Senarist bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Aklında yeni bir dizi projesi vardı. Yalnız tutup tutmayacağı konusunda endişelerini de dile getirmekten kendini alamıyordu. Biraz bahsetmesini istedim. ‘Çok hayatın içinden izlenimi versin’ istiyorum deyip, devam etti.
Senaryo bir şehirdeki hayatı anlatıyordu. Uç karakterler yaratarak diziyi duygu fırtınası içinde reyting rekorlarına koşturmak istiyordu dostum. Mesela şehrin en tepesine astığım astık, kestiğim kestik bir belediye başkanı oturtacaktı.
Yaşayanların çoğu hayatlarını borçla idame ettirecek, bu nedenle de şehirde rüşvetten, her türlü illegaliteye kadar çeşitli olaylar yaşanacaktı. Belediye meclisindeki temsilcilerin sayılarına yakın yolsuzluk ve benzeri dosyaları olacaktı. Kıyamet gibi bir yer anlayacağınız.
Fakirlik, batık insanlar o kadar bu şehrin gerçeği olacaktı ki, ilde 10 bin hayat kadını resmen çalışabilmek için vesika sırası bekleyecekti. İlin yaklaşık yüzde 15’i yatağa aç girecek, vitrinlerin doluluğuna inat, halkın genelinde para olmayacaktı. Orada da şehir bankacıları devreye girecek, herkesin cebine kart koyup, kredi açacak, sonra da ellerinde ne var ne yok hepsini alacaktı.
Bir de şehrin varoşlarının altını çizmek istiyordu. Orada isyan etmiş bir iki mafyöz tip yaratıp, bölgeyi terörize etmelerini sağlayacak, ama polisin girmesini engelleyecekti. İş o kadar çığırından çıkacaktı ki, belediye başkanı ‘görüşen şerefsizdir’ deyip, kapalı kapılar ardında bu adamlarla pazarlığa oturacaktı.
Emlak mafyası bir yandan, bankalar bir yandan insanların varını yoğunu sömürürken zenginleşecek, arazileri kapatacak, onları sorunlu bölgelere sürüp, en iyi yerleri başka şehirlerden gelenlere satacaktı. Tüm bunlar yaşanırken isyan çıkmasın diye, çok konuşanlar hapsedilecek, dinlenecek, adaletten falan bahsedenlerin evi yurdu basılacak, mırın kırın edene de en sertinden fırça çekilecekti.
Elbette tüm bunları genele doğru anlatabilmek için şehir medyası kurulacak ama belediye başkanı ne isterse onu yazacak ve konuşacaktı. Sokaklar kapkaçtan soyguna, tecavüzden gaspa kadar tüm suçların kol gezdiği bir hal alacak, buna isyan eden, adalet, eşitlik, insanca hayat ve iş isteyenler biber gazıyla beslenecekti. Ama arkadaşım insaflıydı. Senaryoya göre biber gazı zarar vermeyecekti.
Yüreğim yetmedi. ‘Dur’ diye çıkıştım; ‘dur’ anlatma. ‘Bu kadar berbat bir yaşam insanları karamsarlığa sürükler, ben izlemek istemem ama en az izleyicinin yarısını kaparsın’ dedim. Arkadaşımın aklına yatmıştı. Tam parmaklarını bilgisayarın tuşlarına götürdü ki, önünde açık olan internet sitesine bir haber düştü.
“Başbakan Erdoğan, Muhteşem Yüzyıl dizisini eleştirdi, ‘Biz öyle bir Kanuni, öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Dizinin yönetmenlerini kınıyorum. Yargı gerekli kararı vermeli’ dedi.”
Haberi gösterip, ‘yasak gelir mi sence’ diye sordu. ‘Bilmem’ deyip devam ettim. ‘Ama bence senin diziye de kınama gelir.’ ‘Tutar mı’ dedi. ‘Yarın yazıma konu edip okura sorarım’ diye söz verdim. Şimdi sözümü tutuyorum: Sizce bu dizi tutar mı?
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr