Son dönemde Türkiye’nin diline pelesenk olan bir kelime; inovasyon… Bu konuda ihracatçılar özel haftalar düzenliyor; toplantılarda bu konunun üzerinde duruluyor ve bir bilinç oluşturulmaya çalışılıyor.
Devletin de bu alanda sunduğu teşvikler var. Alabilen var mı; nasıl sonuçlar doğuruyor tartışılır. Elbette destekleniyor olması güzel ama inovasyon denilen, aslında yenilikçilik olan bu kavram sadece parayla başarılacak bir şey değil.
Üretim mantığının yaşam mücadelesi verdiği bir ülkemin, katma değerli üretime ulaşmasında büyük zorluklar var. Fakat her şeye rağmen istenirse doğru bir yapılanma, bilim temelli çalışmalarla bu başarılabilir.
Getirisi katma değer olan inovasyon denilen sihirli kelime, bir bakış açısı, hayata yaklaşım biçimidir. Bunun en güzel örneklerinden birini geçtiğimiz hafta İzmir’de gerçekleşen güvenilir ürün arayışı ile ilgili toplantıda biraraya geldiğimiz bir isimde gördüm.
Toplantı öncesi bir süre sohbet etme fırsatı bulduğumuz Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in anlattıkları, istenirse neler yapılabileceğinin göstergesiydi. Soyer, jeotermal enerjiyle kuruttukları mandalinayı, kooperatif yapılanmasıyla oluşturdukları yapıyla ihraç ettiklerini anlattı.
Bu sayede ağaçta 50 kuruş olan ürünün değerini 5 kat arttırmayı başardılar. Romanya ve Polonya’ya satılan ürünün en büyük alıcısı Kazakistan haline gelmiş durumda. Tunç Soyer bu sayede satılamayan, tarlada kalan ürün kavramını ortadan kaldırdıklarını söyledi.
Daha önce rüzgar ve güneş enerjisine yaptıkları yatırımlarla dikkatimi çeken bu yörede yapılan işler ,bununla da sınırlı değil. Soyer, 500 yaşın üzerindeki zeytin ağaçlarını klasik yöntemlerle sıktıklarını ve analizlerde halen sağlıklı ürün özelliğini koruduğunu gördüklerini de anlattı. Katma değer mi istiyorsunuz?
Bakın Seferihisar Belediye Başkanı onun da yanıtını verdi: “Bin TL’lik ağacın yarım litrelik ürününü bin 200 TL’ye sattık.” Yetmemiş karakılçık buğdayı üzerinde de çalışmalar yaptıklarını anlattı.
Lokal bir alanda 4 yıllık bir çalışma sonucunda bin yıllık bir lezzeti yakaladıklarını söyleyen Soyer, eski bir taş değirmende öğüttükleri ve geleneksel fırında pişirdikleri ekmeği 20 TL’den satmalarından bahsetti. Seneye 113 dönüme çıkarılacak çalışma sahalarında daha çok ürün alacaklarından söz etti.
Bundan da görülüyor ki inovasyon için öyle büyük laboratuvarlara ya da paralara ihtiyacınız yok. En azından bunlar tek başına yetmiyor. Bilim ise sadece kimya alanının ya da otomotiv sektörünün konusu değil.
Bir tarım cenneti olan bu topraklarda rahatlıkla tarım sektöründe de katma değeri yakalamanız mümkün. Stratejik tercihlerde bulunulması ve tarım politikalarının yeniden şekillenmesi gerektiğini anlatan Tunç Soyer’in dikkat çektiği bir mesele daha var.
“Kentlinin sofrasıyla köylünün tarlası arasındaki bağ zayıflarsa, yoksulluk doğuyor” diyen Soyer, küçük üreticinin yaşam bulduğu bir tarım politikası oluşturulması gereğinin altını çizdi.
Sohbetimiz sırasında sordu: “Ne oldu da samanı ithal ettik?” Bunların yanlış tercihlerin sonucu olduğunu anlatan Soyer, bunları değiştirmenin mümkün olduğundan bahsederek “Tarla, su ve güneş orada duruyor. Bu toprağa sahip çıkarsanız karşılığını veriyor. Küçük üreticiyi kalkındırırsak, güvenilir gıdaya da ulaşırız” dedi.
Sadece bu örnek bile bana bir kez daha gösterdi ki, gerçekten ülkem ‘varlık içinde yokluk’ çekiyor. Bunu da yanlış ekonomik tercihleri nedeniyle yaşıyor. Tekrar başa dönersek, inovasyon güzel, katma değer hedef ama buna milyon dolarlık yatırımdan ya da teşviklerden önce, değiştirmemiz gereken bakış açımızla ulaşabiliriz.
Çetin Ünsalan