Türkiye’de reel sektörün borçlarını ödeyemediği malûm… Birçok sebebi arka arkaya sayabiliriz; ama vakadan yola çıkalım. Eğer maliye, bu kişilerin ağırlıklı bölümünün kötü niyetli olduğu ve üzerine düşen her şeyi adaletle yerine getirdiğine inansa, yani sorun kaçak olsa tahsilât mekanizmasını çalıştırırdı.
Alacağı icraya koymak yerine, yapılandırma yoluna gidiyorsa ve buna başvuranlar, toplam vergi mükelleflerinin yarısını teşkil ediyorsa; vaka 1; o ekonomide işler yolunda değildir. Vaka 2; Maliye de vergiyi kazanç değil, kabul etmediği muafiyetler üzerinden cirodan aldığını kabul etmektedir.
Vaka 3; alacaklar hızla; muhasebe tabiriyle şüpheli alacak konumuna yükseldiğinde, bunun gelirler hanesinde yaratacağı tahribat açıktır. O zaman ne yapılır? Vergi ve sigorta primleri başta olmak üzere af diye satılan yapılandırmaya gidilir ve tahsilât kaygısını taşınır.
Yüzde 10 düzeyinde bir para kasaya konulduktan sonra, devamının gelmeyeceği bilindiğinden ve para ihtiyacı da acil olduğundan, bir kanuni düzenlemeyle yapılandırmaya yapılandırma yapılır.
Fakat bunu yapmak için bütçe çalışmalarının bitmesi; tahakkuk eden alacakların gelir hanesinde gözükerek, bütçenin şüpheli alacaklardan gelirleri olan hale getirilmesi temin edilir ve böylece hedeflenen açık gizlenir. Bütçe Meclis’ten geçip, gerekli kâğıt üzeri rahatlama sağlandıktan sonra, para peşine düşülür ve yeni düzenleme gelir. Buna da vaka 4 denir.
Lakin ekonomideki sorun o kadar ayyuka çıkmıştır ki; müjde diye sunulan bu yapılandırmada ötelenen alacaklar durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Maliye Bakanı’nın açıklamasına göre 14 milyon çalışanın 11,2 milyonunu kapsayacak biçimde sigorta primleri ötelenir. Ötelendiği tarihte ödenemeyeceği bile bile…
Vaka 5; bu arada yeni ödenecek SGK primlerinde ekim ayına kadar; eski alacaklarla ilgili de mayıs ayına kadar süre kazanılır. Nisan ayında referandum olasılığı olan bir ülke için manidâr bir yaklaşım.
Peki sorun çözülüyor mu? Dünya ve Türkiye ekonomisini bekleyen gelişmeleri dikkate aldığınızda problemin çözülme ihtimalinden çok, gerekli süreye kadar ses çıkmasını engellemenin daha çok önem kazandığı görülüyor. O halde alacakların akıbeti sonra ne olacak?
“Borç yüzünden iki arkadaş mahkemeye düşer. Hakim davacıya sorar. ‘Sizin paranızı kim vermiyor?’ Alacaklı işaret ederek: ‘O’. Hakim borcu olana: ‘Niye aldığınız parayı ödemiyorsunuz?’
Borçlu alacaklıyı tanımadığını ifade eder. Duruma çok bozulan alacaklı, hakaretin bu kadarına dayanamayacağına belirttikten sonra: ‘Hakim Bey, şimdi bu beni tanımıyor öyle mi? Madem öyle ben onu hiç tanımıyorum’ der ve dava kapanır.”
Sizce mükellef ve kamu arasındaki bu dava kapanır mı? Yoksa sermayenin yeni bir el değişimi gerçeğini mi yaşarız?
Çetin Ünsalan