Belki henüz tam olarak anlaşılmadı ama Doğan Medya Grubu’nun el değiştirmesi Türkiye’nin demokrasi yolculuğundaki kırılma noktalarından birisidir. Bu grubun iktidara sadakat konusunda fıkralara konu olan Demirören ailesine devri ise yaklaşan fırtınanın habercisidir. Her türlü demokraside dördüncü kuvvet olarak nitelenen basın Türkiye’de fiilen yok olma sürecine girmiştir. Bir ülkede yazılı ve görsel basının yüzde 95’i iktidarın güdümünde ise o ülkede gerçek anlamda basın yoktur. Özgür basın yoksa demokrasinin sadece adı vardır.
NİÇİN BEYAZ BAYRAK?
Doğan Medya’nın beyaz bayrak çekmesine kısa ve kestirme bir cevap bulamayız. Konunun birçok boyutu vardır. Küreselleşme ve özelleştirme furyası ile birlikte ortaya holding basını çıktı. Bu tür bir basın, gazeteciliğinin yanı sıra bağlı olduğu holdingin çıkarlarını da savunan bir yayın çizgisi izledi. Ticari yatırımları olduğu için iktidarlarla uyum içinde hareket etmek için özel çaba sarf etti. Çeşitli nedenlerle başka bir yola sapmak zorunda kaldığında, iktidarların gazabına uğradı.
Ayrıca dış ticari bağlantıları nedeniyle holding basını uluslararası güç merkezleri ile karşı karşıya gelmekten kaçındı. AB-D, Almanya, İngiltere ve diğer Batı güçleri ile yakın ilişkiler sürdürüldü. İktidarlar ve dış çevreler uyum içindeyken fazlaca bir sorun çıkmadı. Örneğin Annan Planı’na koşulsuz destek verildi; Ergenekon ve Balyoz’da uslu çocuk rolü kusursuzca oynandı; Bölücü Anayasa bu millete dayatıldı. Ama 57’nci Ecevit Hükümeti ABD’nin Irak müdahalesine karşı çıkınca, Rahmetli Ecevit’e dünya dar edildi. Uluslararası çevrelerin talebiyle Kemal Derviş ve Selahattin Demirtaş peygamber seviyesine yükseltildi. Uluslararası sistem ile iktidar arasındaki çelişkiler keskinleştikçe ve uzlaşma olanakları azaldıkça, holding medyasının manevra alanı daraldı. Uluslararası güçlerin ülke içindeki etkisi azaldıkça denge daha da bozuldu. Durum üstünlüğü iktidara geçti. Artık bir tercih yapılmalıydı...
GAZETECİLİK DENGELERİ
Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın Doğan Medya Grubu halk nezdinde tarafsız bir basın algısı oluşturmak zorundaydı. Çünkü yandaş bir görüntü çizen gazeteler okunmuyor, televizyonlar seyredilmiyordu. Bu işin sürdürülmesi için gazetecilik dengeleri korunmalıydı. Habercilik öne çıkarılmalıydı. Saygın görünüşün devam etmesi için dürüst ve namuslu gazetecilere de fırsat verilmeliydi. Öyle de oldu. Çok sayıda basın mensubu başarıyla görev yaptı. Bir denge kurmak için Hükümet’e yakın yazarlar transfer edildi; istenmeyenler uzaklaştırıldı. Bu değişim ve dönüşüm kabul edilebilir bir başarıyla yapıldı. Doğan Medya büyük bir kan kaybına uğramadan yoluna devam ediyordu... Bu bile yeterli görülmedi! Kayıtsız şartsız biat isteniyordu. Grup bütün direnme mevzilerini kaybetmişti. Perdeler indi ve tiyatro bitti!
Kabul etmeliyiz ki en kötü holding basını en iyi yandaş basından çok daha iyi, çok daha faydalıdır. Çünkü gazetecilik kutsal bir faaliyet olmasa da bir iş olarak kabul edilir ve işin gereği yapılır. Haber kaynakları daha iyi yönetilir; verimlilik esas alınır; toplumun duygu ve düşünceleri dikkatle değerlendirilir. Başarının ölçüsü medya organına yapılan katkı ve gazetecilik yeteneğidir. Yandaş basında ise hiçbir ölçü yoktur. İktidarı kim daha iyi pohpohluyorsa, en başarılı odur. Kurulan sistem gereği verimliliğin hiçbir önemi yoktur. Kaynaklar bol keseden yetersiz ve vizyonsuz gazetecilere dağıtılır. Gazeteci, yazmak için önce parti büyüklerinin ne dediğine bakar, sonra onların hoşuna gidecek şekilde döktürür... Ortada gazetecilik adına hiçbir şey yoktur.
GERİYE NE KALDI?
Türkiye’de bir elin parmakları kadar iktidara biat etmeyen basın ve yayın organı kaldı. İlk aklıma gelenler Aydınlık, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazeteler, Ulusal Kanal, Fox TV, Halk TV gibi televizyon kanalları! Ama bunların çoğu sadece iktidar partisine muhalefet ediyor. AB-D, emperyalizm ile hiçbir sorunları yok! Hem emperyalizme hem de iktidara direnen iki yayın organı kaldı. Birisi Aydınlık, diğeri Ulusal Kanal! Biri kırmızı, diğeri beyaz! Bir araya gelince Türk bayrağı oluyor...
Amiral Soner Polat
ulusal.com.tr