Geçtiğimiz hafta sonu Antalya Expo Center’daki Yöresel Ürünler Fuarı’nda Türkiye’nin 72 yöresinden gelen üreticileriyle birlikte olma fırsatım oldu.
Ticaret ve Sanayi Odaları ile Borsaları’nın burada üreticiyi kanatlarının altına alarak vitrine çıkarması görülmeye değerdi.
Birçoğuyla bire bir konuşma fırsatım oldu. Hem dertlerini, hem coğrafi işaret ile ilgili çalışmalarını dinledim; hem de nasıl bir potansiyelin göz ardı edildiğine gözlerimle şahit oldum.
Sokakta herhangi birine yöresel ürünleri sorsanız, genellikle daha gelenekseli, ananeyi anlatırlar. Özünde doğru olsa da endüstriyelleştirmekte sıkıntıya neden olan bu algıyı kırmak öncelikle görev olmalı. Çünkü ortadaki potansiyele baktığınızda mesele folklorik bir aktivitenin çok ötesinde ekonomiyi barındırıyor.
Örneğin en büyük giderlerimizin başında gelen ilaç tüketimi ya da popüler gündem aralığında tartıştığımız sağlık konusunda tamamen göz ardı edilen bir saha olması dramatik değil mi? Neden yöresel ürünlerin ar-ge çalışmalarıyla bütünleştirip, tıp alanının odağına oturtmuyoruz.
Zira baldan üzüm suyuna kadar geniş bir yelpazede sağlığa katkı iddiası varsa, ya bunun çürütülmesi ya da gerçekse de tıp bilimine ve tedaviye kazandırılması gerekir. Sağlık harcamalarımız açısından göz ardı edilemeyecek bir konudan bahsediyoruz.
Birkaç örnek verelim. Örneğin Atatürk’ün üzüm suyu ve çekirdeğinden oluşan hardaliye ile ilgili söylemi var. Kırklareli ziyareti sırasında ‘hardaliyeyi milli içecek haline getiriniz’ talimatına rağmen, mesele sadece bugün bölgedeki firmaların mücadelesine bırakılmış. Oysa bunun dünyaya tanıtılması Atatürk zamanında ortaya konulan bir hedef.
Yine bir başka misal Aksaray’daki Gojiberry, yani kurt üzümü… İddia o ki kanser dahil 38 hastalığa iyi geliyor. Öyle mi değil mi? İşte aslında tıp dünyasının bunu araştırması gerekiyor. Herkesin organik ürünler peşinde koştuğu ülkemizin dört bir yanındaki yöresel ürünleri göz ardı etmemiz garip bir çelişki. Üstelik fidan olduktan sonra her yerde de yetişebiliyor.
Böbrek taşına iyi geldiği belirtilen Kayseri’nin Gilaborusu, Isparta’nın lavantası, Erzincan’ın peyniri, Diyarbakır ile Bingöl arasında tatlı bir rekabete neden olan kadayıf, Uşak’ın tarhanası, koyun sütünden üretilen kaşar peynir, Hakkari’nin ya da Bitlis’in Danimarka ve Çin’e dolaylı ihraç edilen balı ve daha niceleri…
Bu arada sizler için bal fiyatlarını da sordum. Malûm ortalık baldan geçilmiyor. Üreticiler 60 TL’nin dip fiyat olduğuna, bunun altındaki ürünlere şüpheyle yaklaşılması gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Elbette burada yaşanan haksız rekabetler var. Örneğin birçok yörenin zeytin üretip, üzerine Gemlik Zeytini demesi ya da Erzincan peyniri diye satılması büyük bir problem. İşte fuara damgasını vuran kavram da tam burada öne çıkıyor. Coğrafi işaret…
Bunun hem katma değer yaratmak, hem de orijinal ürünü kullanmak anlamında büyük fayda sağladığını görülüyor. İllerin arasındaki rekabet ise görülmeye değer. Coğrafi işaretler alarak ihracat kapılarını zorlayacak metotlar aranıyor.
Fuarda AB’deki coğrafi işaretli ürünleri lisanslı olarak satan bir üreticiyle de eksiğimizi konuştuk. Dediği şu: “Her şey her yerde üretilmez. Ezine peyniri diye aldığınız ürünün gerçekten orijinal olması, verilen emeğin korunması gerekiyor.” İşte coğrafi işaret de tam bu aşamada devreye giriyor.
Mesela Erzincan tulum peyniri, Gemlik zeytini için bunu hayata geçirmiş. Simge ve barkotlarda takip edilen bu sistemin işlemesinin önündeki en büyük sıkıntısı ise yaptırımlar. Beklenen yasanın bir an önce hayata geçirilmesi ise en büyük talep.
