Hasdal’da ayda bir kez yapılan açık görüş günlerinden birisiydi. Esir subaylar buruk bir mutluluk ve gizleyemedikleri bir heyecanla ailelerini bekliyordu. Çiçekler filizlenmeye, çimenler yeşermeye başlamıştı. Sert geçen kış yavaş yavaş bahara göz kırpmaya başlamıştı. Kafamı çevirince adeta havada uçan küçücük bir kız çocuğu gördüm. Küçük Ada, babası Saltuk Yüzbaşı’yı görür görmez çığlıklar atarak kendisini fırlatmıştı. Baba ile kızın o olağanüstü duygu yüklü kucaklaşması hayatımın en unutulmaz kesitlerinden birisi oldu. Dünyalar güzeli Ada’nın dramına tanık olan annem ve eşim, gözyaşlarını saklamaya çalışıyorlardı.
Yüzbaşı Baysal, bir Türk subayına, bir Türk denizcisine yakışır vakur ve olgunlukla kirli tertibi açığa çıkarmak üzere bütün gücüyle mücadele etti. Hasdal’da herkesin sevgi ve saygısını kazanan bu Türk subayı hâlâ şerefli ve onurlu mücadelesini sürdürüyor.
Bugün bu kahraman Yüzbaşı’nın Beşiktaş’taki “112’nci Sessiz Çığlık” eyleminde okunan mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum:
Ben Deniz Yüzbaşı Ekrem Saltuk BAYSAL.
Türk Silahlı Kuvvetlerini ve onun onurlu personelini Yüce Türk Milleti’nin gönlünden ayırmak maksadıyla; en namussuzca ve en aşağılık şekilde kurgulanan İstanbul Askeri Casusluk, Fuhuş ve Şantaj davasından dolayı Hasdal Cezaevinde 20 ay hapis yatmış genç bir subayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez, sivil bir savcı Harp Filosu Komutanlığı bağlısı bir fırkateyne girip kamaramın önüne geldiğinde, İhtisas Kursunu birincilikle bitirmiş Türk Donanması’nın Sancak Gemisi’nin tüm silah sistemlerinden sorumlu, meslek aşkı ile yanıp tutuşan bir subaydım.
Gözaltına alındığım gün, akşam haberlerde bizleri vatan haini olarak gösteren haberleri izlediğimde, sinirden dudaklarımı ısırıyor, İstiklal Madalyası sahibi ailemi, eşimi ve henüz iki yaşındaki Ada’mı düşünüyordum. Tutuklandım. Hayatında trafik cezası dahi almamış biri olarak ağır ceza mahkemesinde yargılanmaya başladım.
Ama ne yargılama;
Mahkemeye soruyorum: Beni başkasının evinden çıkan hard diskten dolayı yargılıyorsunuz ama ev için düzenlenen tutanakta böyle bir hard disk görünmüyor.
Cevap: Evde el konulan başka bir hard diskin içinden çıktı o. Yani matruşka hard disk! Tutukluluğun devamına.
3 ay sonra tekrar soruyorum: Üretici firma “hard diskler farklı model” diyor, inanmıyorsunuz. O zaman parmak izi DNA incelemesi talep ediyorum.
Cevap: Sağlıklı sonuç vermeyeceğinden reddine! Tutukluluğun devamına.
3 ay sonra yine soruyorum: Ben bir Türk subayıyım. Anamın, eşimin önünde beni fuhuşla suçluyorsunuz. Çağırın dijitallerde geçen bayanları, söylesinler kim kime fuhuş yaptırmış!
Cevap: Kadınların adresleri belli değil, adresleri belirlemek davayı uzatır, reddine, tutukluğun devamına.
Bu ve bunun gibi bir sürü trajikomik, adeta 1-2 tane daha sakıncalı piyade kitabı yazılabilecek olay.
Mahkemede yaptığım savunmamda da belirttiğim gibi: Biz Türk Subaylarının bu süreçte yapmaya çalıştığı şey, kendimizi savunmaktan öte, kumpasçıların ve bizlerin çocuklarına, yani geleceğimize “Nasıl adi bir çetenin komplosuyla uğraştığımızı, yalanlarını, sahteciliklerini, sehvenlerini nasıl tek tek ortaya çıkardığımızı, bu adi çeteye hizmet edenleri, yaptıklarına göz yumanları, bu uğurda vicdanlarını, mesleklerini, rütbelerini satanları nasıl tek tek itham ettiğimizi” mahkeme tutanaklarına, dolayısıyla tarihe not düşerek anlatmak olmuştur.
Umarım, çocuklarımız emperyalist güçlerin ve işbirlikçilerinin bu komploları ile yıkamadıkları güzel ülkemizde barış içinde yaşama şansını bir gün elde ederler. Geriye dönüp bu davaları incelediklerinde, şu anda da aşikâr olan mutlak gerçeği göreceklerdir. Ve o zaman suçsuzlar, gerçek suçlular ve hizmetçileri aynen Malta Sürgünlerinde, Bekir Ağa Bölüğünde olduğu gibi ortaya çıkacaktır.
Evet, bu süreç hayatımdan, sağlığımdan çok şeyler götürdü. Ancak bir o kadar da kazandırdıkları var. En önemlisi siz Türk Silahlı Kuvvetlerinin en değerli personeli ile omuz omuza mücadele etme onurunu elde ettim. Aynı onuru sizlerde benim için hissediyorsanız, bu benim için en büyük kazanımdır.
Kader Arkadaşlarım;
Haddim olmayarak sizlere “kader arkadaşlarım” diyorum.Çünkü hep beraber yaşadığımız bu aşağılık süreçte silah arkadaşlığı kavramı ağır yaralar aldı. Ancak bizler omuz omuza verdiğimiz bu amansız hukuk savaşında silah arkadaşlığından daha kadim olan kader arkadaşlığı mertebesine ulaştık ve bunun onurunu yaşıyoruz.
Üzgünüz, çünkü mevcut hukuki durum nedeniyle bedenen yanınızda yer alamıyoruz. Ancak sizler her fırsatta bizler için mücadele ediyorsunuz. Biliniz ki; bizler bedenen yanınızda yer alamasak da eşimiz, annemiz, babamız sizlerin yanında, sizlerle beraber.
11 aydır Anayasa Mahkemesinde bekleyen ve artık hem bizler hem ailelerimiz hem de çocuklarımız için zulme dönen bu süreç sona erdiğinde ve bizler özgür nefes aldığımızda cephemizdeki yerlerimizi alacağız, kuşkunuz olmasın. Saygılarımla,
Göğe yükselen görkemli adalet sarayları inşa ederek Adalet Tanrıçası Themis’i kandıramayız. Ne halde olduğumuzu bütün dünya biliyor! Bugün Saltuk Yüzbaşı gibi değerlerimize sahip çıkamazsak, yarın bizler için göğsünü siper eden insanlar bulamayız. Aslında mahkûm edilen bu şerefli 43 vatan evladı değil, bizleriz! Hukuk yurtseverliğe karşı bir sopa olarak kullanılamaz, kullanılmamalıdır! Türkiye, bütün kurum ve kuruluşları ile bu rezalete bir an önce son vermeli, Türk milleti de bu işin takipçisi olmalıdır.
Küçük Ada’yı Baba’sı ile buluşturmanın mutluluk ve onurunu doya doya yaşamalıyız…
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr