Gayri milli, şekersiz, ''kıyak'' tarım

Cenk Özdemir Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

2016 yılının son aylarında açıklanan ve 2017’nin başından itibaren geçerli olacak bir “Milli Tarım” projesi vardı. O dönemde şu soruyu sormuştum: “Bu projenin ortaya çıkması, şimdiye kadar gayri milli bir tarım politikamız olduğu anlamına mı geliyor?”. Öyle ya 2002 yılından beri ülkeyi yöneten siyasi erk, 2016 yılında “ Bir Milli Tarım projesi geliştirdik, bundan sonra bu proje ile tarım ve hayvancılıkta ileri gideceğiz” dediğinde, insan “ Demek ki şimdiye kadar tarım ve hayvancılıkta milli değilmişiz” diye düşünüyor. Düşünmekte de haklıyız, çünkü bugüne kadar tarım adına atılan adımların birçoğunun gayri milli olduğunu görüyoruz.

Babalar Gibi Satmak

Süleyman Demirel tarafından Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’ın, 1980 yılında aldığı 24 Ocak Kararları ile başlayan bir özelleştirme hareketinin son halkası,”babalar gibi satarım” cümlesiyle hafızalarda olan, AKP iktidarının simge ismi, bir dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan idi. 24 Ocak Kararları’nın, Tarım ve Hayvancılığımızı da yakından ilgilendiren içeriği özetle şöyleydi:

  • İthalat kademeli olarak serbest bırakılacaktı.
  • Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar ( desteklemeler ) kaldırılacaktı.
  • Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınacak, kamu kurumlarının özelleştirilmesi ile beraber tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılacaktı.
  • Dış ticaret serbestleşecek, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilecek, kâr aktarımlarına kolaylık sağlanacaktı.

24 Ocak Kararları’nın amacının ülke ekonomisinin dışa açılması ve Dünya Ekonomisi ile bütünleşilmesi olduğu şeklinde açıklanmıştı. Yani yabancı sermayenin ülkeyi istila etmesi gibi tam bağımsızlığımızı tehdit eden tehlikeli bir durum, “Dünya İle Uyum” sağlanılması (entegre olunması) kılıfıyla örtbas edilmeye çalışıldı. Bunun önündeki en büyük engel ise tamamen milli olan ve milli çıkarlarımıza hizmet eden kamu kurumları idi. Engeller kaldırılmaya 12 Eylül Darbesi’nin de yardımıyla başlandı ve hepsi yerli-yabancı sermayeye satıldı ya da satılmasının önü açıldı, daha sonra ithalat arttı, tarımsal desteklemeler düşürüldü, tarımsal ürünlerin devlet kurumları tarafından alınması azaltıldı. Günümüze kadar gelen bu eğilim, günümüzde elde kalan son Milli Kaleler’ den olan 14 Şeker Kurumu’nun özelleştirilmesiyle devam etmektedir. Yapılan bu satışlarla, piyasayı düzenleyici etkisi olan bu kurumların yokluğu her geçen yıl daha da fazla hissedildi. Tarım ve hayvancılıkta “Dünya’da İthalatçı Ülkeler” den biri haline geldik. 1980’den 2018’e kadar geçen 38 yılda özelleştirmelere bulunan bahanelerin, liberal ekonomi için düzülen övgülerin yalan, yanlış ve “Gayri Milli” olduğu da tarihsel süreçte ortaya çıkmış oldu. Özelleştirme ile yürütülen bir “Milli Tarım Projesi”nin olamayacağı da bütün açıklığıyla anlaşıldı. Peki, AKP neden hala özelleştirme ekonomisini yürütmekte diretiyor? Bunun cevabı aslında ekonomimizin bugünkü yapısındadır. Üretim ekonomisine sahip olmazsan “sat para kazan çarkı döndür” ekonomisine yönelirsin, bunun açıklaması budur.

