Türkiye’ye baraj tuzağı

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

İnşaat Mühendisi Naci Özen bütün ömrünü ve mütevazı gelirini Türkiye’de yapılan barajların doğasını anlamaya adamış... Yaptığı çalışmaları 12 ayrı yazı ile bana gönderdi. Ayrıca yüzlerce mühendislik krokisi ve özel çizimlerle bu çalışmalarını bilimsel olarak destekliyor. Matematik ve fizik merakım olduğu için çalışmalarının tamamını uzun saatler vakfederek anlamaya çalıştım. Hayretler içinde kaldım. İddiaları yenilir yutulur cinsten değil! “Türkiye’deki bütün barajların yabancı parmağı ve içimizdeki devşirilmiş kişiler tarafından hatalı olarak inşa edildiğini” ileri sürüyor. “Büyük kalkınma projesi olarak tanıtılan barajların borçlarımızı artırdığını ve ülkemizi felakete sürüklediğini” ifade ediyor.

ABD KANCASINA TAKILANLAR...

İçine düşürüldüğümüz tuzağı ABD’li Dr. Richard Podol 1968 tarihli raporunda şöyle betimliyor: “... Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı, bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı Bakanlık veya İktisadi Devlet Teşekkülü (KİT) hemen hemen kalmamıştır. Genel Müdür, Müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. AİD (Amerikan Yardımı) bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir...”

BUNLARA BARAJ MI DİYORSUNUZ?

Naci Özen’e kulak kabartmaya devam edelim: Akarsularımızın yönetiminde vatansever bir mühendis aklı yoktur. Bugün kullandığımız elektrikten daha fazla elektrik üretebilirdik! Yok edilen topraklar yerine, üç misli daha fazla alanı sulayabilirdik! Sulama maksadıyla akarsularımızdan ihtiyaçtan çok fazla su alınmış ve topraklarımız çoraklaştırılmıştır. Ülkemizdeki barajların faydalı, iş gören hacimleri, ihtiyacın on mislinden fazla inşa edilmiştir. Barajların faydalı hacimleri, zararlı hacimlerinden azdır. Elektriğin en pahalısı barajlı santrallarda üretilir.

Her baraj, fayda getirmez; aksine büyük zararlar doğurur. Barajın faydası büyüklüğüyle değil ekonomik olup olmadığıyla belirlenir. Baraj büyüdükçe zarar, geometrik olarak artar. Barajlar, enerji üretimini ve suyu artırmaz, aksine azaltır. Barajların büyüklüğünden fayda umanlar, şiddetle yanılmaktadır. Barajlar, büyüklüğü ile değil yarattığı fayda ile değerlendirilir.

BARAJLAR NİÇİN YÜKSEK RAKIMLARDA OLMALI?

Sonuçta, baraj yapmanın zorunlu ve ekonomik olduğu durumlar, ancak 1800 metre ve üzeri rakımlarda ortaya çıkar. Çünkü aşkın ve taşkınlık yapan sular bu rakımlarda oluşur. En çok akış, Nisan ve Mayıs aylarındadır. Bu aylarda sular neden yükseliyor? Karlar eridiği için! Bu aylarda karlar hangi rakımlarda? 2000 ve daha yukarılarda. O zaman biz mühendislerin tasarlayacağı su bekletme yapılarının, 1800-2000 rakımlarından daha yukarılarda olması aklın emridir. Hastalığa müdahale, ortaya çıktığı yerde yapıldığı gibi, aşkın ve taşkın sulara müdahale onların ortaya çıktıkları 1800 metre ve yukarılarda olmalıdır. Yükseklerde bekletilen su ile hem daha çok enerji üretilir hem de daha çok alan sulanır. Kaldı ki bu rakımlarda su bekletme yapısı yapmak, hem kolay hem de ucuzdur. Bu rakımlarda derin vadiler vardır; gövde yapımı malzemesi de hazırdır. Yapılacak barajların ölü hacimleri yok gibidir. Küçük olduğundan yapımı için büyük ve pahalı teçhizat istemez.

ÜLKEMİZDEKİ BARAJLARIN RAKIMLARI

Peki, ülkemizdeki barajlar hangi rakımlardadır: Karkamış: 340, Birecik:385, Atatürk:542, Karakaya:693, Keban:845, Laleli:1470, İspir:1342, Güllübağ:1147, Çamlıkaya:1042, Arkun: 882, Yusufeli: 710, Artvin: 500, Deriner: 392, Borçka: 185, Muratlı: 96, Ilısu: 528, Dicle: 715, Kıralkızı: 816, Hasan Uğurlu: 190, Suat Uğurlu: 62 metre! Özetle, ülkemizdeki baraj adıyla anılan su bekletme yapılarının yüzde 90’ından fazlası olması gereken (1800 metre ve yukarısı) rakımlarda değildir. Bunun adı, mühendislik sefaleti, yani alçaklığıdır. Nesnel sıfatlandırmadır; failleri tanımıyorum, haklarında değerlendirme yapmıyorum!

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Bu köşeyi takip edenler bilir. Sık sık tekrarlarım: “Kalabalıklar karanlıktır. Hakikat bir avuç arınmış insanın elinde gökyüzüne yükselir...” Çok uzun bir incelemeden sadece kısa kesitler sunabildim. 1950 yılından bu yana Bayındırlık Bakanlığı, ona bağlı kurumlar, oralarda çalışan binlerce mühendis, Mühendislik Fakülteleri ve Meslek Odalarının bu konular hiç mi dikkatini çekmedi? Bir evlâd-ı vatan, hastalıkla boğuşan onurlu bir mühendis, hayatını ve sınırlı kaynaklarını bu konuya adıyor... Bunun sorumluluğu bugünkü yöneticilere ait değildir. Ama bu konuları bilimsel verilerle yeniden masaya yatırmak şimdiki yöneticilerin boynunun borcudur...

Not: 26 Eylül 2018 günkü yazım ile ilgili olarak Genelkurmay Basın Dairesi arayarak Yunanistan-Kıbrıs Daire Başkanlığının faaliyetine devam ettiğini bildirmiştir. Düzeltir, Basın Dairesine teşekkür ederim.

Amiral Soner Polat

ulusal.com.tr

Tüm yazılarını göster