Uzun zamandır gündemdeki yerini koruyan tartışması ve ekonomik gerçeklere rağmen faiz düşüşündeki ısrar nedeniyle gözler Merkez Bankası’ndaydı. Nitekim baskı bir gün öncesinde Cumhurbaşkanı, kararın açıklanacağı gün de Başdanışman Bülent Gedikli’den geldi.
Talep faizdeki düşüşün devamı yönündeydi. Fakat herkes biliyordu ki faiz düşüşü için sınır kalmadığı gibi, Merkez Bankası’nın kararları piyasada etki etmediğinden, itibarı da tehlikeye girmişti.
Artan dolar kuruna nakdi müdahale için 19 milyar doları ve 14 milyar dolarlık da altını olan Merkez’in tek silahı faizdi. Nitekim silahını çekti, ateş etti ve dolarda gevşeme başladı. Hamle kısa vade çözümü için doğruydu.
Fakat aynı saatlerde bir başka tartışma alanı olan Avrupa Parlamentosu’ndan çıkan, AB sürecini dondurma kararı; Merkez Bankası hamlesinin sonuç vermesine olanak tanımadan Türkiye’yi ters köşeye yatırdı.
Dolar rekor üstüne rekor kırarken, uçak krizin yıldönümünde sabah saatlerinde Suriye’den gelen şehit haberleri ve Adana’daki patlama neredeyse ikinci planda kaldı. Önümüzdeki süreçte FED’in faiz arttırmasıyla birlikte yeni bir dalganın da geleceği ihtimalini düşünürsek, sakinleşip bir durum analizi yapmak gerekiyor.
Öncelikle şu ‘lobi masalı’ meselesinin arkasından çıkmalıyız. Etkili değil midir; elbette etkilidir. Fakat bağırıp çağırarak ya da karşımızdakileri suçlayarak bir sonuç almamız mümkün gözükmüyor. İki gün öncesine kadar AB’ye rest çekerken, kararın ardından ‘Kapıkule’den giremez, bunu tanımıyoruz’ demek birbiriyle uyuşan bir görüntü değil.
Madem tavır ‘geç bile kaldınız’ noktasındaydı; neden bu kadar infial yaratılıyor? Ortaya çıkan manzara, her şeyin ötesinde süreç okumayı beceremeyen danışmanlar fiyaskosudur. Şimdi fotoğrafı ortaya koyup, geçip karşısına düşünmemiz gereken bir noktadayız.
Bir tarafta geleceğin jeopolitik gerçekleri doğrultusunda Asya kökenli bir yapının içerisinde olma arzumuz, diğer tarafta iktisadi açmazlarımız. Anlaşılan o ki, Türkiye Rusya kavgasından da gereken dersi çıkaramamış.
Bir tarafla barışıyor olmanız, diğer tarafla kavga etmeniz anlamına gelmemeli. Sadece samimi, dik, tutarlı ve net bir duruşunuz olması gerekiyor. Bunun olamayacağını düşünüyorsanız hem AB’nin lokomotifi olan, hem de Rusya ile ilişki kuran Almanya’yı, Çin ile ortak yatırım fonu kuran Fransa’yı da mı görmüyorsunuz?
Boş efelenmek yerine, tekrar hakkını hakka uygun bir duruşla savunan, ilkeli bir ülke haline dönmeliyiz. AB sürecini tartışalım; sınırımızda yaşananları tartışalım; samimiyetsiz davranışları tartışalım ama tüm bunlar kavga etmek anlamına gelmez.
Şöyle anlatayım. Son dönemin en dramatik krizini Rusya ile yaşadık. Uçak düştükten sonra ilk olarak NATO’ya koşmak yerine, Rus muhataplarımızla konuşsaydık; sorun büyür müydü? Şimdi aynı fotoğraf AB için geçerli.
Boş kahramanlıklar yapmak yerine, pazar kaybetme, cephe yaratma, yeni bir finans açmazı doğurma lüksümüzün olmadığını bilerek tezlerimizi savunmalıyız. Önce ateş edip, sonra nişan almaktan ne zaman vazgeçeceğiz.
İlla birilerine ilişip gelecek yaratmak zorunda değiliz. Bağımsız bir karakter içinde net bir duruş sergilemek, aklı öne alıp, basiretli davranmak yeterli. Atatürk’ün paktlar politikasını tekrar okuması gereken siyasetçi profilimiz var. İktidarından muhalefetine ders çalışmadan sınıf geçmek istiyorlar. Bu mümkün değil.
Sonuçta kararınız, tercihiniz ne olursa olsun; ata mirası aklınızı kullanın; çünkü takıntılarınız her seferinde kendi kalemize gol oluyor. AB ile verilen söze kanıp atılan imzalar; tüketimle büyüyeceğini düşünen yapı; paralel ilişkiler, Esad takıntısı; Rusya ile kavga; kumpas kabulüyle sonuçlanan süreçler... Daha sayayım mı? Pardon demediğiniz ne kaldı?
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr