2016 yılında, ‘ne bekliyor’ temalı yazı dizimizin dördüncü ve son bölümünün muhatabı vatandaş… Çalışanından işverenine, işçisinden esnafına, memurundan işsizine kadar bu ülkede dolaylı vergilerle soyulan, ülkenin en büyük vergi rekortmeni olan, ama asla hesap soramayan vatandaş…
Yılın bu son yazısında ve 2016 senesine ‘merhaba’ demeye hazırlandığımız saatlerde çok umut dolu bir analiz yapmak isterdim. Ama ne yazık ki dünya ve Türkiye ekonomisine yönelik beklentilere bakıp, bunun reel sektöre yansımalarını tüm çıplaklığıyla okuduğunuzda, hoş şeyler söylemek yerine, gerçeği paylaşmak daha doğru geliyor.
Türk insanını gelecek yıl bekleyen en önemli başlık, ödeme ve tahsilât problemleri ile işsizlik olacak. Firmaların sıkışmasına paralel bozulan ödeme sistemi ve karşılıksız sayısındaki artış, maaşlardan banka borçlarının ödenmesine kadar paranın daraldığı dönemde en önemli gündemimiz olacak.
Bir yandan dışta kaynak bulamayıp vergileri arttırmak zorunda kalacak bir ekonomi yönetimi, öte tarafta bin 300 TL’lik asgari ücretle alım gücünü daha da yitirecek, belki de işsiz kalacak bir toplum yapısını karşılayacağız.
Esasen sıradan bir Türk vatandaşı ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik durumu birbirine paralel bir fotoğraf veriyor. Büyük bir para sıkıntısı, hayatını idame ettirmek için ihtiyaç duyduğu borçlanma, gelirinin giderini karşılayamaması ve kredibilitesi bozuldukça yeni para bulmakta ortaya çıkan sıkıntı. İktidar ekstradan bir de evdeki televizyonu, buzdolabını satıyor ve salma vergi çıkarıyor.
Dünyadaki gelişmelere paralel ve 13 yıllık miras yedi anlayışı içerisinde vatandaşı bu seneden başlayarak karşılayan süreç, faturanın ödenmesi kulvarıdır. Gerek kendi hayatında, gerekse de ülke ekonomisinde yapılan yanlışların bedeli artık daha çok karşısına çıkacak.
Üretim ekonomisinin kemiklerinin kırılması ise, resmi rakamların çok üzerinde olan işsizliği tetiklerken, asgari ücretin kaç TL olduğunun da çok anlamı kalmayacak. Esasen zor bir sürece giriyoruz.
Her zaman mukayese edilen 2001 yılından daha borçlu bir vatandaş ve reel sektör; Türkiye’nin bugün elindeki en büyük açmazıdır. Çünkü bunlar aynı zamanda olası bir krizden çıkabilmek noktasında da, bizim toplumumuz için en büyük güvencedir.
Artık herkes borçlu olduğundan aile içi dayanışma olanağının kalmadığı ve firmaların işlerini döndüremediği bir ortamdayız. Çünkü geçtiğimiz 13 yıl boyunca ikisini de borçlandırıp, rekabet edemez, yaşayamaz ya da kredi ile yaşadığını zanneder hale getirdik.
Bugün için ise yapılacak tek şey, şucu ya da bucu olmadan, herkesin aynı tarafta olduğunun farkına varıp, borçları mümkün mertebe azaltıp, sıkıntının etkilerini yumuşatmak ve süreç sonunda daha çok insanı ve firmayı ayakta tutmaya çalışmak olmalıdır.
Gerçekler acıdır ve insanlar kabul etmekte zorluk çeker. Ama yarın daha büyük sıkıntılar yaşamamak için doğruyu bilin ve yine birbirinize sarılmanın yollarını arayın. Çünkü bu açmazdan ancak birlikte çıkabiliriz.
Umudunu İstiklâl Harbi vermiş bir Millet’in temellerinden alan, Ömer Seyfettin’in Diyet hikâyesindeki gibi bedel kabullenen ve Atatürk’ün iktisadi bağımsızlık olmadan, tam bağımsızlık olamaz sözünü özümseyen bir toplumun yaratılması dileğiyle, mutlu yıllar Türkiye…
Çetin Ünsalan