Her ne kadar genelde üretemediğimiz enerji ile yaşadığımız kayıp için söylenir olsa da, “Su akar Türk bakar” ibaresinin, sadece sulama ve de balıkçılığımızı değil, tarımsal ve hayvansal üretimimizi de kapsadığı kanaatindeyim.
Sulama ile verimli tarımsal üretim topraklarının artması, buna bağlı olarak da hayvancılığımızın da ova ve meralardaki yem bitkilerinin artması ile geliştiği net bir gerçektir.
Bu da akarsuların hem su ürünleri, hem de hayvancılığın gelişmesine büyük bir katkı sağlaması demektir. Buna bir de üç tarafına çevrilmiş (Karadeniz, Akdeniz, Ege) bir tane de içine yerleşmiş (Marmara) denizlerin özellikle kültür balıkçılığı yapılmasına olan elverişli ortamlarını eklediğiniz de, sanırım Türkiye için, “su ürünleri ve hayvansal üretim de Dünyanın bir numaraları arasında olmasa gerekiyor” ibaresini rahatlıkla kullanabiliriz.
Hele hele, son bir yılda su ürünleri ve hayvansal mamullerden elde ettiğimiz ihracat gelirinin 2,5 milyar doları aştığı da göz önüne getirildiğin de, “neden olmasın?” diye de sorabiliriz.
Kaldı ki, 2023 için bu sektörde 3 milyar dolarlık bir ihracat hacmine ulaşılmasının hedeflendiği ortada iken, 1 Nisan 2020-31 Mart 2021 arasındaki bir yıllık dönemde su ürünler ve hayvansal mamullerden elde edilen dövizin 2 milyar 523 milyon dolara çıkması buna bir yıl öncesinden aşılabileceğini de ortaya koymuştur.
Kovid salgını ile mücadelede su ürünleri ve hayvansal gıdaların özellikle bağışıklık sisteminin güçlenmesine yaptıkları katkının bilim adamları tarafından ortaya konması ile günümüzde bunlara olan talep artmıştır. Dolayısıyla bu üretim ve ihracat kalemine 2-3 yıl öncesi tahminlerin üzerinde bir talep gelmiştir, gelmektedir.
Bu durumda Türkiye sahip olduğu imkânların avantajını çok iyi değerlendirerek 2035 için hedeflediği 7,5 milyar dolarlık ihracatın bile çok çok üzerine çıkabilmelidir. Ancak bu noktada tüm sektörler için geçerli olan planlı, projeleri, istikrarlı ve sürdürülebilir üretim ve ihracat politikaları yapılmalı ve her ne olursa olsun bunlardan asla taviz verilmemelidir. Yani kısacası elimizde önümüzdeki yıllar için, kısa, orta ve uzun vadeli yol haritaları olmalıdır.
Bugüne kadar ve hatta mevcut tablo içinde, üç tarafı denizlerle çevrili, içinde sayamayacağımız kadar gölleri, nehirleri, ırmakları, dereleri, çayları olan, bunların etrafına yayılmış ovaları bulunan, meraları, dağları, yayları hiç de az olmayan bir ülke olarak doğal zenginliklerimizi yeteri ölçüde değerlendiremediğimiz ortadır.
Ancak gelinen nokta, yapamadıklarımıza takılıp kalma yerine, sahip olduklarımızı bundan sonra en verimli şekilde nasıl kullanıp, en kaliteli ürünleri nasıl üretip, dünya pazarlarında nasıl daha fazla söz sahibi olarak, bundan 10 milyarlarca dolar döviz kazanma üzerine kurma olmalıdır.
Tıpkı bir numaralı tarımsal ihraç ürünümüz fındık gibi, net ve kemiksiz ihracat ile döviz kazandıran su ürünleri ve hayvansal mamul üretimimizi arttırmalıyız. Bunun için de öncelikle tarım arazileri koruma altına alınmalı, miras hukukunda düzenlemeler yapılarak bunların bölünüp parçalanarak geçindirmez hale gelmesinin önü tıkanmalıdır. Sahip olduğumuz akarsu kaynakları ile denizlerimiz azami düzeyde rantabl kullanılarak, bugün büyük kısmı ihraç edilen kültür balıkçılığımız katlanarak arttırılmalıdır.
Ancak, kazanma, kalkınma ve zenginleşmenin tek yolunun üretimden geçtiğini asla bir kenara koymamamız, dahası ekonomide en fazla desteği bu alana vermeliyiz. Özellikle devlet başta ihracata yönelik üretilen ürünler olmak üzere, dünya halklarının ihtiyaç duyduğu alanlardaki yatırımları özendirmeli, teşvik etmeli, kaynaklarının azamisini tahsis etmelidir.
Sularımız için, “Su akar Türk Bakar”, ovalarımız ve meralarımız için, “kendi haline bırakılmış topraklar” şeklinde kullanılan ibareleri, ifadeleri artık lügatımızdan kaldırmak, gündemimizden çıkarmak, kısacası yanlıştan hemen dönmek zorundayız. Yoksa “aynı hamam aynı tas” mantığı ile hareket edersek, daha çok zor duruma düşer, düştüğümüzde de kabahati kendimizde arama yerine, “dış güçler, içtekiler, onlar-bunlar” bahanesi ile kendi kendimizi kandırmaya devam ederiz.
Türkiye’nin artık kandırmaya, kandırılmaya değil, çok çalışıp, çok üretip, çok satıp, çok kazanmaya ihtiyacı var.