Kabinede değişime gidildi. Öncelikle hayırlı olsun… Ülkeyi tek adam yönetmiyormuş gibi davranıp, bir de demokrasicilik oynamıyor muyuz, bayılıyorum. Üstelik beklenen değişimmiş bu. Peki neden bekleniyordu, ona bakmak gerekmiyor mu?
Neden değişim gerekir? Eğer ortada bir koalisyon hükümeti yoksa, hastalık gibi mecburiyete dayanan gerekçeler ortaya çıkmamışsa ve seçim sonrası değilse, ortada bir başarısızlık söz konusu olması gerekir. Futbol maçı değil ki bu 3-5-2’den 4-4-2’ye dönüp adam değiştiresiniz.
O zaman en azından değişim sırasında bir özeleştiri yapmak da gerekmiyor mu? Mesela İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin. Potlarıyla ve vatandaşa ‘bir takla at da beni görünce sevindiğini anlayayım’ demesiyle ünlü bir performans gerçekleştirdi. Bir de en önemli özelliği sağlığa uygun olduğunu belirttiği biber gazını savunmasıydı.
Yaşlı, genç, çocuk, büyük, kadın, erkek demeden ‘her vatandaşa lazım’ deyip, 29 Ekim’de pasajlara sığınan ailelerin bile, pasajın havalandırmasına sıkılan gazlarla haktan eşit yararlanmasını sağladı. Peki Muammer Güler yönetimindeki bakanlık farklı mı olacak? İstanbul Valiliği performansını hatırlayanlar zaten bu sorunun yanıtını verecektir.
Gelelim Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Ertuğrul Günay’ın yerine gelen Ömer Çelik’e… Günay kendi döneminde tiyatroculardan ucubelere, tarihi eserlere bizzat Başbakan tarafından çanak çömlek denmesine kadar her şeye sustu da, bakanlığın gideceğini anlayınca eleştirilere başladı. Peki Ömer Çelik ne yapacak? Mesela yargı kararına rağmen devam eden ve tarihi eserleri yok eden Taksim’deki dönüşümü durdurabilecek mi? Sanmam…
Ve elbette parçalı müfredata geçilmesini sağlayarak bugünkülerle yetinmeyip, gelecek kuşakları da diploma sahibi, dil bilen vasıfsızlar olarak yetiştirmede ısrarcı olan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sırasında, bozulan çalışma barışının altına dinamit koyan ve bizzat kendi kabine arkadaşları tarafından Ankara Garı operasyonuna tabi tutulup, milli eğitimi düzeltmesi (!) için atanan, yargı kararıyla öğretim görevlisi olamayacağı halde milli eğitime geçirilen bakan.
Peki yeni gelen Nabi Avcı ne yapacak? Kendisini tanıtırken basın Başbakan’ın akıl hocalarından biri olduğunu vurguluyor ve kendisine ‘Hocam’ dediğini belirtiyor. Bu hocalık nereden geliyor bilemem ama, madem böyle bir etkinliği var, 444 gibi gelecek kuşak katliamına yol açan parçalı müfredat sistemini tersine çevirebilecek mi? Mesela 2006 yılında gece yarısı kanunuyla bakanlıkların üzerine çıkarılan Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun yetkilerinin kısıtlanmasını sağlayabilecek mi?
Ve elbette Sağlık Bakanlığı ile Recep Akdağ… Manevi ilişkileri ve statüsü malum… Fakat insanları önleyici hekimlikten mahrum bırakıp, ‘herkes hastaneye gidebiliyor’ dedirterek, ‘önce hasta et, sonra bakarsın’ diyerek özel hastanelere aktarılan kaynakları tepe noktalara vurduran, tam gün yasası inadıyla ortaya çıkıp, Başbakan hastalanınca kanun tepeleyen bakanımız.
Yerine gelen Mehmet Müezzinoğlu. Özel bir hastane sahibi olarak bu çarkı tersine çevirip, insanları hasta etmeyecek bir metot geliştirecek mi, yoksa bu hastalanan ve hastalandıktan sonra müşteri yaratan sistemden memnun mu?
Peki kabinedeki bu revizyonun yorumuna bakalım. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ‘değişim ve dönüşüm zorunludur’ dedi. Sayın Arınç bir konuda yanılıyor. Uzmanlar altını çiziyor ki, insanların karakteri yedi yaşına kadar oturur. Ondan sonra doğru olan gelişimdir. Türkiye’nin gelişimine de bakan değişikliği yetmiyor. Dönüşüme değil, aslına dönmeye ihtiyacımız var.
Bizim memlekette dönüşenler ve değişenler için ‘ne aldı acaba’ gibilerinden sorular ortaya atılır. İnsanın kendisini geliştirmesi başka şey, değişmesi başka şeydir. Ne demişti Erbakan Hocaları? ‘Onlar arka kapıdan kaçıp, kötü yola düşen çocuklar’ Doğru mu, değil mi bilmem. Rahmetli Erbakan söyledi.
Ama benim bildiğim bu ülkede Başbakan ne diyorsa o oluyor. Bakanların da çok önemi kalmıyor. Bu ilk bakışta hoş gözükebilir. Güç gösterisi olarak da nitelendirilebilir. Ama bir tek şey denemez. O da demokrasi…
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr