Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan bir bildiri oldukça dikkat çekici ve düşündürücüydü. Bildiride özetle, “Ağrı’nın Taşlıçay ilçesinde, kimliği meçhul üç kişinin Atatürk maskına zarar verdiği ve gönderdeki Türk bayrağını indirerek, parçaladığı” ifade ediliyordu.
Bildiriyi okuyunca Genelkurmay Başkanlığı’nın, doğal olarak Türk milletinin öfke seline neden olacak böylesine hassas bir konuda, eylemleri yapanlar hedeflerine ulaşmışken niçin böyle bir açıklama yapmış olabileceğini uzun uzun düşündüm.
Acaba, yapılan kapsamlı anayasal ve yasal düzenlemeler sonrasında, TSK’nın hareket alanının daraltıldığı, mensuplarının korunmasız bırakıldığı, iç düşmanla mücadele görevinin sivil makamlara devredildiği, bu nedenle, böylesine üzücü ve yüz kızartıcı olaylarda halkımızın gerçek sorumluları görmesi ve onlardan hesap sorması gerektiği mi anlatılmak isteniyordu!
Hatırlanacağı üzere, TBMM Genel Kurulu'nda, TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini değiştiren düzenleme kabul edilmişti. "Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" şeklinde ifade edilen Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşıTürk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır” şeklinde yeniden düzenlenmişti.
Önemli ve sorumluluk sahibi makamların mesajlarını doğrudan yöntemlerle değil, satır aralarında verdiklerini bildiğimden, ilgili açıklamaya bir anlam verebilmek için Yüksek Komutanlıkların vazifelerini, kendi sitelerinden alarak irdelemeye çalıştım. Genelkurmay Başkanlığı, TSK’nın vazifesini aşağıdaki şekilde belirlemiş. Kısaltarak naklediyorum.
“TSK'nin vazifesi, Anayasa ve yasalarla belirlenmiş olup, 21’inci yüzyılda Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni güvenlik sorunlarına ve krizlere uygun şekilde reaksiyon göstermek, belirsizliklere karşı hazır olmak, dış tehdit ve risklere karşı ülkenin güvenliğini sağlayabilmek için;
- Caydırıcılık,
- Güvenlik / Harekât Ortamının Şekillendirilmesi,
- Savaş Dışı Harekât (Talep edildiğinde Terörle Mücadele alanında kolluk kuvvetlerine destek vermeye devam etmek ve Doğal Afet Yardım Harekâtına destek sağlamak; Barışı Destekleme Harekâtı),
- Kriz Yönetimi,
- Sınırlı Güç Kullanımı,
- Konvansiyonel Harp
gibi faaliyetleri icra etmektir.
TSK yeniden yapılanma faaliyetlerini, soğuk savaş sonrası oluşan yeni politik-askerî stratejik ortam, Türkiye'nin güvenliğine yönelik dış tehdit, Anayasa ve yasaların kendisine verdiği görevler çerçevesinde sürdürmektedir.”
Anayasa’nın Milli Savunma ile ilgili 117’nci maddesine kısaca göz atalım: “Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, TBMM’ye karşı Bakanlar Kurulu sorumludur. Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanı namına yerine getirir. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.”
Görüldüğü gibi Anayasa’da TSK’nın görevlerine yönelik bir çerçeve çizilmiyor. Mevcut yasalardan yola çıkılarak bir vazife oluşturuluyor. Vazifenin belirlenmesine ise değiştirilen İç Hizmet Kanunu’nun 35’nci maddesi damgasını vuruyor. Genelkurmay Başkanlığı, muhtemelen bu değişiklik nedeniyle sadece talep edildiğinde terörle mücadeleye destek verileceğinin, özellikle altını çiziyor! Kuvvet Komutanlıkları da belirledikleri vazifelerinde 35’nci maddenin ruhuna uygun davranıyorlar.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı, “TSK’nın bir parçası olarak Anayasa, yasalar ve diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmektir!” şeklinde vazifesini tayin ediyor. Doğal olarak bu vazifenin Türkiye’deki tüm kurumlar için de geçerli olabileceğini vurgulayabiliriz. Örneğin Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü de, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir parçası olarak Anayasa, yasalar ve diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmektir” şeklinde bir vazife çıkarabilir.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı (HvKK), vazifesini bir metin içinde dolaylı yöntemlerle açıklıyor: HvKK, Türk Vatanına ve Türk Milletine havadan gelebilecek tehdit ve tehlikelerin önlenmesi ve muhtemel bir savaşta Kara ve Deniz Kuvvetleri’nin görevlerini daha kolay başarabilmesi amacıyla kurulmuştur.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı, sahip olduğu üstün sürat ve tahrip gücü olan silah ve vasıtaları ile düşmanın saldırgan niyetinden caydırılması, ülkeye saldırı söz konusu olduğunda Türk hava sahasına girer girmez süratle düşman uçaklarının önlenmesi ve düşman ülkenin hayati önemdeki askeri hedeflerinin tahrip edilerek harbe devam etme azim ve gücünün kırılması, harbin en kısa zamanda ve en az zayiatla kazanılmasının sağlanması ana görevidir.