“Milli Tarım Projesi” gündemdeki yerini ve etkisini yitirmiş olacak ki bu defa Devlet’in en üstünden yeni bir hamle geldi. Cumhurbaşkanlığı’nda toplanan çiftçilere seslenen R. Tayyip Erdoğan çiftçilere yapmış olduğu konuşmada:

-Çiftçilerimizin üretim maliyetini azaltmak için 2003 yılında ilk kez mazot desteğini biz başlattık. Şimdi de 23 Şubat 2018 tarihinden itibaren çiftçilerimizin mazot maliyetinin yarısını biz ödemeye başlayacağız.

-Sığır yetiştiriciliğini geliştirmek, damızlık sığır sayısını artırmak ve kırmızı et ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlamak üzere Ziraat Bankası kanalıyla yetiştiricilerimize hayvan ve yem temini için yüzde 10 sübvansiyonlu kredi sağlıyoruz.

-Tarım Kredi Kooperatifleri aracılığıyla damızlık düve veriyor, bu düvelerin, koyunlarda olduğu gibi, veterinerlik, aşı ve küpe hizmetlerini bedelsiz karşılıyoruz.

-Talep eden Tarım Kredi Kooperatifleri üyesi yetiştiricilerimize TİGEM aracılığıyla Ziraat Bankası'ndan kredi kullandırarak 300 başa kadar damızlık koyunu ve yemini temin ediyoruz. Üreticinin bakım hizmet bedeli ve sigortasını avans olarak ödüyor, doğacak kuzulara da alım garantisi veriyoruz.

Dedi ve:

“TARSİM sigortasının yetiştiriciye düşen kısmını devletin ödemesini sağlıyor, yetiştiricimizi sosyal güvence kapsamına alıyoruz. Yetiştiricimiz kredi borcunu, ilk 2 yılı geri ödemesiz ‘bu kıyağımı da unutmayın’ 7 yılda bankaya ödüyor.” dedi ve hatta “Türkiye, tarımda net ihracatçı bir ülke konumuna geldi.” diye de ekledi.

Ama nedense çiftçilerimizin örgütlenmesi ile ilgili, kooperatiflerin önünü açacak kanuni düzenlemeler ile ilgili tek bir kelime bile etmedi. Hâlbuki sadece örgütlenen bir çiftçi üretebilir, onlar üretir ve kazanırsa Türkiye yeniden tarımda kendine yetebilir. Destekleme ve hibe adı altında verilen o kadar paranın, altı delik kaptan akan su gibi akıp gitmesi de bu yüzdendir. Akan o su gibi paralar ise çiftçiye değil yabancı ve yerli sanayicinin cebine girmektedir. Kalın enseleri ve koca göbekleri daha da yağlanırken çiftçiler artık üretemez hale gelerek, üretimden ilk fırsatta çıkmaktadırlar.

Türkiye gerçekten tarımda net ihracatçı bir ülke mi?

Türkiye, 2003-2016 yılları arasındaki 14 yıllık dönemde toplam 126,5 milyar dolarlık tarım ürünü ithal etmiş.

Tarım ve Hayvancılık ile ilgili ithalatlarını gerçekleştirdiğimiz bazı ürünler ve bu ürünleri aldığımız ülkeler ise şöyle:

ARMUT: Şili, Arjantin, Çin, Güney Afrika

ARPA: Ukrayna, Fransa, Rusya, Almanya

AYÇİÇEĞİ: Moldova, Bulgaristan, Romanya

ANTEP FISTIĞI: İtalya, Almanya, Mısır, İran

BUĞDAY: Rusya, Kazakistan, ABD, Meksika

ÇAY: Sri Lanka, Kenya, Endonezya, Çin, İran

DOMATES: Rusya, KKTC, Romanya, Ukrayna

ELMA: Şili, İtalya, Fransa, Bosna-Hersek, ABD

ENGİNAR: Mısır, KKTC, Irak

KURU FASULYE: Çin, Mısır, Arjantin, Peru

HIYAR: Rusya, Belarus, Gürcistan,

KABAK: Ukrayna, Rusya, Çin, G. Afrika

PATATES: Hollanda, Almanya, Fransa, KKTC

KURU SOĞAN: Hollanda, İran, Rusya

YULAF: Ukrayna, Macaristan, Fransa, İspanya

NAR: Rusya, Peru, Şili, İtalya, Kolombiya

NOHUT: Meksika, Hindistan, Arjantin

KIRMIZI ET: Brezilya, Polonya, Bosna, Sırbistan…

KARPUZ: İran

CANLI HAYVAN: Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Fransa, İtalya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Uruguay…

