Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) artık Türkiye için doğrudan tehdit olmaya başladı. BAE, zaten Türkiye’ye karşı kurulan bütün tuzaklarda önemli roller üstlenmişti. Hain darbe girişimine aktif olarak destek verdi. Türkiye’nin Batı Asya’daki bütün çıkar alanlarında ülkemiz aleyhinde örtülü faaliyetlerde bulunuyor. Suudi Arabistan, önceki dönemlerde Türkiye karşıtı faaliyetlerini gizli olarak sürdürüyordu. Ama Türk Hükümeti ile yakın ilişkiler içinde olmayı da ihmal etmiyordu. Ancak bu ülkedeki iç politik dengelerin değişmesi ve özellikle Muhammed bin Selman’ın Veliaht ilan edilmesi ile yeni bir dönem başladı. Türkiye’nin Katar krizindeki tutumu nedeniyle iki ülke arasındaki mesafe açıldı. Son olarak bütün bölgeyi ateşe atacak bir kriz/savaş planı çerçevesinde, Suudi Arabistan ve BAE tetikçi olmaya teşne görünüyorlar... ABD, İngiltere, İsrail ve hatta Fransa, kendi kanlı ve kirli çıkarları için Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’yi tepe tepe kullanmak için hazırlıklar yapıyor.
İLK VE ÖNCELİKLİ HEDEF
Suudi-BAE ikilisinin görünen ilk hedefi, Lübnan’da Şii Hizbullah ve kendi değerlendirmelerine göre İran’ın bu ülkede artan etkisini azaltmak! Tabii ki İsrail’in hedeflerini bu iki ülke ev ödevi olarak önlerine koymuş bulunuyor. Büyük bir olasılıkla Lübnan Başbakanı Saad Hariri baskı ve şantaj altında Hizbullah ve İran karşıtı açıklamaları yapmak zorunda kaldı. Ancak Lübnan yıllarca süren iç savaşlardan önemli dersler çıkarmış görünüyor. Lübnan’daki bütün aktörler Hariri’nin ülkesine dönmesi için çağrı yapıyor. Lübnan’da büyük bir bedel ve zahmetle kurulan iç politik dengeleri alt üst etmeyi hedefleyen şer cephesi, her zaman olduğu gibi kan ve kargaşa ile beslenmek istiyor. İleri sürülen koşullardan birisi de Hizbullah’ın silahtan arındırılması ve tüm silahların Lübnan ordusunun denetimine geçirilmesi! Böyle bir düşünce ilk bakışta uygun bir hareket tarzı olarak görülüyor. Ancak İsrail ile Lübnan, daha doğrusu Hizbullah arasında 11 yıl önce yaşanan çatışma (12 Temmuz-14 Ağustos 2006) bizi başka bir gerçek ile buluşturuyor. Hizbullah aradan çıktığı takdirde Lübnan, İsrail karşısında bütünüyle savunmasız kalıyor. Eğer o günlere geri dönersek, Lübnan ordusunun işgal ettiği mevzileri çatışmaya girmeksizin İsrail ordusuna terk ettiğini görürüz.
SOĞUKKANLI YAKLAŞIM
Lübnan’daki bütün etnik, dini ve mezhepsel gruplar İsrail karşıtlığında buluşuyor. Ama geçmiş dönemlere baktığımızda, emperyalist merkezlerin bir grubu diğerine karşı kullanma ve kışkırtma kozunu az ya da çok kullanabildiğini görüyoruz. Lübnan’da İsrail öne çıktığı takdirde gruplar yumruk gibi kenetlenir. Bu konu çok iyi bilindiği için senaryoda başrol oyunculuğu Suudi Arabistan’a verildi. Suudi Arabistan’ın Sünniliği ılımlı İslam’la buluşturarak, Hizbullah ve İran’ın karşısına çıkması ve böylece bir mezhepsel dinamitin fitilini ateşlemesi isteniyor...
Ayrıca önceki mandater devlet olan Fransa’nın tecrübesiz başkanı Macron, kendisini iktidara taşıyan güçlerin etkisi ile ülkesini Suudi Arabistan’a yaklaştırmaya başladı. Gerilim ve krizin figüranlar tarafından çıkarılması ve çıkan fırsatlardan İsrail’in faydalanması oyun planı içinde olabilir.
BÖLGE ÜLKELERİ VE AVRASYA LÜBNAN’IN YANINDA OLMALIDIR
Dışarıdan bakıldığında Lübnan oynanan oyunun farkındadır. İsrail lehine yapay bir kriz çıkarmak ve bu krizi tırmandırmak amacını Lübnan’daki bütün taraflar net olarak anlamıştır. Ancak bilindiği üzere şer cephesinin kirli senaryolarında ahlaki hiçbir kural yoktur. Bunlar için yalan, tertip, hile tuzak her şey mubahtır.
Bu çerçevede bölge ülkeleri Lübnan’a her türlü desteği vermelidir. Çünkü Şer Cephesi’nin hedefi tüm bölgeye yaymak üzere seçilmiş alanlarda yangın çıkarmaktır. Avrasya’nın ağır topları da Lübnan’ın yanında yer almalıdır. Batı Asya’da kaybeden Atlantik cephesine yeniden çıkış fırsatları verilmemelidir. Lübnan’ın dışında, Şer Cephesi’nin Gazze, Katar ve diğer bölgelere müdahale kapıları diplomasi ve kriz yönetimi yöntemleri uygulanarak birer birer kapatılmalıdır.
Amiral Soner Polat
ulusal.com.tr