Deniz Kuvvetlerimiz ise kendisine sade bir vazife tespit etmiş: “Ülkemizin denizden gelecek tehditlere karşı savunulması ile deniz alaka ve menfaatlerimizin korunması ve gözetilmesidir.”
Öncelikle, teknik bir askeri konu olmakla birlikte, vazifenin askeri ortamda nasıl belirlendiğini kısaca açılmaya çalışayım. Cihet-i askeriyede vazife; maksat ve görevden (vazife=maksat+görev) oluşur. Örnek bir vazife şu şekilde olabilir: “Düşmanın deniz ulaştırmasını engellemek maksadıyla Aydın deniz sahasında deniz kontrolü tesis ve idame etmek” gibi… Üst makamın görevi, ast makamın maksadı olur. Böyle bir vazife mevcutken ast birlik örneğin, “Aydın deniz sahasında deniz kontrolü tesis ve idame etmek maksadıyla düşman gemilerini imha etmektir!” şeklinde bir vazife belirleyebilir.
TSK ve Kuvvet Komutanlıklarının vazifelerinin birbirlerini destekleyici ve tamamlayıcı bir nitelik taşıması ve Kuvvet Komutanlıkları için bir vazife standardının olmasının uygun olabileceğini düşünüyorum. Ancak sapla samanın birbirine girdiği böylesine karmaşık bir iç ve dış atmosferde, bu yöndeki güçlükleri de takdir ediyorum.
Bu konuya yeri gelmişken değinmek istedim ama asıl maksadım, yasalar çerçevesinde askerlerin belirlediği vazifelerde, özellikle dış düşman vurgusu yapılması, kuvvetlere özgü görevlerin belirtilmesi ve terörle mücadelede kolluk kuvvetlerinin sorumlu olduğunun altının kalın kalemle çizilmesi. Verdikleri mesaj, bana göre son kerte açık: “İç güvenlikten, yasalar gereğince doğrudan sorumlu değiliz. Bizden destek talep edildiğinde, biz sorumlu makamlara yardım ederiz! Sadece bu kadar…”
Belki de yanılıyorum ama ben şöyle düşünüyorum. TSK, belirttiğim bildirisi ile Türk Milleti’ne şunu demek istiyor: “Açılımı yapan biz değiliz, yasaları çıkaran biz değiliz, askerleri suçlamak için Güneydoğu’da yer altında kemik arayan biz değiliz, bu görevleri sivillere devreden de biz değiliz! Elimiz kolumuz bağlandı. Hem bu süreçten sorumlu olan İktidar Partisi’ne hem de bu konularda kraldan çok kralcı olan Ana Muhalefet Partisi’ne her türlü desteği veriyorsunuz ama bu politikaların bir sonucu olan Atatürk heykellerine ve şanlı bayrağımıza saldırılar olduğunda bizi suçluyorsunuz!”
Bu kritik coğrafyada en büyük güvencemiz olan TSK’ya her hal ve şartta sahip çıkmalı, onu ve önündeki güçlükleri anlamaya çalışmalı, günlük ve kişisel nitelik taşıyan olaylardan etkilenmeden destek olmalıyız. Güvenliğin ekmeğin önüne geçeceği günlere yaklaşıyoruz. Ülkenin birlik ve dirliğinin, yurttaşlarımızın güvenliğinin yine de tek teminatı Türk Silahlı Kuvvetleridir.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr