaları civarında ve çevresinde yoğun oturma eylemleri yapıldı. Olayları manşetten okuyucularına duyuran Batı basını, olaylara renkli devrimleri anımsatan bir isim taktı: “Şemsiye Devrimi (Umbrella Revolution)”
Diğer taraftan, 1997 yılından bu yana devam eden süreç içerisinde anavatandan gelen çok sayıda zengin Çinli Hong Kong’taki çeşitli alanlara yatırım yaptı ve ekonomik yaşamın belirli bir bölümünde denetimi ele geçirdi. Ayrıca taşınmaz malların neredeyse yarısı Çinliler tarafından satın alındı. Bu nedenle, Hong Kong’ta anavatanı destekleyen bir kesim de ortaya çıktı. Bu kesim, “OCUPPY CENTRAL”a karşı Pekin yanlısı büyük bir gösteri düzenledi. Kendilerini “Hong Kong İçin Sessiz Çoğunluk” olarak tanımlayan bu grup, “muhalifleri yıkıcı ve bölücü bularak, Hong Kong’un finans ve ticaret merkezi imajına büyük darbe vuracak bu gösterilere derhal son verilmesini” talep ediyorlar.
Pekin karşıtı gösteriler Batı tarafından bir demokrasi zaferi olarak göklere çıkarılıyor. ABD, İngiltere ve Komünist devrim sonrasında 1949 yılında ÇHC’den ayrılan Tayvan, eylemcilere destek veriyor. Batı’daki söylem son kerte ilginç ve dikkat çekici: “Hong Kong’ta yaşananlar muharebe değil, bir savaş!” Yani, “olaylar durulsa bile, merminin bir kez namluyu terk ettiği ve kovana bir daha sokulamayacağını, uzun soluklu bir mücadelenin başladığını” anlatmak istiyorlar.
Gösterilere çok temkinli yaklaşan ve tahrik edici olaylardan kaçınan ÇHC, olayların yasa dışı olduğunu, ABD ve İngiltere tarafından kışkırtıldığını beyan ediyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü çok net şekilde aynı şeyleri söylüyor: “Hong Kong’a asla tam özerklik vermeyiz. Seçimde farklı adaylar yarışabilir ama ÇHC, Hong Kong ve yurttaşlarımızın çıkarı için yarışa giren aday bizim onayımızı da almalı!”
Peki, ne olur? ÇHC, 1989’taki Tianenmen olaylarından büyük bir ders aldı. Hong Kong’ta sürmekte olan ekonomik yapıdan önemli ölçüde istifade ediyor. Hem bölgedeki ekonomik çıkarlarını korumak hem de tüm dünyaya mal satışını sürdürmek için asla kanlı olarak gösterileri bastırma yoluna başvurmaz! Taviz vermeyecek ama şiddet dışı yollarla taleplerini Hong Kong’lu muhaliflere kabul ettirmenin yollarını arayacaktır.
Hong Kong, Batı’nın Doğu’da bulduğu ikinci Ukrayna’dır. Nasıl Ukrayna üzerinden Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için çeşitli yollara başvurulduysa, Hong Kong üzerinden Çin’e yüklenmek için de art arda politikalar devreye sokulacaktır. Önümüzdeki günlerde Hong Kong ile ilgili haberleri okumaya hazır olalım!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr