Ülkedeki çalışma barışı çok uzun zamandır bozulmuş durumda… Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hakem olmaktan vazgeçip, taraf olmasıyla doruğa çıkan barışsızlık ortamı, ilişkileri ve diyaloğu da önemli ölçüde hasarlı hale getirdi.
İşveren ile çalışanların arasındaki uçurumun artması, resmi rakamların ortaya koyduğu ile gerçek hayattaki maliyetlerin uyuşmaması, hem işvereni, hem de çalışanı köşeye sıkıştırdı. Aynı durumu memur - kamu ilişkisinde de görüyorsunuz.
Hızla artan hak kayıpları, fayda/maliyet hesabı yapılmaksızın işçinin gider olarak kabul edilmesi, verimlilikten köle gibi çalıştırma, tasarruftan da işçi çıkarmanın geçerli kabuller haline dönüşmesi durumu tam bir kaosa soktu. Sosyal güvenlik sistemi rezaleti ise başlı başına bir konu…
Elbette bunda sendikaların sararması ile, diyalog ortamının iktidarın kontrolüne girerek sabote edilmesi, yandaş medya gibi yandaş kurumlar yaratılması da son derece etken. Yani ortada bozulan bir barış varsa, bunda işveren ve işçi tarafındaki temsilcilerin, iktidar trenine binmesinin çok büyük rolü var.
Nitekim anayasa suçu işlenerek yıllardır toplanamayan Ekonomik Sosyal Konsey’in son toplantısında, zamanın DİSK Başkanı, bugünün milletvekili Süleyman Çelebi’nin ayağa kalkarak, ‘Burası sorunları tartışacağımız yer değilse ve bizi aklınızdakileri kayıtsız şartsız onaylamak için çağırdıysanız, burada yerimiz yok’ mealinden sözlerle salonu terk etmesi, kral çıplak demenin ve dökülen ilk boyanın habercisiydi.
Şimdi her şeye rağmen bir diyalog ortamı oluşturuldu ve Çalışma Meclisi toplandı. Bozulan barışın her iki kesim de farkında olmalı ki, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, bir taşeron işçisinin sorununu dile getirmesi üzerine jest yaptı.
İşçiden kürseye gelerek sorunlarını anlatmasını istedi. Önümüzdeki döneme ilişkin çalışma barışı adına son derece önemli bir hareketti. Nitekim işçi de gelip derdini anlattı.
“Yatlarınız, katlarınız yetsin artık; biraz da biz kazanalım, paramız olsun ki; sizin sattıklarınızı alabilelim” dedi ve ardından da Bakan Faruk Çelik’e seslendi: “Buyurun asgari ücretle bir ay siz geçinin.”
İşte barış adına ikinci hareket buydu. İşçinin açık yüreklilikle durumu kürsüden anlatması. Üçüncü hamle de gecikmedi. Kutadgobilik işçinin çalışma koşullarına ilişkin sözlerine katıldığını belirterek, tekrar kürsüye geçti ve konuşmasını tamamladı.
Peki sonra ne oldu? Bakan Çelik söz istedi ve bir çuval inciri, Başbakanvari bir yaklaşımla mahvetti: “Burası slogan atma yeri değil. Kimse kimsenin sözünü alamaz.” Oysa iki taraf arasında uzatılan bir el vardı ve Bakan bu ortamı sabote etti.
Ardından da devam etti: “Ben asgari ücretle geçinilebilir, demedim. Asgari ücret geçim ücreti değil, işçiyi koruma ücretidir, dedim. Sözleri yarım yamalak alıp, farklı yerlere çekmeyin.”
Oysa o salondaki herkes de, bakan da biliyordu ki, asgari ücretle geçinebileceğini söylemişti. Üstelik bir canlı yayında… Fakat bundan da önemlisi, sıkıştığında agresifleşen tutum… İşte Türkiye’yi de, çalışma barışını da, iç ve dış barışı da bu ‘her şeyi ben biliyorum’ tavrı harap etti.
Çalışma Meclisi, sorunları konuşmak üzere toplandı; barış için karşılıklı jestlerle adım atıldı ve Bakan, tam da bu iktidara yakışan bir tavırla tüm boyaları döktü. Hasarlı bina da ortaya çıktı. Anlaşıldı ki, bu toplantının da amacı, durum değerlendirmesi yapmak, fikir almak değil, aklındakini dikte etmekti. Çok yazık…
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr