Sahte övünmelerin içinde, koca bir gürültünün gölgesinde, saçma sapan gündemleri ve tartışmaları kendine konu etmiş, itişen kakışan bir ülke haline geldik. Sadece bu hale dönüşsek iyi; aynı zamanda dünyanın da kendi etrafımızda döndüğünü zannediyoruz.
En önemli başlığımız ve hedefimiz ne? İhracat… Sürekli Cumhuriyet tarihinin ihracat rakamlarını geride bırakmakla övünüyoruz. Topu topu 190 milyar doları bulmayan rakamımızla, aslında dış ticaret açığı veren yapımızla sadece kendimizi kandırıyoruz.
Madem ki söz konusu olan ihracat; şimdi size bir ülke örneği vereyim. Dış ticaretimiz toplamda 1,7 milyar dolar ile 2 milyar dolar arasında gidip geliyor. Üstelik dış ticaret fazlası veriyoruz. Yaklaşık 1 milyar dolar ihracatımız, 800 milyon dolar düzeyinde de ithalatımız var.
Yüzde 65 dolayında tekstil ve tekstil ürünleri ile otomobil yedek parçası satıp, devir cevheri, makine parçaları ve enzimler satın alıyoruz. Şimdi bizdeki kafayla bakarsak Danimarka kim? Sadece bir pazar.
Ama araştırmalara göre dünyanın en mutlu ülkeler sıralandığında sürekli ilk 3’te yer alan bu ülkeden çıkarılacak dersler var. Çok küçük bir yüzölçümüne sahip ve potansiyel bakımından bizimle mukayese edilmeyecek nitelikleri bulunuyor. Peki sonuç ne?
Tarihi boyunca kişi başına gelirde 10 bin doları bulamamış, bulduğu sahte rakamda dahi tutunamamış Türkiye, bu denli büyük bir potansiyel ve stratejik konumuna rağmen niye Danimarka olamıyor? İşte bunun yanıtını Ekonomi Gazetecileri Derneği olarak bir araya geldiğimiz DEİK / Türkiye – Danimarka İş Konseyi Başkanı Emrah İnce’nin anlatımlarından çıkarmak mümkün oldu.
Başkan İnce sadece fotoğrafı çekti; verdiği bilgilerin karşılığında mukayeseyi de ben yapayım. Mesela hep nüfus olarak kalabalık olmakla övünüyoruz. Oysa 5,8 milyon nüfusa sahip bu ülkenin kişi başına milli geliri 60 bin dolar…
Örneğin yıllardır tarımın, çıkılması ve terk edilmesi gereken bir sektör olduğu anlatıldı. Bakmayın şimdi pandemi nedeniyle laf olarak önem atfedilmesine… Halen göstermelik bir yaklaşım içindeyiz.
Oysa kişi başına 60 bin dolar geliri yakalayan Danimarka’nın yüzölçümünün yüzde 65’ini tarıma ayırdığını biliyor muydunuz? Peki tarımla mı yetinmişler? Bunun kadar yenilenebilir enerji, biyoteknoloji, sağlık ve enerji verimliliği konusunda da öne çıkıyorlar. Bitmedi… Dron ve robot teknolojileri ile dijitalleşme yolculuğunda öne çıkıyorlar.
Bu kadar mı zannediyorsunuz? Yeşil mutabakat yolculuğunu bir uyum değil, hizmet olarak sunabilecekleri bir alan haline getirmenin peşindeler.
Hepinizin malumu bizde sendikal hareketler, çalışan hakları bir engel olarak görülür. En azından son yıllarda… Bunların reel sektörün gelişimini engellediği iddia edilir. Oysa İzmir İktisat Kongresi’nin en kritik maddelerinden biri olduğu hep unutulur. Sonraki gelişmeyi ve ‘grev işini hallettik’ açıklamasını hatırlatırım.
Hadi bir ezber de buradan bozalım. Danimarka’da sendikalaşma oranı ne biliyor musunuz? Yüzde 80… Demek ki sendikal yapılanmalar sorun değilmiş. Yine bizde bir markalaşma hikayesi sürüp gidiyor. Yıllardır adı var kendi yok bir yolculuk içindeyiz; ama dünya çapında tek bir marka yaratamadık.
Bu tarım konuşan, sendikal hakları sunan, kişi başına gelirde 60 bin doları yakalamış ülkenin 10’a yakın dünya çapında markası bulunuyor. Demek ki neymiş? Eğer hayata bakış açınız sorunluysa, para vererek marka yaratamıyormuşsunuz.
Peki sırrı ne? Ülkenin tamamen inovasyon ve Ar-Ge üzerine kurgulanmış olması sizin için bir anlam ifade ediyor mu? ‘Üretmek çok kıymetli, ama üretim fetişizmi yapmayın, neyi niye ürettiğimizi bulalım’ diye ısrarla yazıp çizip anlatırken tam da dile getirmek istediğim buydu.
Firma yapılarına bakıyorsunuz; herkesin gemisini kurtaran kaptan olduğu bir ülke değil. Topluca değeri arttırmak üzerine kurgulandıklarını görüyorsunuz. Herkes bir Ar-Ge merkezi kurmuyor mesela; biri bu merkez üzerine çalışıyorsa, diğeri pazarlamaya odaklanıyor. Sonuçta birlikte güç birliği içinde yol alıyorlar. Yani konsantreler ve birbirlerini rakip olarak değil, partner olarak görüyorlar.
Bizde sorun olarak görülen STK’lara da göz atalım. Çünkü Danimarka’da ekonomi yapılanması içinde STK’ların ve kooperatifleşmenin sonuç verdiği bir sistem kurulduğu gözleniyor.
Hadi bir ezber daha bozalım. Bizde insanları fazladan çalıştırırsınız, genellikle mesai ücreti vermezsiniz ve işi olmasını da bir lütuf olarak sunarsınız. Açlık seviyesindeki asgari ücret zaten bu yaklaşımın sonucu.
Peki Danimarka’da, yani zenginleşmiş ve mutlu insanların ülkesinde durum ne? Sadece haftada 37 saat çalışıyorlar. Ama sonuç odaklılar ve zamanı iyi kullanıyorlar. Yani mesela bitmek bilmeyen toplantılar onlarda yok. Demek ki insanları çok çalıştırarak zenginleşeceğini zannetmek de fiyasko niteliğinde bir yaklaşım.
Günün sonunda bu ülkeden çıkarılacak çok ders var. Sadece tarımı önemsemeleri, robot teknolojisinde dikkat çekmeleriyle değil. Kalabalık ile insan kaynağını ayırdıkları, insan odaklı yönetim modeli kurdukları, ortak kaderde birleşmeyi doğru algıladıkları için…
Sonuç mu? 84 milyon Türkiye’nin çalışma yaşamında olan kişi sayısı nüfusunun üçte biri… İşsizlik rakamlarının gerçeği yansıtmadığını biliyoruz; ama gerçek bile olsa tablo bu. Peki Danimarka’da durum ne?
Nüfusun yüzde 65 – 70’i üretime katkı sağlıyor. Siz daha ‘devlet herkese iş bulmak zorunda değil’ söylemlerini dinleyin. Devlet elbette herkese iş sağlamak zorunda değil, ama istihdam ortamı yaratmak zorunda.
Bir daha biri sizden iş istediğinde yutkunup, Danimarka’yı düşünün. E bir de dip not: Gördüğünüz gibi kimsenin bizi kıskandığı falan da yok.