Toplumların gerçeklerini kimi zaman mizah, kimi zaman dram kullanarak, kendisine gösteren en önemli sanat kollarından biridir tiyatro... Aslında bu dala bakış, ülkelerin fikir özgürlüğünden hoşgörüye kadar insan olma kavramına ne kadar duyarlı olup olmadığını gösterir.
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü... Bu gerçekten yola çıkarak ülkemizin fotoğrafına bakmak gerekiyor. İsmail Dümbüllü’nün Devekuşu Kabare’nin ülkesinden bugüne geldiğimizde, oyunların kategorize edildiği, tek tipleştiği, tiyatrocuların her şeye rağmen oyun koyduğu bir resim, adeta ülkemizin de özeti gibi.
Operadan baleye, tiyatrodan heykele ‘parasını ben veriyorsam, benim istemediğim şeyi yapması mantıklı mı’ düzeysizliğinin, bizzat yetkililer tarafından dile getirildiği bir ülkenin tam orta yerinde, neden ucuzlaştığımızın cevabını aramamızdan daha mantıksız bir şey olabilir mi?
Aslında mesele kavramların birbirine girmesiyle içinden çıkılmaz noktaya geldi. Zeki Müren’in de Nihat Doğan’ın da, sanatçı (!) olarak adlandırıldığı bir toplumda neyi nereye koyacağız? Bir şarkıcının dinleyicisinin olmasıyla, bu işi sanatsal bir ustalık içinde, doğruyu, güzeli amaçlayarak yapıp yapmadığı ayrı şeylerdir.
Esasen bu konuda en önemli açılımı TOBAV (Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi Çalışanları Dayanışma Vakfı) yapıyor. TOBAV eski Başkanı Tamer Levent ile bu konuda çok konuştuk, program yaptık.
Yılların usta, duayen ismi Levent ‘sanatçı’ diye bir meslek olmadığını her fırsatta anlatıyor. ‘Tiyatrocu, şarkıcı, oyuncu olabilir ama sanatçı yoktur, sanatı oluşturan meslekler vardır’ diyor Levent. Bu meslekleri de iyi icra edenler ya da etmeyenler vardır.
Fakat sanatın tümünün üzerinden bir felsefe, bir bakış açısını, zanaatini doğru ve hakkıyla yerine getirirken bir düşünce sistematiğini ortaya koyan kavram olduğunu anlatıyor usta oyuncu yönetmen ve TOBAV eski Başkanı... Elbette Mehmet Yılmaz başkanlığındaki yeni yönetimin de bu kavrama sahip çıktığını biliyoruz.
Çok uzun zamandır ‘sanata evet’ diye bir kavramı Türkiye’ye anlatmaya çalışıyor TOBAV... Fakat tekrar Tamer Levent ile yaptığımız programdaki vurgulara dönmek istiyorum. Sanat kavramının, Rönesans sonrası bir felsefe, bir disiplin olarak gündeme geldiğini ve net tanımlandığını söyleyen Levent, bu bakış açısının eksikliğinin hayatın her aşamasındaki sorunlarda aranması gerektiğini hatırlatıyor.
Yani esasen insanca yaşama olanağı sunulan, sanatlı bir yaklaşım eksik olan. Her meslekte işinin en iyisini, etik şartlarda, doğru bir biçimde yapmanın ifade olduğu kavramdır sanat. Görmek ile bakmak arasındaki farklılaşmayı tetikleyen unsurdur.
Bu yüzden tiyatroya da bu kavram içinde bakmak, toplumu ilerleten rolünü, ayna vazifesini, tıpkı diğer sanatsal kollarda olduğu gibi anmak gerekir.
Ar-Ge yapan, icatlar geliştiren, ilerleme kaydeden ülkelerin toplumların tamamında eğitim ve sanatın, birbirinden daha çok önem taşımadan eşdeğer bir biçimde harmanlandığını görürsünüz.
Eğer konuya buradan bakmıyorsanız ekonomiden siyasete, bilimden insani ilişkilere kadar yaşanan sorunların hiçbirini çözemezsiniz. Yani hem sanatın içine tükürüp, hem de katma değer yaratacak araştırma geliştirme sonucu ortaya çıkan ürünlerden söz edemezsiniz. Slogandan öteye gidemeyip, çözemediğimiz de ortada...
Buna rağmen yılmadan bu konuda mücadele veren tüm sanat gönüllülerini, Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle saygıyla selamlıyorum.
Çetin Ünsalan