KAVUN: Kostarika

Bütün bu verilerden sonra hala net ihracatçı bir ülke olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Cumhurbaşkanımız öyle diyorsa öyledir.

Kıyak yapmak: Argo maddi ve manevi destek olmak, yardım etmek. (TDK )

Halktan alınan vergilerle ve kamunun parasıyla yine o halka kıyak yapılabilir mi? Tabii ki hayır. Onun adı hizmet olur ya da hizmet olmalıdır. “Biz millete efendi olmaya gelmedik hizmetkârı olmaya geldik” diyen bir kişi bunu zaten yanlışlıkla söylemiştir. Dil sürçmesidir. Yoksa o da biliyordur ki; bir kişinin bir arkadaşına verdiği borcu geri almaması “kıyak” olabilir. Bir arkadaşımıza evimizi kira bedeli almadan oturmasına izin verirsek kıyak yapmış oluruz. Devlet vatandaşına kıyak yapmaz.

Henüz 2017 yılında başlayan Milli Tarım Projesi’nin dumanı üstünde tüterken çiftçilerle yeni bir buluşma ve verilen vaatler, yapılan kıyaklar insanın aklına başka bir şeyi daha getiriyor: Erken seçim… Bugünlerde sıkça dillendirilen bu olasılık olağan gibi görünüyor. Yani benim köylüm, benim çiftçim yine seçim malzemesi yapıldı gibi geliyor bana ne yazık ki.

Zeytin Dalı Harekâtı ile askerimiz ülkemizin geleceği için hayati bir operasyon düzenliyor Suriye’de. Ailesine “beni beklemesinler” diyor biri, diğeri “düğüne gidiyoruz” diyor. Bu yolun sonu zaferdir bundan hiç şüphemiz yok. Toprağına sahip çıkan vatan evlatları gözünü kırpmadan gidiyor savaşa. Vatan sadece toprak parçası değildir. Vatan aynı zamanda Cumhuriyet’in büyük kazanımları olan kurumlarıdır da. Bugüne kadar satıla gelen kamu kurumlarından arta kalan Şeker Fabrikaları’dır vatan. Mehmetçik emperyalizme karşı vatan savaşı veriyor. Şeker Kurumu gibi diğer kamu kurumları, Kurtuluş Savaşı’nda Mehmetçik’in kanla kazandığı topraklara yeniden düşman ayağı basmasın diye kurulmuş kurumlardı. O kurumlar, Türk Milleti’nin siperde, savaş meydanlarında kazandığı savaşı tarlada, ahırda, fabrikada devam ettiren kurumlardı. Emperyalist güçler için büyük tehdit idiler, satılarak saf dışı bırakıldılar. Bugün düşmanla savaşan Mehmetçiğin bindiği tankın altından alınması gibi, tüfeğinin elinden alınması gibi bu kamu kurumları da alındı elimizden. Sonuç olarak tarım ve hayvancılığımızın geldiği durum ortada.

Şeker Kurumları satılmasın, bu büyük yanlıştan bir an önce dönülsün. Emperyalizme karşı verdiğimiz savaşta elimizde kalan son silahlarımız da gitmesin.

Tarım politikamız gayrı milli, şekersiz ve kıyak olmasın. Milli, tatlı, üretime ve hakça paylaşmaya dayalı bir tarım politikamız olsun.

Cenk Özdemir

ulusal.com.tr

Tüm yazılarını göster