Hani bir deyim vardır ya ‘kraldan çok kralcı olmak’ diye; işte Türkiye’de yaşanan tam da bu. Başarılı ekonomi ve dış politika palavralarının alenen ortada durduğu bir ülkede, eğer gerçeği söylemesi gereken medya vıcık vıcık yağ çekiyorsa; muhatap da bundan cesaret alıp coşuyorsa yapacak bir şey kalmıyor.
Birileri kendi yalanına inanırken, başkalarının da doğruyu söylemesine tahammül edemiyor. Var olanı hazmedemeden, anlayamadan yeni kavramlarıyla ortaya çıkanların ve ona ‘padişahım çok yaşa’ kıvamında methiye düzenlerin acınacak halleri orta oyunu tadında ekranlarda...
Oysa başarılı ekonomi palavralarının sıkıldığı o gün, sağlıkta katkı paylarına yüzde 100 zam geliyor; dört kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 175, yoksulluk sınırı 3 bin 826 TL olarak açıklanıyor. Üstelik asgari ücretin net 891 TL olduğu ülkede...
Aynı ülkenin Merkez Bankası gıda enflasyonundan şikâyet ediyor; ama vatandaşın pazar enflasyonunu yok sayıyor. Merkez Bankası’nın döviz rezervi 868 milyon dolar azalıyor; dolardaki oynaklık dış etkenlere bağlanıyor.
JP Morgan Türkiye’ye yatırım tavsiyesini nötral’e düşürüyor; minibüs ve taksi fiyatlarına zam geliyor. İster makro, isterse mikro bazda, nereden bakarsanız bakın, gaz sıkışmasının pis kokusu burun direğini kırıyor; ama bazıları sen, ben, bizim oğlan kutlama yapıyor.
Üstelik seçilmişliğini o kadar çok vurguluyor ki, insanın aklına ‘içine sinmeyen ne’ diye sormak düşüyor. Velhasıl kelam lafı çok uzatmaya gerek yok. Kendinden başkasını tanımadan o koltuğa oturanlara, belki çok sevdikleri bir Kayserili yakında fıkra anlatır:
“Padişahın biri ‘bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim’ demiş. Yalancılar hemen saraya koşup başlamışlar yalana ve almışlar yanıtlarını:
- Bir kuş aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, aslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabi.
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar.
- Ülkenin kralı pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa kral odur tabi.
- Padişahım ben gökyüzüne bir ok attım; altı ay sonra geri döndü.
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp, yere inmiştir.
Böylece padişah her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha ‘bu yalandır’ dedirtememiş. Fıkra bu ya; bir gün Kayserili çıkagelmiş.
- Padişahım! Sen benim babamdan bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver; yalan değil dersen borcunu öde.”
Kayserili bu, ne yapacağı belli olmaz. Vıcık vıcık yağ çekenler düşünsün. Millete ise zaten sadece ve sadece faturayı ödemek düşüyor. Niye mi? Yanıtını bir atasözüyle verelim: Zengin arabasını dağdan aşırır; züğürt düz ovada yolunu şaşırır.