Fuarın yedi yıldır gerçekleşmesinde emeği olan Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır, mutlaka bir enstitü kurulması, takibin, gelişimin, eğitimin, dünyadaki örneklere uygun olarak bu kanalla yürütülmesi gerektiğini vurguluyor.
Çandır’ın aktardığı bilgiye göre 7 sene önce coğrafi işaret sayısı 110 iken, bugün sayı 189’a ulaştı. 254 ürün de müracaat halinde onay almak için süreci bekliyor. 5 yüz ürünün de başvuru için çalışması var. Ali Çandır Türkiye’nin 2 bin 500 ile 3 bin arasında coğrafi işaret potansiyeli olduğunu belirtiyor.
Avrupa’daki araştırmalar, tüketicinin coğrafi işarete sahip ürüne hemen o anda yüzde 25 fazla para ödemeyi kabul ettiğini ortaya koyuyor. Yani bu açıdan baktığınızda ekonomik getirisi çok yüksek… Tarımsal ürünlerimizde bu çalışmayı yaparsak, hem itibar hem katma değer sağlamamız ilk planda olası gözüküyor.
Ama önce bu ürünlerin hakkını hukukunu koruyacak mekanizmalar, yasalar oluşturulmalı. Lisanslı depoculuk yapılması, ürünün tek elden çıkması ve standart hale gelmesi de önemli unsurlar olarak dikkat çekiyor. Ali Çandır bu haliyle coğrafi işaretli ürünlerimizi alıp, dünyanın önde gelen fuarlarına milli katılımlar yapmak için çalışmaların da sürdüğünü vurguluyor. Yani potansiyel çok büyük ve dikkate almaya değer.
Antalya’daki fuarda 72 yörenin temsilcisini, oda ve borsa yetkilisini bir arada bulunca ekonomiyi de konuştuk. Açıkçası karınca misali tüm çalışmasına ve mücadelesine rağmen, işin bu boyutu tam anlamıyla alarm veriyor.
Örneğin Kars’ta hayvancılık ve ekonominin sıkıntısı büyüyor. Bir üretici 2 yıl üretim yapmasalar dahi, elde stok olduğunu belirtti. Bu köylü adına da, ikincil üretici adına da çok büyük bir sorun ve maliyet. Bu mandıranın sahibi 1940’tan beri aynı işte çalışıyor ve uyarısı şu: “Hiçbir firma, tek bir köyden bile süt alamıyor. Stoklar şişti.”
Dönelim teşviklere… Hakkari’de 500 kovana sahip üretici teşvik alamadığından yakınıyor. Bilhassa 6. Bölgede önce yatırımı yapma şartı aranması, zaten işi baştan bitiriyor. Hatta bu teşviklerin sen ben, bizim oğlan paylaşılmasından da şikâyetçi. Erzurum hayvanı Malatya’dan getirir olmuş, çünkü maliyetlerle başa çıkamıyor. Ve iddia şu: “Gerçek hayvan sayısı, görünen dörtte biri.”
Diyarbakır Ticaret Sanayi Odası Başkanı Ahmet Sayar, yetkilerin tek kurumda toplanmasının önemli olduğunu belirtirken, Erzincan Ticaret Sanayi Odası Genel Sekreteri Engin Adıgüzer, ürün bazlı şikâyetlerden sonuç alınamadığına dikkat çekiyor.
Mesela Kastamonu’dan yıllanmış sarımsak ekstarktı yapan bir üreticinin şu sözleri çok kayda değerdi: “Çin seddi’nin Türkiye sanki kendisine çekmiş. Ortada bir Türkiye Seddi oluşmuş; aşamıyoruz. Pazarlama konusunda yalnızız. Ticaret ataşelik sisteminin yeniden yapılandırılması, Çin, İspanya, Kore gibi ülkelerin neler yapıldığına bakılması gerekir.”
Özetle sıkıntılar büyük ama mücadele eden insanlar var. Yöresel ürünler, doğru kurgulanır, sahip çıkılırsa, üreten ürettiğine pişman edilmezse, önemli bir ihraç kapısı yakalayabiliriz. Ama önce yöresel ürün kavramını, sadece bir folklor olmaktan çıkarmamız gerekiyor.
Aksi takdirde hem yitip gidecekler; hem Türkiye sağlıktan gıdaya önemli bir fırsatı kaçıracak; hem de katma değer yaratmak yine slogan olarak kalacak. Bu alana dikkat; potansiyel de açık da çok büyük. Emek vermek gerekiyor.
Çetin Ünsalan